On binlerin katili; hâlâ devran süreyim, cürüm işlemeye devam edeyim diyor, insan içine çıkamaması gerekirken…

Yüz binlerce insanımız yıkıntılar altında ve dondurucu soğukta santim santim ölüme yaklaşırken, “Askeri sahadan çekin!” emrini veren Despot’un sağlıklı bir ruh yapısına sahip olması imkânsızdır.

Biz, bu Kaçak Saraylı Despot’un Narsisistik Kişilik Bozukluğu adlı mental hastalığı olduğunu, Mitomanik Kişilik Bozukluğu adlı ikinci bir mental hastalığı olduğunu ve Kriminal Psikopatik Kişilik Bozukluğu mental hastalığına sahip olduğunu; bu sebeple de bir tek gün dahi kamu görevi yaptırılmaması gerektiğini ve acilen psikiyatrik tedaviye alınması gerektiğini defalarca yazdık, anlattık.

Ve hatta, onun emri altına alıp oturduğu Kaçak Saray’ının bir operasyon silahına dönüştürdüğü Yargının, bizi yargılayıp cezalandırmak amacıyla TCK 299’dan açtırmış olduğu davalarda, onun mahkemelerinde de onun hâkimleri, savcıları ve avukatları karşısında söyledik bu düşüncemizi.

Bunlarla da yetinmedik; Türkiye Psikiyatri Derneği’ne de Tayyip’in bu hastalıklarıyla ilgili bir rapor hazırlayıp bir tek gün bile kamu görevi yapmaya ehil olmadığını belirten bir saptamada bulunmaları yönünde bir dilekçeyle başvuru yaptık. Fakat ne yazık ki bu başvurumuza olumlu ya da olumsuz yönde, aylar geçmesine rağmen herhangi bir yanıt gelmedi. Besbelli ki onun bu hastalıklara sahip olduğunu psikiyatristler de adları gibi biliyorlar. Fakat bunu raporlaştırıp açıklamaya yürekleri yetmiyor. Böylece de mesleklerine de, etmiş oldukları Hipokrat Yeminine de sırtlarını dönmüş oluyorlar. Özetçe; mesleklerinin kendilerine yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getirmeye cesaretleri ya da insanlıkları yetmiyor. Sorumluluk almak demek, eyleme geçmek demektir, Jean Paul Sartre’ın deyişiyle…

Daha önce de tekrar tekrar belirttik. Bu konuda mesleğinin hakkını veren ve olumlu bir tutum ortaya koyan, yalnızca hemşehrimiz Doktor Mustafa Altıoklar oldu.

Tayyip’in ruh sağlığının darmaduman olduğunu, mesela onun hastalıklarından biri olan Narsisistik Kişilik Bozukluğunun netçe tanısını koymak için ille de hekim olmaya, Psikiyatri ihtisası yapmış olmaya ya da Psikolog olmaya gerek yok.

Bakın, arkadaşlar; 1844’te kurulan Amerikan Psikiyatri Birliği’nin, tüm dünya psikiyatristlerinin de el kitabı olarak kliniklerinde bulundurdukları bir tanı kitabı vardır. DSM, yani İngilizce adıyla “Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders”, Türkçe adıyla “Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı”, Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan ve zihinsel hastalıklara tanı koymak için ölçütleri belirleyen bir kaynaktır.

Kitabın orijinali, doğallıkla İngilizcedir. Onu Türkçeye “Hekimler Yayın Birliği” adlı kuruluş, Gazi Üniversitesi Psikiyatristlerinden Doç. Dr. Ertuğrul Köroğlu’na çevirtip yayımlamıştır. Ve Türk Psikiyatristlerin hizmetine sunmuştur.

İşte bu kitabın söz konusu hastalığı tanıtırken yaptığı tanımlama şöyledir:

***

301.81 Narsisistik Kişilik Bozukluğu

Aşağıdakilerden beşinin (ya da daha fazlasının) olması ile belirli, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, üstünlük duygusu (düşlemlerde ya da davranışlarda), beğenilme gereksinmesi ve empati yapamamanın olduğu sürekli bir örüntü:

(1) kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır (örn. Başarılarını ve yeteneklerini abartır, yeterli bir başarı göstermeksizin üstün biri olarak bilinmeyi bekler)

(2)sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ya da kusursuz sevgi düşlemleri üzerine kafa yorar

(3)“özel” ve eşi bulunmaz biri olduğuna ve ancak başka özel ya da toplumsal durumu üstün kişilerin (ya da kurumların) kendisini anlayabileceğine ya da ancak onlarla arkadaşlık etmesi gerektiğine inanır

(4) çok beğenilmek ister

(5) hak kazandığı duygusu vardır: Kendisinin özellikle kayırılacak olduğu bir tedavi biçiminin uygulanacağı beklentileri ya da bu beklentilerine göre uyum gösterme

(6) kişilerarası ilişkileri kendi çıkarı için kullanır: Kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır

(7) empati yapamaz: Başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanıyıp tanımlama konusunda isteksizdir

(8) çoğu zaman başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır

(9) küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler[1]

***

Ne diyor, yukarıda DSM Psikiyatristleri?

Bu tanı ölçütlerinden en az beşi varsa bir kişide; o, Narsisistik Kişilik Bozukluğu Mental Hastalığına sahiptir, diyor.

Fakat yukarıda gördüğümüz 9 tanı ölçütünün tamamının Tayyip’te bulunduğunu ve onun hemen her konuşmasında ve davranışında bu ölçütleri sergilediğini görmekteyiz.

Bu da neyi gösteriyor, arkadaşlar?

Tayyip, en uç noktada yani en ağır biçimde Narsisistik Kişilik Bozukluğu Hastasıdır…

Bırakalım diğer iki mental hastalığı, onun sadece bu hastalığı bile kamu görevi yapmasına kesinkes engeldir.

Peki, apaçık görülen bu durumu niye bizdeki psikiyatristler saptayıp raporlaştırıp açıklamıyorlar?

İşte yukarıda da belirttiğimiz gibi yüreksizliklerinden, insani çapsızlıklarından, zavallılıklarından. Yazık, diyoruz onlara…

Gelelim bir diğer konuya…

Namuslu, yurtsever ve sorgulayan bir zihne sahip olan herkes bilmektedir ki, Tayyip’in Yüksekokul Diploması yoktur. Onun karikatürleştirdiği Anayasasında bile, Madde 101’de Cumhurbaşkanı olabilmek için, şahsın yüksekokul bitirmiş olduğunu gösterir bir diplomaya sahip olması şart koşulur.

Var mı onun Yüksekokul Diploması?

Yok…

Bu gerçeği AKP kurucularından ve AKP’nin şu anda da kullandığı Programın önde gelen yazarlarından olan Ekonomi Profesörü Abdüllatif Şener de dile getirmiştir, kısa süre önce. Şu an CHP Konya Milletvekili olan Abdüllatif Şener, Tayyip’in Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığını, Başbakan Yardımcılığını yapmıştır bir dönem. Onun hırsızlık ve yolsuzluklarına daha fazla katlanamadığı için de AKP’den istifa etmiştir.

Bakın, Tayyip’in diplomasızlığını A. Şener nasıl anlatıyor:

***

Video oynatıcı

00:00
02:20

Videonun Tapesi

Biliyorsunuz, sayın Erdoğan’ın diploması tartışılıyor ve ağırlıklı olarak da üniversite diploması olmadığı söyleniyor. Vaktiyle ben bir tartışmada diploması olabileceği gibi bir ifade kullanmıştım, doğrudur. Ancak o dönemde güvendiğim bir mecra, Oda TV, söylemekte mahsuru yok. Oradaki yayınlarda muhalif olduğu halde bir diplomasının olduğu, Aksaray Ticari İlimler Yüksekokulundan mezun olduğu gibi bir ifadeler vardı. Oranın yayınlarını da ciddi bulduğum için, güvendiğim için oraya istinaden bu ifadeyi kullanmıştım.

Ama daha sonraki dönemlerde biraz ilgi duydum, konuyu biraz yokladım. Bildiğini düşündüğüm insanlara sordum. Sonunda geldiğim nokta şu: Sayın Erdoğan’ın öğrenci belgesi var fakat bu öğrenci belgesi, dönem öğrencilerinin öğrenci belgesinin formatına benzemiyor. Farklı bir format.

Sayın Erdoğan’ın çıkış belgesi var, diplomadan önce çıkış verirler, biliyorsunuz. Diplomalar hazırlanana kadar o çıkış belgesi ile mezuniyetini ispat eder. Var ama çıkış belgesi, çıkış belgesi de dönem öğrencilerinin çıkış belgesine benzemiyor. Farklı bir formatta. Diploması var ama diploması, dönem öğrencilerine verilen diploma formatında değil. Dolayısıyla bir problem var.

Bu problem ne olabilir, diye bazıları ile görüş alışverişinde bulundum. Biri dedi; eskiden “muhbir öğrenciler” olurdu. Bunlar ellerindeki belgeleri resmi olarak kullanmasınlar diye formatını farklı yaparlardı. O nedenle dedi, bu gerçekten puanıyla kaydolmuş, puanı ile mezun olmuş, derslerini vererek mezun olmuş bir öğrenci görüntüsü vermiyor, demişti.

Ben de bugün itibari ile Sayın Erdoğan’ın bir diploması olduğu konusunda tereddüt içerisindeyim. Benim daha çok genel eğilimim de; böyle bir diplomasının olmayacağı kanaatindeyim. Ama sorduğunuz soru, diplomasız biriyle niye parti kurdunuz, diyorsunuz. O dönemde herkes diploması var zannediyor. Bu konu sonradan gündeme geldi. Askere gitmiş yedek subay olarak yapmış, milletvekili adaylığını almış, cumhurbaşkanı adaylığında ilgili kurumlar itiraz etmemişler. Hepsi bir vakıa ama yarın ortam değiştikten sonra bunlar incelenecek, incelendiği zaman Türkiye her şeyi gerçek bir şekilde görecek.[2]

***

Biz, Tayyip’in diplomasız olduğunu yıllardır söylüyoruz, yazıyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesine kadar, Eyüp Lisesine kadar, Milli Savunma Bakanlığı Asker Alma Dairesine kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisine kadar, Yüksek Seçim Kuruluna kadar ve Marmara Üniversitesine kadar bütün kamu kurumlarına başvuruda bulunduk bu konuyla ilgili olarak. Fakat hiçbiri bize olumlu bir dönüş yapmadı, Ekrem İmamoğlu’nun İBB’si dahil…

Enteresandır; İmamın Oğlu’nun İBB’sinin gerekçesi, eşekleri bile güldürecek cinstendi. Şöyle diyordu:

“Bu konu özel hayatın gizliliğine girdiği için size bilgi veremeyiz.”

Anayasanın emrettiği, Cumhurbaşkanının diplomasının olup olmaması, “özel hayatın gizliliği”ne giriyormuş…

İşte İmamın Oğlu’nun namusu ve cesareti de budur, arkadaşlar…

İmamın Oğlu’na şöyle diyelim o zaman biz:

Bırakalım kamu kurumlarını, bir özel işyerine bile işe girme başvurusu yapan vatandaşımızdan ne istenir?

Öğrenim belgesi yani diploma veya onun yerine geçen bir belge, sabıka kaydı belgesi, sağlık belgesi, kimlik belgesi…

O zaman bütün kamu kurumları ve özel şirketler, öğrenim belgesi istemekle kişilerin özel hayatına dair bilgi talep etmiş oluyorlar.

Öyle mi İmamın Oğlu?

Kaldı ki sıradan insanların diplomasının olup olmaması sadece başvuru yaptığı işyeriyle kendisi arasındaki bir meseledir. Cumhurbaşkanlığı makamında oturan bir kimsenin diplomasızlığı ise 85 milyon insanımızı ilgilendirir ve o diplomasız olan şahsın Cumhurbaşkanlığı iddiasının gayrimeşru olduğunu ortaya koyar. Bu burjuva siyasetçilerinin durum ve tutumları gerçekten mide bulandırıcıdır, arkadaşlar…

Biz bu konuyla ilgili olarak da Yargı organlarına defalarca başvuruda bulunduk. Ve Tayyip’in bizi TCK 299’dan aklınca yargılatmaya kalktığı bütün mahkemelerde bu talebimizi daha söze girerken belirttik. Türkiye’de şu an, Anayasanın 101’inci maddesinin şartlarına haiz meşru bir Cumhurbaşkanı yoktur. Tayyip diplomasız olduğu için gayrimeşrudur, kanunsuzdur, onun CB iddiası boştur, yok hükmündedir, bu sebeple de bizim, olmayan birine hakarette bulunmuş olmamız söz konusu olamaz, dedik. Ve mahkemeniz aracılığıyla bu diplomanın peşine düşelim. Bizim dilekçelerimize ilgili hiçbir kamu kurumu yanıt vermiyor. Mahkeme olarak siz talepte bulunursanız belki verebilirler, dedik.

Fakat hepimizin bildiği gibi, hiçbir savcı ve yargıç da böyle bir davranışta bulunmaya cesaret edemedi. Tabiî onlar adları gibi bilmektedir ki böyle bir girişimde bulunmaları, anında onların oturmakta oldukları makamdan uçurulmalarına neden olur. Ve daha bir yığın bela da gelir arkasından.

En son olarak; hepsi de birer kamu kurumu niteliğinde olan Barolara başvurduk. Türkiye Barolar Birliğine ve ülkenin en önde gelen üç Barosuna; İstanbul, Ankara ve İzmir Barolarına başvurduk. Dedik ki Tayyip’in, Anayasanın 101’inci maddesinin öngördüğü Yüksekokul Diploması yoktur. Dolayısıyla da Cumhurbaşkanlığı iddiası boştur, yok hükmündedir. O, sahte belgeler hazırlayarak hem resmi evrakta sahtecilik hem de nitelikli dolandırıcılık suçlarını işlemiştir ayrıca da. Bu suçlardan dolayı da yargılanmalıdır, dedik. Ve sizler de hukuk insanlarından oluşan kurumlar olarak ülkemizin devletinin en tepesinde bulunan kişinin vahim bir durum arz eden bu gayrimeşruluğunu açıklayan ve onun geçerli, kanuni, meşru bir Cumhurbaşkanı olmadığını belirten saptamada bulunup bunu kamuoyunun bilgisine sunun, dedik.

Fakat onlardan da aylar geçmesine rağmen herhangi bir ses seda çıkmadı…

Sebep aynı: Yüreksizlik durumu, korkaklık durumu; “aman benim başıma bir şey gelmesin, şöyle geçinip gidiyoruz işte”, anlayışı…

Dolayısıyla arkadaşlar; onlar da mesleklerinin kendilerine yüklediği sorumluluğa uygun bir davranış ortaya koymadılar.

Biz boşuna demiyoruz; “Cesaret bir vatandır”, diye. O vatana sahip olmazsanız, onurunuza da sahip çıkamazsınız, vatanınıza da, halkınıza da. Halka sırtınızı dönmüş olursunuz.

Ey psikiyatrist doktorlar ve hukukçu kardeşler;

Halkımız, alınterinden kesilen paralarla sizleri okuttu. Okuduğunuz mekteplerin giderlerini, öğretmenlerinizin aylıklarını halkımız karşıladı aslında. Sizden dürüst, mert, yiğit, cesur, mesleğinin onuruna sahip çıkan, vatansever, halksever, bilimli, bilinçli, kararlı insanlar olmanızı istedi.

Ama siz olamadınız…

Eğer bu taleplerimiz gerçekleşseydi; Tayyip’in mental rahatsızlığından dolayı ve diplomasızlığından dolayı asla Cumhurbaşkanlığı gibi bir kurumun başında bir gün dahi kalamayacağı belirtilmiş olsaydı, Tayyip ve avanesi despotluğunu, hemen her gün tanık olduğumuz gibi, böylesine pervasızca sürdüremezdi.

Tabiî sadece bu kurumlar değil bizim açımızdan Tayyip’in gayrimeşruluğuyla ilgili olarak sorumlu ve suçlu olanlar. Meclisteki muhalefet rolünü oynayan Amerikan devşirmesi yığınla parti ve sözde milletvekili de aynı suça ortaktır. Çünkü onlar da Tayyip’in bu gayrimeşru durumunu ve hastalığını bilmelerine rağmen, ona hep “Sayın Cumhurbaşkanı”, “Sayın Erdoğan” diye hitap etmektedirler.

Muhalefet rolünü oynayan Amerikancı medya da ne yazık ki aynı tutum içindedir. Orada da hemen her gün ekranlarda dilli düdük gibi öten “muhalif” gazeteciler, televizyoncular, akıldane bilim adamları olarak kendilerini adlandırıp konuşanlar hep “Sayın Cumhurbaşkanı”, “Sayın Erdoğan” hitaplarında bulunmaktadırlar. Böylece de Tayyip, bu gayrimeşru durumlarını cahil, bilinçsiz ve örgütsüz halk kitlelerine yedirmiş olmaktadır.

Dolayısıyla da arkadaşlar; Tayyip’e “Sayın Cumhurbaşkanı”, “Cumhurbaşkanı”, “Sayın Erdoğan” diyen her kişi bu suça ortaktır. Ve böyle hitap etmekle suçu ve suçluyu gizlemiş olmaktadır.

Biz ne diyoruz?

Tayyip, kriminal bir kişidir. ABD yapımı mafyatik bir örgütün şefidir. Çıkar amaçlı bir suç örgütünün şefidir. Bu sebeple de bırakalım CB olmasını, kamu kurumu çalışanı olmasını, işlediği binbir suçtan dolayı onun yargı önüne çıkarılıp hesap verir durumda olması gerekmektedir. Ayrıca da hastalıklarından dolayı psikiyatrik tedavi altına alınması gerekmektedir.

Ne acıdır ki arkadaşlar; biz bu tespitimizde ve taleplerimizde bir başımıza kaldık. Bize omuz veren, destek veren saygıdeğer hukukçu dostumuz, YARSAV Kurucu Genel Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Yazar Ergun Poyraz dışında hiç kimse olmadı.

Eğer yukarıda sözünü ettiğimiz kamu kurumları, makamlarının, görevlerinin kendilerine yüklediği sorumluluğu bilince çıkarıp ona uygun davranma cesaretini gösterebilmiş olsalardı, Tayyip çoktan devletin tepesinden tekerlenip gider ve kendisini tarafsız ve bağımsız Yargı önünde bulurdu…

Hep söyledik, yine söylüyoruz:

Tayyipgiller iktidarı şu an Türkiye’nin başına ABD tarafından getirilmiş, Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat Depreminden bile çok daha ağır yıkımlara sebep olmuş bir suç örgütüdür. Halkımızın ve ülkemizin en büyük felaketidir. ABD tarafından boğazımıza dolanan bu lanet halkasını çıkarıp atmadığımız sürece, felaketten felakete uğrayacağımız ve daha ağır yıkımlara, can ve mal kayıplarına uğrayacağımız apaçıktır.

Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Tanı Ölçütleri Kitabı ne diyor Tayyip’in hastalığını tanımlarken?

“Empati yapamaz: Başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanıyıp tanımlama konusunda isteksizdir.”

Yani Tayyip ve benzeri hastalarda acıma duygusu, vicdan merhamet diye bir duygu asla bulunmaz. O, bir avcının hayvanı kalleşçe katlederken içinde bulunduğu durum gibi bir durumdadır her zaman; yani acıma, duygulanma asla söz konusu olmaz.

Empati yapmak ya da empatide bulunmak, insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını, dertlerini, acılarını, sorunlarını aynen onun gibi yaşamaya çalışarak tanıyıp anlayabilmesidir. İşte Tayyip’te vb. hastalığa sahip şahıslarda böyle bir özellik, yetenek bulunmaz. O bakımdan acı çeken, sıkıntıda olan, bunalımda olan insanların durumu hiç ilgilendirmez böylelerini. Karşısındaki insanın ve insanların ölümle burun buruna olması, ölümün elinden kurtulmak için çığlıklar atması, çırpınması hiç umurlarında olmaz. Onlar sadece kendi durumlarına ve çıkarlarına odaklıdır. Başka hiçbir şey düşünmez. Tek düşüncesi ve sorunu, ömür boyu iktidarını ve saltanatını sürdürebilmektir. Bunun yapmayacağı hile, dümen, kurmayacağı tuzak, kıymayacağı can, aldatmayacağı kitleler yoktur. Her türden ihaneti gözünü kırpmadan yapar.

Vatan topraklarını dahi duraksamadan satar. Nitekim, Ege’de 20 Adamızı ve 2 Kayalığımızı, ABD’li efendilerinden aldığı emir üzerine, onlara şirin gözükebilmek için Yunanistan’a devredip geçmiştir…

Ve işte bütün bu sebeplerden dolayı da arkadaşlar; Tayyip nam despot, Tayyip nam kriminal şahıs, deprem sabahı, sınırlı sayıda da olsa can kurtarmaya koşan askerimizi felaket bölgesinden çekip almıştır. Ve askerin iki gün boyunca can kurtarma çalışmalarına yani arama ve kurtarma çalışmasına girmesini engellemiştir.

Bu, katliam anlamına gelen, canavarlık anlamına gelen, bölgeye adeta bir atom bombası atmak anlamına gelen halk düşmanlığı, acımasızlığı, zalimliği, zerrece umurunda olmamış ve rahatsız etmemiştir onu. Can kurtarmak açısından en kritik saatlere sahip bu 48 saatin heba olmasına yol açmıştır bu zalimliğiyle Tayyip. Ve bu sebeple de on binlerce canımız, ölümün kucağına terk edilmiştir…

Tayyip, yukarıda da belirttiğimiz gibi, zerre miktarda olsun bu can kayıplarından dolayı üzülmemiştir. Onun biricik derdi iktidarını sürdürmek, korumak, pekiştirmektir. İşte bu sebeple de; “arama kurtarma çalışmalarına hiç kimse katılmasın, onu sadece 2009’da benim kurduğum, imamlardan derleşik AFAD yapsın, böylece ben de ‘işte benim AFAD’ım şu kadar can kurtardı’ diye övünebileyim. Böylece de saygınlık ve güvenilirlik kazanayım”, diye düşünmüştür. Ve de o düşüncesi doğrultusunda davranmıştır.

İşte Tayyip budur, arkadaşlar…

Avanesini de hep kendisine kulca uşaklık edecek kişilerden, Ortaçağcılardan seçmiştir. Bu sebeple de avanesinden de bir bağımsız, olumlu anlamda yaratıcı düşünce davranışta bulunup onu kararlıca uygulayabilme becerisi beklemek boşunadır.

İşte gazeteci Memduh Bayraktaroğlu’nun açıklaması meydanda. Hulusi, Süleyman Soylu ve Mehmet Ersoy, deprem felaketini duyar duymaz hemen Ordunun harekete geçirilmesi ve arama kurtarma çalışmalarına seferber edilmesi için bir rapor, bir plan hazırlamışlar ve bunu uygulamaya koymuşlardır. Çok az sayıda da olsa askeri sahaya sürmüşlerdir.

Fakat saat 07.00 gibi durumdan haberdar olan Tayyip, bu Bakanlarına çok kızmış ve onlara çok ağır hakaretlerde bulunmuştur. “Benden habersiz bu işi nasıl yaparsınız? Derhal geri çekeceksiniz askeri”, diyerek emir vermiştir onlara. Onlar da yine çapsızlıklarından ve yüreksizliklerinden dolayı Tayyip’in bu canavarlık anlamına gelen emrini uygulamışlardır duraksamadan. Ve Tayyip, askeri iki gün boyunca can kurtarmaya koşturtmamıştır. Fakat halktan gelen yoğun tepkiler üzerine sınırlı sayıda da olsa askerin sahaya girmesine izin vermek mecburiyetinde kalmıştır. Ve daha önce de belirttiğimiz gibi bu sayı, en son durumda bile 26 bin civarında olmuştur.

Oysa bu felaketten daha küçük boyutta olan 1999 Gölcük, 17 Ağustos Depreminin sabahında sahada 34 bin asker fiilen bütün imkan ve kabiliyetleriyle can kurtarmaya çalışıyorlardı.

Saygıdeğer arkadaşlar;

Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu ruh sağlığı bozuk, kriminal şahıs Türkiye’nin tepesinde bulunduğu sürece ülkemiz ve halkımız felaketten felakete koşacaktır. Bunun ve avanesinin sağlıklı, doğru, halkımızın çıkarına bir tek düşünce üretip davranışta bulunması olası değildir.

Demek ki yapmamız gereken en önemli, en hayati görev; ABD yapımı, mafyatik, çıkar amaçlı bir örgüt olan Tayyipgiller iktidarından, onların ihanet ve yıkımdan başka hiçbir anlama gelmeyen kötülükler imparatorluğundan kurtulmaktır.

Bütün yerbilimcilerin-deprem bilimcilerin uyarıları, aynı tespiti dile getirmektedir: Eli kulağında olan İstanbul Depremi ya da Marmara Depremi, Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli iki depremden çok daha ağır yıkıma ve can kaybına yol açacaktır. Eğer gerekli önlemler şimdiden alınmazsa, bu depremin gerçekleşmesi sonucunda 500 bin civarında can kaybımız olacak, 100 milyarlarca dolar civarında da maddi hasar oluşacak.

Kahramanmaraş Depreminin maddi hasarı, 80 milyar dolar civarında belirlemiştir, şu anki burjuva ekonomistleri. İstanbul, Türkiye’nin en kalabalık nüfusa sahip şehri olmakla birlikte en önde gelen sanayi şehri olduğu için söz konusu deprem, canlarımızla birlikte sanayiyi de vuracaktır ve büyük çaplı maddi hasara yol açacaktır.

Bu depreme karşı 21 yıldan bu yana olumlu bir davranışı olmuş mudur Tayyipgiller’in?

Hayır.

Bundan sonra olabilir mi?

Bizce yine hayır…

O ne yapıyor?

Narsisistik Mental Hastalığından dolayı ün ve nam salabilmek için “Kanal İstanbul” gibi akıl, mantık ve bilim dışı projeler üretip öyle işlerle uğraşıyor. Ve Halifelik egosunu tatmin edebilmek için de her yıl yurtdışındaki dinci iktidarlar eliyle yönetilen İslam ülkelerine 8 milyar dolar civarında hibede bulunmaktadır.

Eğer bu paraların toplamı Kahramanmaraş’ın da dahil olduğu İstanbul gibi deprem riski altında bulunan şehirlerimizin kentsel dönüşümüne, depremin yaratacağı tahribattan korunmak için alınması gereken önlemlere ve bu kapsamda yapılması gerekenlere harcansaydı; ne 6 Şubat felaketi yaşanırdı ne de İstanbul’un 20 milyon civarındaki insanı bugün deprem korkusu içinde olurdu.

Yine Abdüllatif Şener’in tespitine göre, sadece Tayyip ve yakın aile çevresinin aşırdığı kamu malı tutarı 300 milyar dolar civarındadır. Bu para da eğer Tayyipgiller tarafından hırsızlanmayıp namuslu bir iktidar eliyle deprem riski altındaki şehirlerimizin depremden korunması için harcansaydı, şu an Türkiye’de deprem korkusu yaşamazdı insanlarımızın hiçbiri. Yani tüm şehirlerimiz depreme karşı güvenli hale getirilmiş olurdu.

Fakat başta Tayyipgiller iktidarı gelmek üzere bu Amerikan yapımı Parababaları iktidarlarından halkı düşünmelerini beklemek, halkın dertlerine derman olmalarını beklemek; ölü gözünden yaş ummak kadar boştur, anlamsızdır. Bunların derdi halkı düşünmek filan değildir. Devran sürmektir, makam, ün, poz sahibi olmaktır ve küp doldurmaktır…

Ne diyordu rahmetli şairimiz Hayaloğlu?

“Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu. Biz başka havadaydık.”

Yani bu ABD devşirmesi, ABD yapımı, ABD piyonu, kuklası burjuva siyasetçileri, en sağcısından en solcusuna kadar başka havadadır, arkadaşlar. Bunların halkla, vatanla zerre miktarda ilgileri olmamıştır, bundan sonra da olmaz.

Birinci Kuvayimilliye’de olduğu gibi İkincisinde de emperyalistler ve bu işbirlikçi hainler defolup gidecekler ülkemizden, vatanımızdan.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

20 Şubat 2023

Nurullah Efe Ankut
HKP Genel Başkanı

[1] DSM IV, s. 247-248.

[2] https://onurlugazeteciler.net/tayyip-in-diplomasi.