Ortaçağ’ın karanlıklar dünyasının her boydan ve soydan şürekâsı…

Saygıdeğer İlahiyatçı Prof. Mustafa Öztürk de İslam konusunda aşağı yukarı bizimle aynı demesek bile çok benzer düşünüyor.

Demek ki arkadaşlar; İslam’da kız çocuklarının hiç kendilerine sorulmadan velileri tarafından 6 yaşında evlendirilip 9 yaşında zifafa sokulmak üzere erkeklerine teslim edilmesi varmış. Dinen böyle bir davranış uygun görülüyormuş.

Bundan önceki yazılarımızda, yine İlahiyatçılarımızdan kanıtlar göstererek bu görüşümüzü temellendirmiştik. Prof. Mustafa Öztürk, bu konuya ilişkin henüz ağır kanser saldırılarının etkisinden kurtulamamış olmasına rağmen dayanamayıp bir video daha çekti ve kız çocuklarının velilerince bebek yaşta evlendirilmelerinin İslam’ca uygun görüldüğünü bir kez daha ayetlerle, hadislerle ve İslam alimlerinin görüşlerine dayanarak kanıtladı.

İşte Mustafa Hoca’nın videosu ve onun tape edilmiş metni:

***

Videonun Tapesi

Merhabalar…

Bugün konumuz Diyanet, ama genel olarak Diyanet değil. Bundan önceki videomuza konu olan, işte küçük kız çocuklarıyla evlilik meselesinde Diyanetin yaptığı açıklama. Bu açıklamayı masaya yatıracağız, ne anlama geldiğini tartışacağız.

Malum olay patlak verdikten sonra Diyanet bir süre suskun kaldı, sonunda bir açıklama yaptı. Açıklamanın üstü, altı var. Oraları değil ama bizi ilgilendiren paragraf şöyle başlıyor. “İslam’a göre”, yani mealen okuyorum ama içerik de yanlış olmayacak:

“İslam’a göre çocuklar fiziksel ve ruhsal olgunluğa erişmeden, aile kurumunun anlam ve önemini kavrayacak, idrak edecek rüşt çağına gelmeden evlendirilemez. Yani bu şekildeki bir evlilik İslam’a göre caiz kabul edilemez. Bizim temel görevimiz çocukları istismardan korumaktır.”

Açıklama bu. Bu açıklamanın en kritik yeri, “İslam’a göre” kısmı. İslam’a göre böyle bir şey olamazmış. Fakat bu noktada bir dizi soru akla geliyor. Birinci sorumuz şu:

Diyanetin de Kur’an-ı Kerim’den sonra en temel, sahih, muteber kaynak kabul ettiği Buhari, arkasından Müslim, daha sonra, atlıyorum, Tirmizi, İbni Mace vs, yani Kütüb-i Sitte. Altı hadis kitabında ve bu kitapların çoğunda ve Sünni Gelenekte muteber kabul edilen birçok hadis kaynağında, keza birçok erken dönem siyer kitaplarında bizzat Hz. Ayşe’nin ağzından; “Ben 6 yaşında sözlendim, nişanlandım, 9 yaşında evlendim Peygamberle…” Bu hadisin 6-9, 7-9 gibi versiyonları var. Yine bu hadisin, “Ben evlendiğim çağda oyuncaklarla oynuyordum”, gibi başka varyantları da var.

Şimdi siz açıklamanızda İslam’a göre çocuk yaşta evlendirilemez demiştiniz, değil mi?

Ama bu hadis kitaplarında bal gibi de evlendirilmiş. Evlenen de sıradan birisi değil. Birisi Peygamber, birisi eşi. Soru şu:

Bu hadis kitapları şimdi sizin “İslam’a” göre dediğiniz şeyin kapsamına dahil mi değil mi?

Sizin açıklamanıza göre 6 yaşında, 9 yaşında evlilik olamayacağına göre bu hadisi ne yapacaksınız? Buhari’yi ne yapacaksınız? Müslim’i ne yapacaksınız? Bu rivayetleri ne yapacaksınız? Bu hadislerle hesaplaşmayı düşünüyor musunuz?

Bu soruyu özellikle sizin bünyenizde çalışan bir müftüye sormak isterim; Ankara Müftünüz… O geçenlerde veya ne zaman bilmiyorum, böyle cemaati karşısında bulunca coşmuş. Kütüb-i Sitte’yi geçtik, Kütüb-i Tis’a dediğimiz 9 hadis kitabındaki hadislerin sahihine de, zayıfına da iman ederim, diyor. Yani bu hadislere iman ettiyse bu müftü, soru şu:

Müftü Efendi; “6 yaşında sözlendim, 9 yaşında evlendim”, hadisine iman ettiysen, bu “İslam’a göre”nin kapsamına dâhil. O zaman kendi kurumunun riyasetine, reisliğine dönüp; “Be adamlar, siz nasıl açıklama yapıyorsunuz? Ne demek İslam’a göre değil, bal gibi de İslam’a göre. Bak Buhari’de ne diyor, Müslim’de ne diyor, Ahmed İbni Hanbel’de ne diyor! Ayşe Annemiz bak kaç yaşında evlenmiş, siz ne halt ediyorsunuz?”, diye sorabilecek misin?

Diyanetin bu açıklaması çerçevesinde yine bir ikinci soru soralım.

Mezhep imamları dediğimiz, mezhep imamları ve onları takip eden ulema, fukaha…

Fıkıh kitaplarında, ki siz de buluğ yaşıyla ilgili olarak Diyanet Kurumunun yayınladığı tanımlamada; “İslam Hukukçularına göre buluğ yaşı kızlarda 9’dur”, diye bir tanımlama yaptığınıza göre; İslam Hukukçularını demek ki referans alıyorsunuz.

Bu hukukçular yani bu fıkıhçılar neredeyse ittifakla ne demişler?

“Baba veya cedd-i sahih yani baba tarafından dede veya başka bir vasi, kız çocuklarını küçük yaşta evlendirebilirler.”

Bu konuda buluğa girme zorunluluğu, muhayyerliği kız çocuğu için yoktur. Velinin orada vereceği karar belirleyicidir, diyor mu?

Diyor. Şimdi bu İslam hukukçularının ya da fıkıhçılarının bu görüşü, sizin “İslam’a göre” dediğiniz şeye dahil mi, değil mi?

Açıklamanıza bakarsanız “İslam’a göre” uygun değil bu. Bu fıkıhçılar tabiri caizse böyle bir görüş beyan etmekte halt etmişler. Bu fıkıhçılarla hesaplaşmayı düşünüyor musunuz?

Ya da kendi yaptığınız buluğ çağı tanımlamasından avdet edecek misiniz? Orayı tashih edecek misiniz? Orada öyle yazıp, bugün toplumsal kamuoyu baskısı oluşunca; “İslam’a göre rüşt çağına gelmeden”, allem kullem diyerek yasak savma kabilinden ikiyüzlü, kaypak böyle açıklamalar yapmaya ne kadar devam edeceksiniz?

Yani kısacası sizin “İslam’a göre”niz nerede başlıyor, nerede bitiyor?

Bakın, bir daha tekrar ediyorum, 6-9 yaş evlilikleri hadis kitaplarında cirit atıyor. Sahabenin icmaına dayandırılıyor. Sahabenin icmaı, sizin “İslam’a göre” dediğiniz şeyin içinde mi, dışında mı? İçindeyse o “İslam’a göre” ne demek? Nerede o İslam?

Ben şundan bıktım: “Gerçek İslam bu değil…”

Ya ne? Gerçek İslam ne?

Gerçek İslam sizin Din İşleri Yüksek Kurulunuzun fetva düzenlerken esas aldığı Hanefi fıkıh kaynakları değil mi? Gerçek İslam Güneydoğu’daki, Doğu’daki Şafi vatandaşları dikkate alarak kaleme aldırdığınız veyahut yayınladığınız Fıkıh müktesebatı değil mi? Gerçek İslam Buhari, Müslim, Tirmizi değil mi size göre?

Bunlarsa şayet, bunlarda yazanların ne olduğu ortada. Ve bu bilgilere göre o adamlar da o cemaatte bal gibi uygulamayı yapmışlar. Adamların dünya kadar… Sizin esas kabul ettiğiniz, muteber addettiğiniz, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlarınızın sorulan sorulara sayfalarını karıştırıp fetva dayanağı aradığı kitapların arasından çıkarmış adam bunları. Hadis kaynaklarında var. Siz zaten İslam hukukçularına göre buluğ yaşı 9 yaş diye söylemişsiniz. Siz Diyanet olarak söylemişsiniz. Şimdi nasıl kalkıp da “İslam’a göre böyle değildir…” Ayrıca rüşt çağına erişmek, rüşt çağı, rüşt yaşı nedir? Kim belirliyor rüşt yaşını? Yani bir kız çocuğu 18’inde mi reşit oluyor, 15’inde mi? Onu da söyleseydiniz. Ama söyleseniz 18 deseniz. Orada buluğ çağına yazmışsınız 9… Yani o gün öyle, bugün böyle.

Açık söyleyeyim; bugün bu rezalet patlak vermeseydi, kesinlikle buluğ yaşı konusunda, evlilik yaşı konusunda, bu İsmailağa Cemaati bünyesinde yapılan uygulamadan teorik olarak hiçbir şekilde farklı düşünmeyecektiniz. Hâlâ da düşünmediğinizi düşünüyorum. Siz bu son yaptığınız, “İslam’a göre” açıklamasını kerhen yaptınız, yarım ağız yaptınız. Ama şuradan kaçamadınız: Efendiler, “İslam’a göre” dediğiniz şeyin karşılığı ne? Bu coğrafya nerede başlıyor, nerede bitiyor?

İslam’a göre böyle bir evlilik yapılamaz, İslam buna müsaade etmez, öyle mi?

Buhari’de Peygamber, eşi bal gibi de yapmış. Ne buyuracaksın şimdi? İslam’a göre mi değil mi? Hesaplaş hadisle. Hesaplaş Buhari’yle, hesaplaşabiliyor musun?

Ankara Müftüsü; sen hesaplaşsana. Diyanetle hesaplaş. Çık delikanlıca de ki; “Ne diyorsunuz be! Bal gibi de olabilir. Kimin haddine düşmüş taciz demek, tecavüz demek, yok ceza hukukunda, efendim, en az limiti 20 küsur seneden başlayan bir suçun konusu yapmak. Siz ne diyorsunuz ya. Peygamber döneminden beri uygulanan, sünnete konu olan, hadislerde yer alan, fıkıh imamlarının neredeyse ittifakla kabul ettiği dini bir husustan bahsediyoruz. Siz bunu nasıl sapkınlıkla özdeşleştirebilirsiniz?”, diye çıkıp cayır cayır konuşsana!

Öyle Kütüb-i Tis’a’nın zayıf hadisine iman ettim deyip, öyle kamuoyunun önünde nara atarak, delikanlılık, kabadayılık yaparak konuşmak yerine şimdi çık hem işin aslını anlat, hem Diyanetin açıklamasını. Kendi kurumunu sorgula, sigaya çek. Ne diyorsunuz efendiler!

Görünen o ki toplumsal kamuoyu büyük bir infial yaratınca bu bizim Diyanet, “İslam’a göre” diye açıklamasıyla kendi hadis kitaplarını da sattı haraç mezat, esas aldığı Hanefi Mezhebi başta olmak üzere fıkıh ulemasını da harcadı, sattı. Çünkü bugün ancak böyle bir açıklama yapmak gerekiyordu.

Ne kadar ilkeli, ne kadar ilmi olarak namus, haysiyet taşıyan bir açıklama, gördünüz değil mi?

Oysa 2012’de daha usturuplu, daha böyle punduna uydurulmuş bir açıklama söz konusuydu. “Ya o zamanın örfü” falan filan. Onu bile diyemedi bu sefer, bu sefer direkt İslam dışı bir uygulamadır, dedi ama tuzağa düştü. İslam dışı uygulama diyorsun da, e kardeşim buluğ yaşını tanımlamada İslam hukukçuları diye referans gösteriyorsun. Senin İslam hukukçuları dediğin adamlar, kız çocuğu küçük yaşta bal gibi, velisi tarafından evlendirilir diye ittifak etmişler. Şimdi git sor, sen İslam dışı mısın, İslam içi misin, İslam’a göre misin, değil misin? Önce sen “İslam’a göre” dediğin şeyin kapsamı, alanı nerede başlıyor, nerede bitiyor, bunu ilmi açıdan namusluca, haysiyetlice bir izah et kamuoyuna.

Diyanet; böyle kaypak açıklamalarla bir yere gidemeyeceksin!

Zaten yaptığın açıklamayı kimse itibara almadı, inanmadı. Zerre kadar da ona bir değer de atfetmedi. Diyanet bu hallere düşmemeliydi. Ama Diyanet şu anda o rezaletin patlak verdiği cemaatin vesayeti altında olduğundan yarım ağız, ancak böyle sözünün coğrafyasının nereye gittiği, nerede başladığı, nerede bittiği hususunda kendisinin bile düşünmeden, sonucunun nereye varacağını hesaplamadan böyle açıklamalar yapmakla yetinebildi.

Bu arada aslında ilahiyatçı profesör, şöyle biz bizeyken, sempozyumlarda hele de bu dönemin böyle dini, siyasi iklimini iyi koklayan ilahiyat baronları, hani yatıp kalkıp fıkıh usulü şöyle yetkinliğe sahiptir, böyle derinliklidir, şu kadar sonsuz imkânları vardır, fıkıh müktesebatımız derya denizdir deyip dini, İslami alanda yeni fikirler, yeni bakış açıları getirmeye çalışanları sürekli ilzam edip, sürekli yerli oryantalistlikle suçlayan ağalara sesleniyorum:

Ağalar; bu olay karşısında, şu spesifik olay karşısında, şu bizim fıkıh müktesebatımızın ne dediği hususunda iki çift laf etseniz, fıkıh müktesebatımızın ne dediği konusunda millete bir açıklama buyursanız, dinlesek biz de. 6 yaşında, 9 yaşında, 10 yaşında kız çocukları niye evlendirilmesin? “Evlendirilebilir, fıkıh müktesebatımız böyle söylüyor…” O sizin derya dediğiniz, deniz dediğiniz kitaplarınız…

Evet, konuşsanıza bugün mesela. Yiğitçe çıkıp Kayseri’den bir ses verin. Kayseri İlahiyattan, Bursa İlahiyattan, Ankara İlahiyattan, Marmara İlahiyattan bir ses verin ya, çıkın. Entelektüel ortamlarda böyle bolca kavram mugalatası yaparak, fıkıh usulü şöyle derinlikli, böyle yetkin, böyle bilmem ne diye hikaye anlatmayı biliyorsunuz tatlı sularda. Konuşun şimdi…

Siz hiçbir zaman, hiçbir kritik ortamda konuşmadınız ki. Sizin entelektüelliğiniz tufeyli entelektüelliği, asalak entelektüelliği. Boş zamanlarda, boş laf konuşmakla maruf, meşhur olan bir entelektüellik. Çıkın, ya reddedin, bu nedir deyin, fıkıh usulüyle de, fıkıh müktesebatıyla da çatır çatır hesaplaşmalıyız deyin; ya da çıkın, sahip çıkın müktesebatınıza, geleneğinize. O fetiş gibi gördüğünüz geleneğinizin arkasında durun. Ne diyorsunuz siz, deyin ya…

“Bizim dini gelenek bunları müdellel [kanıtlı] hale getirmiş. Peygamberden, sahabeden, ayetten, hadisten delillerini bulmuş, bir temele oturtmuş. Bunun metodolojisi var, gelişigüzel söylenmemiş bunlar. Siz ne diyorsunuz? Hangi istismardan, hangi cinsel tacizden, hangi pedofiliden, ne sapkınlığından bahsediyorsunuz? Dinde yeri var bunun, ilmi olarak da yeri var”, diye ilim adamları sıfatıyla konuşsanıza!

Niye konuşmuyorsunuz?

Kapalı devre sempozyumlarda esip gürlüyorsunuz. Bir kişi ya Tarihselci olur ya Müslümandır diyecek kadar zırvalıyorsunuz. Çıksanıza, sahip çıksanıza geleneğinize! Niye harcadınız geleneği, niye sattınız? Bir yere de kemikli olarak çıkın, konuşun. Millet savunduğunuz geleneğin ne olduğu konusunda da açık bir fikir sahibi olsun. Sahip çıkın geleneğinize ya. Bak çatır çatır eleştiriliyor, özdeşleştirildiği şey sapıklık. Pedofili diyorlar.

Sen de de ki; “Benim imamımın, takipçilerinin, asırlar boyu ulemamın fıkıh kitaplarında özene bezene delillendirmeye çalıştığı bir görüşe sen nasıl sapıklık dersin?”, diye çıkıp savunsana. O profesörlük titri ne işe yarıyor? Bugün konuşmayacaksınız ne zaman konuşacaksınız? Konuşsanıza!

Bu arada yeri gelmişken… Bir arkadaşım, benim bir önceki videoda Talak Suresinin 4’üncü ayeti, bu küçük yaştaki evliliğe Kur’an’dan delil gösterilir diye başlayıp, o kapsamda anlatırken “vella-i lem yehidne” ayetini ulema, henüz adet görmemiş, küçüklüklerinden dolayı diye açıklamış, böyle anlam vermiş, dedim. Ama ayet “lem yehidne” yani aslında adet görme ihtimali kalmamış anlamına geliyor, düz anlam. Dedim ki, bu diğer anlamı vermeleri Übey bin Ka’b veya başka bir sahabeden gelen rivayetle de ilişkilendirilmiş, biraz rivayetin de itmesiyle böyle bir anlam tercih edilmiş.

E, tefsir geleneğinin, aşağı yukarı klasik geleneğin hemen hemen ittifak ettiği anlam bu. Bu çağdaş dönemde burada aslında hayat boyu ya hiç adet görmemiş, fiziksel bir rahatsızlığından dolayı veyahut adet görme dönemi bitmiş, menopoza girmiş diye verilen anlam bu. Bu yeni anlam, çağdaş dönemin anlamları. Geçmişte de var ufak tefek bu anlamı tercih edenler ama ağırlıklı baskın görüş, küçük yaştaki kız çocukları. Küçüklüklerinden dolayı adet görmüyor. Çocuk gelinden bahsediyor, Talak Suresinin 4’üncü Ayeti.

Ben bu ayete ilişkin tercih ettiğim anlamı videoda belirtmedim. Arkadaş, birisinin benim bu konuda mealde bu anlamı tercih etmemi ama konuşmada hangi anlamı tercih ettiğimi belirtmememi çelişki olarak görmüş. Evet, ben de geleneğin tercih ettiği anlamı tercih ediyorum. Küçük kız çocuklarının iddetiyle ilgili o ayet. Aynen onu tercih ediyorum. Hatırladığım kadarıyla o ayetin mealinin altına da Taberi’den, İbn Atiyye’den referansını verdim, şu rivayetten dolayı bu ayet inmiştir, diye. Ben de onu tercih ediyorum.

Peki, Hocam onu tercih ediyorsan bugünkü çocuk yaştaki evliliğe de cayır cayır karşı çıkıyorsan, bu çelişki değil mi?

Değil tabiî… Ben size bugüne kadar dedim mi ki, Kur’an’ı Kerim’de gördüğünüz her hüküm evrenseldir, kıyamete kadar geçerlidir diye? Demedim. Tam tersine; benim adım niye “Tarihselci” diye biliniyor? Ben dedim ki “Kur’an dinin kitabı olabilir ama Kur’an’da anlatılan her husus dini, ahlaki içerikli değildir. Kur’an’da dünya kadar Arap’ın o günkü örfüyle ilintili, örfüyle kayıtlı ve bugünkü dünyada karşılığı olmayan, cariyesinden ganimetine, bilmem nesine kadar dünya kadar şey var”, dedim. “Bunlar din de değil, siyaset”, dedim. “Kültür”, dedim. “Bunlar antropolojinin konusu”, dedim. “Kur’an’da onun yer alması dini, ahlaki bir içerik taşıdığı anlamına gelmez.”

Ben dinin ne olduğunu söyledim size: Din, insanın ruhunu besleyecek olan, manevi açlığını doyuracak olan, onu daha ahlâklı, daha duyarlı, daha vicdanlı, daha merhametli kılacak olan ve bu yönünü besleyen hususlardan ibarettir.

Onun için ben size dedim ki gidin, Hz. Peygamberin şu kadar bin hadisi var ama bu hadisler hayat olaylarının tümüne dair. Ama bunların içerisinden birisi çıkmış demiş ki, insanın gündelik hayatında ahlâki olarak işine yarayacak Peygamber sözlerini bir toplayayım diye, bir “Riyâzu’s Sâlihîn” diye bir şey derlemiş. Gidin, onu okuyun Buhari’yi okuyacağınıza, dedim. Hz. Peygamberin insanın ahlâkına dokunacak hadislerini okuyun, dedim. Kur’an-ı Kerim’de hepi topu bize ne söyleniyor diye bir çalışma yapsak, başından sonuna okusak, sonundan başına çevirsek bir daha okusak; hepsini dur, Allah bizden ne istedi bakalım diye maddeler halinde yazsak; A4 kâğıdının arkalı önlü iki yüzüne sığar, artar. Buna gelenek 54 farz demiş. Onu bile silkeleseniz geriye 30-40 maddelik bir şey çıkar. Al sana din… Hepi topu bundan ibarettir.

Ben size dedim mi ki, Kur’an-ı Kerim’in içerisindeki her şeyin evrensel olduğunu…

Dolayısıyla Talak Suresinin 4’üncü Ayetinde de aynen kız çocuklarının evliliğinden bahsediliyor ama beni o beyan hiç ilgilendirmiyor. İman konusu değil orası. Vahiy konusunda da ne düşündüğümü de anlattım. Soluğu yurt dışında aldım, biliyorsunuz. Vahiy konusundaki bakış açısı değişmedikçe, bu işlerin altından kalkamayacaksınız. Ama bir gün oraya geleceksiniz. Zeyd-Zeynep evliliği, sonra onların boşanması, Peygamberin evliliği veya Ahzab Suresinde, 50’nci ayette şu şu şu şu sınıf kadınların tamamını “hâlisaten leke min dûni-lmuminîn”, “bir tek sana, mümin erkeklere değil”, diye anlatan hususları…

Bunlar din midir ya, bunun nesi din? Hz. Peygambere Allah imtiyaz olarak şu kadar sınıf, tür kadınla evlenmeyi helal kıldı, bir tek ona. Bu din mi? Bunun, insanlığa bir mesaj verme iddiası var mı bu cümlenin? Savaşa çıktık, ganimeti aldık, esirleri önümüze getirdik ve bunları esir olarak aldık. Kadınsa cariye yaptık, erkekse köle yaptık, gittik ya pazarda sattık ya merhametimize geldi, hepten serbest bıraktık. Alın size hukuk. Bu evrensel bir hukuk mu? Değil…

Hz. Peygamberin idrak çapı nispetinde Cenab-ı Allah’tan tabiri caizse bugünkü Türkiye’nin temel sorunlarını nasıl ki 5-10 maddede özetliyorsanız, “vahiy aydınlanması” dediğimiz şey 5-10 büyük başlıkta bir aydınlanma, bir vahye muvazaniyeti var. O vahyin, ana başlıkların altını doldurması, onların yol haritasını da belirlemesi kendi dirayetiyle olmuştur. Dolayısıyla güncele dair, aktüele dair, örfe dair, kültüre dair birçok hususta Kur’an’ın konusu böylece olmuştur.

Kur’an, bir daha söylüyorum, dinin kitabı olabilir ama içinde yazan her şey dini, ahlâki muhtevalı değildir. Neyin dini, ahlâki muhtevalı olup olmadığını da özel olarak çabalamaya, gayret etmeye, düşünmeye, tefekkür etmeye, araştırmaya gerek yok. İnsan dönüp kendine, onun ahlâki dünyasını mamur kılan davranışın, eylemin ne olduğunu o kadar basit, o kadar rahat kendisi bilir ki… Bunun için bir sağduyu, bir vicdan sahibi olmak, bir aklıselim sahibi olmak yeterlidir.

Bu konuda tahsile, mürekkep yalamaya falan hiç gerek yoktur. “Hocam ne din, ne değil?”i hiç bana sormayın. Onu kendi vicdanınıza sorun, o bilir onun cevabını. Bugün hayatınızda eksikliğini hissetmiyorsunuz ama Kur’an’da da o yazdığını görüyorsunuz ama; “Allah Allah Kur’an’da bir hüküm olarak var, yeri var ama hayatımda uygulamıyorum, eksik de hissetmiyorum”, dediğiniz şey demek ki din değil.

Ama Kur’an’da küçücük bir cümleyle bile, ibareyle geçiyor, yasak olarak geçiyor, efendime söyleyeyim, veya emir olarak geçiyor siz; onun gereğini yapmıyorsunuz. O sizin vicdanınızı tırmalıyor. Ha o din! Hâlâ sizi tırmalıyorsa… Mesela gıybet; “ölü kardeşinin etini yemek”, diye tanımlanıyor. Gıybet ediyorsun ve yaptığından sen bile vicdanen rahatsızlık duyuyorsun. Bak hâlâ seni ırgalıyor, hâlâ seni rahatsız ediyor. Al sana din işte; o, din…

Evet, uzun lafın kısası, tekrar asıl konumuza dönelim. Diyanet, “İslam’a göre” derken aslında bu “İslam’a göre” diye başlayan açıklamasıyla, kendisinin bizzat referans kabul ettiği, Kur’an-ı Kerim’den sonra sahih kabul ettiği kitapları bir bakıma harcamış durumdadır. Ya o kitaplara sadakatten vazgeçmeyerek, oralarda kabul edilen, oralarda zikredilen mezhep imamları ve ulema, fukaha tarafından altı çizile çizile belirtilen fetvaya, görüşe sahip çıkacak; “İslam’a göre olan budur”, diyecek, kamuoyu baskısını, infiali hiçe sayacak, ister beğenin beyler ister beğenmeyin, “İslam’a göre”si bu diyecek; ya da arkadaşlar “İslam’a göre” buysa yani küçük kız çocuklarıyla evlenmek, “İslam’a göre” yasaksa o zaman bizim “İslam’a göre” dediğimiz şey de Buhari’nin, mezhep imamlarının söylediklerinin artık bugün bir anlamı kalmamıştır. “İslam’a göre” dediğimiz şey, kamu vicdanını, insan vicdanını yaralamayan şeydir deyip o kitaplarla, o mezheplerle, o fetvalarla hesaplaşacaktır. Dürüst olmanın, ilkeli olmanın icabı budur. Bundan başka söyleyeceğim bir şey de yoktur. Hoşça kalın efendim. (https://www.youtube.com/watch?v=mcdXkqNEPDM&t=1s&ab_channel=Mustafa%C3%96zt%C3%BCrkAr%C5%9Fivi)

***

Açıkça ve kesince görüldüğü gibi, arkadaşlar, bu pedofil, sapık tarikatlar, referanslarını demek ki hep güvenilir hadis kaynaklarından, “Kütüb-i Sitte”den, “Kütüb-i Tis’a”dan ve Kur’an ayetlerinden almaktalarmış.

İlahiyatçımız Mustafa Öztürk, elbette insan olarak çocuk yaştaki kızlarımıza yaşatılan trajedilere isyan ediyor, bizim gibi. Fakat bununla yetinmiyor. Binbir hileyle Hz. Muhammed’in evlatlığı Zeyd’den Zeyneb’i boşandırıp onunla evlenmesine de isyan ediyor. Tabiî çok haklı olarak…

Senin evlatlığın yahu…

Nasıl onun eşine göz koyup bir yığın numarayla onu boşandırıp, üstelik nikahı da Allah’a kıydırtıp onun eşiyle evlenebilirsin? Bu olacak şey mi?

Mustafa Öztürk, Ahzab Suresinin 50’nci Ayetinde, evi nikahlı eş ve cariyelerle dolu olmasına rağmen hâlâ bir yığın kadınla daha sen evlenebilirsin, sana darlık olmasın diye biz bu iltiması yapıyoruz, diyerek Allah adına konuşup Hz. Muhammed’in yeni kadınların peşinden koşmasına da isyan ediyor.

Hatırlanırsa şöyle diyordu bu ayet:

“Ey peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği câriyelerini, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, hala kızlarını, dayı kızlarını, teyze kızlarını sana helal kıldık. Ayrıca mümin bir kadın kendini peygambere mehirsiz olarak bağışlar, peygamber de onunla evlenmek isterse, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere, onu da sana helâl kıldık. Müminlere eşleri ve sahip oldukları câriyeleri hakkında hangi kuralları geçerli kıldığımızı biliyoruz. Sana mahsus olanı güçlük çekmeyesin diye meşrû kıldık. Allah çok bağışlayıcı, pek esirgeyicidir.” (Ahzab Suresi, 59’uncu Ayet, Diyanet İşleri Meali)

İlahiyatçımız Mustafa Öztürk ne diyor bu ayette anlatılanlar için?

“Bunlar din midir ya, bunun nesi din? Hz. Peygambere Allah imtiyaz olarak şu kadar sınıf, tür kadınla evlenmeyi helal kıldı, bir tek ona. Bu din mi? Bunun, insanlığa bir mesaj verme iddiası var mı bu cümlenin?”

Sayın Hocam; işte din tam da bu. İslam’ın Medine döneminde ortaya konan dinin aslı, özü de bu işte…

Bunun insanlığa ne mesajı var, diyorsunuz da; muhakkak ki olumlu yönde, iyilik yönünde hiçbir mesajı yok. Fakat tam tersi yönde, trajedi boyutunda pek çok mesajı var. İşte yığınla tarikatta, cemaatte, tekkede, zaviyede, Kur’an Kurslarında, çocuk yaştaki kızlara ve hatta erkeklere yapılan cinsel saldırıların, tacizlerin, tecavüzlerin hep ana referans kaynakları buralardır. Bir din, onun kurucusuna cinsel yönden bu kadar ayrıcalıklar tanır ve neredeyse işi gücü bırakıp o din kurucusunun cinsel meselelerini halletmeye soyunursa; o dinin takipçileri de kurucuyu örnek aldıkları için çağımızda artık insanlık dışı, ahlâk dışı olarak kabul edilen bu tür faciaları yaşatmaya devam edip dururlar.

Saygıdeğer Hocam;

Ne diyor Allah o ayette?

Diğer Müslümanlara değil, sadece sana helal kıldık bu kadınları, diyor.

Gerekçesini de nasıl açıklıyor?

“Sana bir darlık olmasın, diye.”

Hadi kadınları artık çamurlara bulayıp insandan bile saymadığını bir kenara bıraksak bile, meseleye sadece erkekler açısından baktın diyelim. Peki bu kadar kadını helal kılmamak bir darlık oluşturuyor ise diğer Müslüman erkekleri niye o darlıkta bırakıyorsun? Bu eşitlik midir, adalet midir?

Ondan sonra da “Muhakkak ki biz çok eşitlikçiyiz, çok adaletliyiz”, diyorsun.

Oldu mu şimdi bu?

Bu Zeyd-Zeyneb ve Hz. Muhammed evliliği konusunda bırakalım bu çağı, tâ o günlerde Hz. Muhammed’in en gözde eşi Hz. Ayşe bile dayanamayıp isyan ediyor yahu. Hani diyor ya Hz. Muhammed, Allah’ın ağzından, … ayette:

“Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, ‘Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın’ diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.” (Ahzab Suresi, 37’nci Ayet, Diyanet İşleri Meali)

Bu içler acısı ayete Hz. Ayşe bile tahammül edemiyor ve isyanını şöyle netçe ortaya koymaktan kendini alamıyor:

“Yâ Rasülallah! Vallahi bana öyle geliyor ki, Rabb’in (kadınların değil) ancak senin arzunu/rızanı, hoşnutluğunu tahakkuk ettirmek için böyle çabuk davranıyor.” (Buharî, Nikâh, 29; Müslim, Reda’ 49)

Görüldüğü gibi, arkadaşlar; Hz. Ayşe de Cebrail’e, Allah’tan Hz. Muhammed’e ayetler getirmiş olmasına inanmıyor.

Bakın, ne diyor yukarıda Hz. Ayşe?

“Rabb’in”, diyor. “Rabb’imiz” demiyor. Senin Rabb’in diyor yani. Rabb’in zevk işlerini halletmekte hiç zaman kaybetmiyor, diyor. O çağın kadınlar açısından cehennemcil denebilecek şartları içinde Hz. Ayşe ancak bu kadarını söyleyebiliyor. Daha ne desin…

Prof. Mustafa Öztürk, şöyle devam ediyor videosuna, yukarıda izlediğimiz gibi:

“Savaşa çıktık, ganimeti aldık, esirleri önümüze getirdik ve bunları esir olarak aldık. Kadınsa cariye yaptık, erkekse köle yaptık, gittik ya pazarda sattık ya merhametimize geldi, hepten serbest bıraktık. Alın size hukuk. Bu evrensel bir hukuk mu? Değil…”

Evet, evrensel hukuk değil. Ama Medine İslam’ının ortaya koyduğu hukuk işte tam da budur. Ve 1400 yıldan bu yana İslam ülkelerinde bu hukuk uygulanagelmiştir.

Ve İslam’ı nasıl özetliyor, arkadaşlar, Mustafa Öztürk?

“Ben dinin ne olduğunu söyledim size: Din, insanın ruhunu besleyecek olan, manevi açlığını doyuracak olan, onu daha ahlâklı, daha duyarlı, daha vicdanlı, daha merhametli kılacak olan ve bu yönünü besleyen hususlardan ibarettir.

“Onun için ben size dedim ki gidin, Hz. Peygamberin şu kadar bin hadisi var ama bu hadisler hayat olaylarının tümüne dair. Ama bunların içerisinden birisi çıkmış demiş ki, insanın gündelik hayatında ahlâki olarak işine yarayacak Peygamber sözlerini bir toplayayım diye, bir “Riyâzu’s Sâlihîn” diye bir şey derlemiş. Gidin, onu okuyun Buhari’yi okuyacağınıza, dedim. Hz. Peygamberin insanın ahlâkına dokunacak hadislerini okuyun, dedim. Kur’an-ı Kerim’de hepi topu bize ne söyleniyor diye bir çalışma yapsak, başından sonuna okusak, sonundan başına çevirsek bir daha okusak; hepsini dur, Allah bizden ne istedi bakalım diye maddeler halinde yazsak; A4 kâğıdının arkalı önlü iki yüzüne sığar, artar. Buna gelenek 54 farz demiş. Onu bile silkeleseniz geriye 30-40 maddelik bir şey çıkar. Al sana din… Hepi topu bundan ibarettir.”

Mustafa Öztürk de, dikkat edersek arkadaşlar, İslam’ın ilk ortaya çıkış döneminin yani Mekke Döneminin Tarihsel Devrimci İslam’ının, Marks-Engels Usta’ların “Bedevi Tepkisi” dediği İslam’ın Antika Tefeci-Bezirgân Parababalarına başkaldıran, onların düzenini hedef alan ve onu yıkmayı amaçlayan döneminin İslam’ının, İlkel Komuna kaynaklı ya da kökenli değerlerini alalım, diyor. Burada bizimle aynı çizgiye tam gelmemiş olsa da yönelmiş oluyor.

Fakat meseleyi sadece İlahiyatçı olduğu için hocamız; son iki videosunda üstyapı yönüyle ele alıyor. Asıl sınıfsal temelde İslam’ın devrimci Mekke Döneminin hedeflediği, gerçekleştirmek istediği değerleri ıskalıyor.

Nedir bunlar?

Toprakta özel mülkiyeti kaldırıyor, o dönemin İslam’ı. “Rıba” dediği faizi yasaklıyor. Bakara 219’da ortaya konan şu ilkeyi ıskalıyor:

“(…) Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: “Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.” İşte Allah, ayetleri size böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.” (Bakara Suresi, 219’uncu Ayet, Yaşar Nuri Öztürk Meali)

Ne deniyor burada arkadaşlar?

Mal mülk, altın, gümüş küplemeyin. Sizin ve bakmakla yükümlü olduklarınızın zorunlu ihtiyaçlarına yetecek kadarını alın, diğerlerini ihtiyaç sahiplerine dağıtın, diyor. Servet sahibi olmayın, diyor. Yine Nahl Suresi 71’inci ayette ortaya konan; “Herkes rızıkta eşittir”, yani herkes geçim araçlarına sahip olmakta bire bir eşit olacaktır, buyruğunu ıskalıyor, Mustafa Hoca. Daha buna benzer, bu kapsamdaki bir hayli ayeti ve orada ortaya konan İlkel Komuna gelenekli değer ve prensipleri bu iki konuşmasında dile getirmiyor.

Hatırlatalım ki ölüm döşeğindeyken nakit parasının tamamı olan 7 (yedi) dinarı ve çok az miktarda olan eşyalarını ihtiyaç sahiplerine dağıttırmıştır, Hz. Muhammed. Yani bütün maddi nakit birikimi 7 dinardır, o gün. Böylesine maldan mülkten, paradan puldan uzak bir hayat yaşamıştır.

Fakat Hz. Hatice’nin erken ölümü, Medine döneminde kadınlara olan sınırsız zaafının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Cihatlar sonucu elde edilen mal mülk yani cansız ve canlı (köle ve cariye olarak) ele geçirilen servetler, İslam’ın bu devrimci özünün gölgelenmesine, aşınmasına, paranteze alınmasına sebep olmuştur.

Mekke Dönemi İslam’ı, kölelerin, yetimlerin, yoksulların, ezilen ve sömürülen yani Antika Tefeci-Bezirgân egemen sermaye sınıfının tahakkümü altında inleyenlerin İslam’ıdır. Medine Dönemi İslam’ı ise, cihatlarla ele geçirilen canlı cansız dağlar gibi ganimetlerin varlıklı kıldığı sahabilerin İslam’ıdır. İkisi birbirinin zıttıdır. Yani Mekke döneminde zulme başkaldıran devrimci fatihler, Medine döneminde cihatlarla zenginleşerek isyan edip ortadan kaldırmaya yöneldikleri Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının egemenliğine teslim olma yoluna girmişlerdir, en azından.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Hz. Ali’nin katledilmesiyle bu teslimiyet tamamlanmış, İslam Medeniyeti Derebeyileşme aşamasına geçmiştir.

Ne diyordu Marks-Engels Ustalar?

“Dinler, yaşanılan maddi dünyanın dinsel alana yansımasından oluşur.”

Yine, Karl Marks, 1859’da yayımlanan, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” adlı, Das Kapital’in ön hazırlığı olarak değerlendirilen ünlü anıt eserinin önsözünde aynen şu dahiyane tespitte bulunuyordu:

“Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesiyle örtüşür. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç biçimleriyle örtüşen bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” (Karl Marks, age, Önsöz)

İşte Mekke ve Medine İslam’ı arasındaki birbirine karşıtlığın maddi temeli, burada ortaya konan teorik tespitin ışığında duruca kavranabilir. Demek ki din de toplumun egemen sömürücü sınıfının hakimiyeti tarafından oluşturulan ideolojisinin kapsamı içine girer. Tıpkı Felsefe, Sanat, Kültür, Ahlâk, Hukuk, Edebiyat ve Siyaset, gibi, dinler de o ideolojiyi oluşturan birer üstyapı elemanlarıdır.

Mekke’de ezilen sınıfların çıkarlarını yani hak ve menfaatlerini gözettiği için, İlkel Komünal Toplumdan gelen yüksek ahlâki değerleri barındırıyordu İslam. Fakat Medine’de, hep söylediğimiz gibi, başka yöne evrildi. Egemenlerin yörüngesine savruldu. Bu bakımdan da Mekke ve Medine İslam’ı, yani İslam’a dair olan bilinç, birbirinden farklılaştı. Birbiriyle çelişir hale geldi.

Biz neyi savunuyoruz, arkadaşlar?

Kuşkusuz Mekke İslam’ının İlkel Komuna gelenekli değerlerini. Yani İslam’ın vicdan yönünü. Medine İslam’ını ise reddediyoruz. Çünkü o, vurguncu, asalak, sömürgen Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının ideolojisini, kölelik ve cariyelik de dahil olmak üzere savunmaya başlamıştır.

Kadınlar içinse cehennemcil bir hayat öngörmüştür. İşte bugün dahi “tarikat” ve “cemaat” adlı Ortaçağ’ın Din Derebeyliklerinde yaşanan trajedilerin faillerinin ideolojisini bu Medine Dönemi İslam’ı oluşturmaktadır. Tayyipgiller adlı Amerikan yapımı, mafyatik, çıkar amaçlı suç örgütü de insanlarımızı bu Medine Döneminin İslam’ıyla kandırmaktadır, maske olarak bu İslam’ı kullanmaktadır.

İlahiyatçı Mustafa Öztürk Hoca’yla söylemde farkımız şuradadır:

Mustafa Öztürk, Mekke Dönemi İslam’ının İlkel Komünist Toplumdan kaynaklanan yüksek ahlâki değerlerini savunuyor, gördüğümüz gibi. Biz de aynı değerleri savunuyoruz ama o İslam’ın toplumun ekonomik temeline, altyapıya ilişkin emir ve buyruklarını da savunuyoruz biz. Mustafa Hoca bunlardan söz etmiyor…

Bir diğer farkımız da, biz tabiî ki bütün dinler gibi İslam’ın da insan yapımı olduğunu, hele de Kur’an’ı baz alınca apaçık bir şekilde görüp gösteriyoruz. Mustafa Hoca ise hâlâ Kur’an’ın Allah kelamı ayetlerden oluştuğunu ileri sürmektedir.

Bize kalırsa Mustafa Hoca da bizim gibi işin aslını görmüş ve anlamıştır. Fakat o, durumu ve konumu gereği bizim gibi konuşamaz tabiî. Konuşmaya kalksa dönüp her şeye sıfırdan başlamak zorunda kalacak. Biz bunu da anlıyoruz ve hoş görüyoruz…

Yine tekrarlamaktan bıkmayalım ki arkadaşlar; Laiklik ve Laik, Demokratik, Bilimsel, Parasız, herkese eşit, Anadilin özgürlüğünü de kapsayan eğitim, her toplum için olduğu gibi Türkiye için de hava kadar, su kadar önemlidir. Ortaçağ’ın karanlıklarından halkımızı kurtarabilmemiz, bilim ve teknolojide en ileri ülkeler düzeyine gelebilmemiz, ülkemizin zengin kaynaklarını halkçı bir anlayışla değerlendirerek insanlarımızı karnı tok, sırtı pek, güler yüzlü, mutlu, sevgi dolu insanlar haline getirebilmemiz; ancak toplumumuzun altyapısını tutan ve sırtlarını Amerika’ya dayamış, öncelikli olarak o emperyalist haydudun çıkarlarına hizmet eden Antika ve Modern Parababaları İktidarını devirmemize, Devrimci Demokratik Halk İktidarını kurmamıza bağlıdır.

Eninde sonunda o da olacak muhakkak, arkadaşlar…

Hep söyleyegeldiğimiz gibi, insanlık bazen, bugün Türkiye’de olduğu gibi geriye gidişler gösterse de Tarihin ana doğrultusu hep ileriye olmuştur. Bu tarihsel gerçek, asla değiştirilemez.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

17 Aralık 2022

Nurullah Efe Ankut
HKP Genel Başkanı