Akıllarında yatan; bütün okulları kapatmak, ülkeyi medreselerle, tekkelerle şeyhliklerle, Kur’an Kurslarıyla doldurmaktır. Kadınları da evlere hapsetmektir…

Birkaç gün önce, bilindiği gibi, Nakşibendî Tarikatı’nın Fatih’teki İsmailağa Camii’ni karargâh tutmuş, orada 68 yıldır imamlık yapma bahanesi altında saf, cahil, bilinçsiz insanlarımızı zihin hasarına uğratarak Ortaçağ’ın zifiri karanlıklarına götürebilmek için gece gündüz demeden kan teri dökerek çalışan bir halk düşmanı, bir Laik Cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanı, bir Kuvayimilliye düşmanı öldü…

Cenaze törenine on yıllardan bu yana ona sadakatle bağlı olan ve sürekli desteğini ve cemaatinin oyunu almış olan Kaçak Saraylı Tayyip başta gelmek üzere onun bakanları ve onun eski akıldanesi ve başbakanı olan Davidson Ahmet ön safta hazır bulunmak kaydıyla katıldı.

Tabiî hep söyleyegeldiğimiz gibi, bu Tayyipgiller zaten kendileri de Kaçak Saraylı Hafız’ın şeyhliğinde bir tarikat olmak kaydıyla, bir tarikatlar ve cemaatler koalisyonudur. Türkiye’nin tüm şehir, kasaba ve köylerini örümcek ağı gibi sarmış bulunan ve hepsi de istisnasız ABD ve AB Emperyalistlerinin kucağında oynayan bu din tüccarları, bu din alıp satarak insanlarımızı Allah’la aldatan din derebeylikleri, sonunda 20 yıldan bu yana Türkiye’nin başına bela olan Tayyipgiller İktidarını üretti…

Bunlar durup dinlenmeden her ağızlarını açışta, her soluk alışta din alıp din satarlar. İçtenlikli, saf, bilinçsiz, cahil insanlarımız da bunları Gerçek Müslüman sanır. Bunları vatansever sanır. Oysa bunlar, Birinci Kuvayimilliye’de de emperyalist işgalcilerle iç içe, yan yana olmuşlardı, o günden bugüne de hiç duruşlarını, tutumlarını değiştirmediler. Yani Uluslararası Emperyalistlerin dinci maskeli ajanlarıdır bunların tamamı…

İnsanlarımızı kafadan uyuşturabilsinler ki onları, efendileri olan ABD-AB Emperyalistlerinin çıkar arabalarına bağlayabilsinler, koşabilsinler…

Bunlar; Antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin 1400 yıldan bu yana üretmiş bulunduğu demagojik, insan aklıyla alay eden ve tamamı da yalanlar üzerine kurgulanan zengin kültürel mirasa sahiptirler. O bakımdan bunlar, insanlarımızı İblisçe kandırırlarken hiç sıkıntı çekmezler.

İşte bu Mahmut Ustaosmanoğlu’ndan bu konuda birkaç fetva:

“Bir baldız eniştesine gözükmemelidir. Beraber bir sofrada yemek yememelidir. Yalnız olarak bir yolda yürümemelidir.

“Kadınların şoför olarak arabaya binmeleri şehevata girer. Bunu ben kendi kafama göre söylemiyorum. Bu ayetin tefsirini yapan Hz. Ali diyor ki bu gibi bineklere binmek şehevattandır.

“Kadınları aldılar işe, erkekler kaldı işsiz.

“Şimdi kadınları okutuyorlar, düştü tavuk çakalın eline, tavuk çakalın eline düşerse ne olur? Çakal onu yer.

“Kadınların şerefi gizli kalmalarında ve erkeklerle görüşmemelerindedir. Kadın çalışacak diye tutturmuş, sonra aç kalırlarmış. Sen karışmasana, o Allahu Teâlâ yarattığının rızkını verir. Sen yeter ki adam ol, Müslüman ol, uslu ol, akıllı ol.

“‘Kızlar katiyen ortaokul, lise üniversiteye gitmez. Bunun fetvası yoktur. Siz melek gibi kızlarınızı, çocuklarınızı nasıl o gibi yerlere teslim edersiniz? Kızlarımızın tek gideceği yer kız medreseleri vardır. Oraya gidecekler. Hiç erkekle işleri yoktur.” (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ismailaga-cemaati-lideri-mahmut-ustaosmanoglunun-sohbetlerinde-soyledikleri-yeniden-gundem-oldu-kadinlar-icin-soyledigi-sozler-dikkat-cekti-556233h.htm#17)

“-Ben kadınların dükkân açmasını asla helal görmüyorum

“-Çok acayip bir zamandayız. İki karı almak çok zor, çok zor!

“-Kadından memur olmaz. Kadınlar mektebe gitmez. Duymadık demeyin!

“-Kadın sokakta gezecek bir şey değildir, erkeğe gözükecek bir şey değildir.

“-Ey kadınlar! Altınlarınızı öttürmeyin, erkeklerin nefsi uyanır.

“-Kadınlar okullardan, dairelerden çekilmelidir, 104 kitaptan biri bile fetva vermez kadınların çalışacağına dair. Kız çocuğunun orta mektepte, lisede işi yoktur. Benîisrail’in ilk yıkılışı kadınlar yüzünden oldu. Kadınların vazifesi; ev işleri yapmak, efendisine itaat etmek ve millete, memlekete hayırlı evlat, asker yetiştirmek. Budur kadının vazifesi başka yok!

“-Zaruret olmadan kadınlar alışverişe çıkıyorlar, direksiz kubbeleri yıkacak bunlar!

“-Efendisi vefat etmiş bir hanımın nafakası temin ediliyorsa dört ay on gün evinden dışarı çıkamaz. Hatta bulunduğu apartman dairesinin üst katına ya da yan dairesine dahi gidemez…

“(…)

“Bazıları da diyorlar ki efendi hazretleri kuddise sirruh bana izin verdi diyorlar. Ben kimseye izin vermedim. Bir de yalan söylüyorlar. Öyle deyip bütün kadınları şoför yapıp yoldan çıkaracaklar. Onların arabalarına binenlerden de razı değilim.

“Yolda giderken birine çarpsa kaza olsa polis onu kucağına alıp götürecek eğer bu hanımlar bundan vazgeçerlerse eski muhabbetilerimi sürdürürüm.

“Benim bir kızım var. Sana koca İstanbul’u vereceğiz. Kızın şoförlük öğrensin. Vallahi billahi müsaade etmem. Sen ona şoförlük değil İstanbul’un dünya sevgisini veriyorsun. Dünya sevgisi insanı sarhoş eder. Sarhoş adama bütün kitapları okusanız anlamaz.” (https://www.veryansintv.com/mahmut-ustaosmanoglunun-kadinlara-yonelik-sozleri-gundemde/)

Görüldüğü gibi, arkadaşlar, Hazret ne rol biçiyor kadınlarımıza, kızlarımıza?

“Mutfakla yatak odası arasında ömür tüketmeye mahkûm kölelik.” Başka hiçbir şey değil… Yani İnsanın yarısını sosyal hayattan çekip eve hapsediyor. Tabiî dolayısıyla üretimden de tümüyle uzak tutmuş oluyor kadını.

Bu Ortaçağcı zehir saçıcısı, afyon tüccarı; tüm bunları kendi hayalhanesinden mi uyduruyor?

Ne acıdır ve ne yazıktır ki değil…

Bugün de varlığını sürdüren, Ortadoğu kökenli üç Kitaplı Dinin tamamında kadınlar bu statüdedir.

Kur’an’ı ele alalım. İşte Ahzab Suresi, işte oradan birkaç ayet:

“Ey Peygamberin hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Allah’tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın, yoksa, kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümit eder; daima ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin.

“Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye’de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekâtı verin; Allah’a ve Peygamberine itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! (ehl-i beyt) Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.

“Ey inananlar! Peygamber’in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamber’i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber’in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah’ın Peygamber’ini üzmeniz ve ne de O’nun eşlerini nikâhlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük şeydir.

“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu, onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Ahzab Suresi, 32, 33, 36 ve 59. Ayetler, Diyanet İşleri Meali)

Evet, arkadaşlar; ne diyor Kur’an ve Ahzab Suresi?

Peygamber hanımları, diyor, evlerinde oturacaklar.

Onlar tüm Müslüman kadınların örnek alması gereken kadınlar değil mi?

Evet, aynen öyle.

O zaman bütün Müslüman kadınları da eğer Allah’a yakın olmak istiyorlarsa evlerinde oturmalıdırlar…

Fakat yukarıda aktardığımız 59. Ayet, dışarıya da çıkabileceklerini söylüyor, öyle değil mi?

Burada bir çelişki var. 33. Ayette “evde kalın, evinizde oturun”, deniyor; 59. Ayette “dışarıya çıkarken üstlerine örtü almalarını” söylüyor. Tabiî sadece Peygamber hanımları için söylemiyor 59. Ayet. Bütün müminlerin hanımları için de söylüyor o buyruğu.

Biz buradan şunu anlıyoruz ki ancak belli şartlarda, mecbur kaldıkları durumda kadınlar, tabiî Peygamber eşleri de dahil olmak üzere, dışarıya çıkabileceklerdir, üzerlerine örtülerini almaları kaydıyla…

Ahzab Suresi, ortaya konuş sırasına göre, yani İslamiyet’in oluşum sürecinde 23 yıllık sürenin 18’inci yılında tebliğ edilir Müslümanlara. Yıl olarak 627 yılında, Hz. Muhammed’in vefatından 5 yıl önce. Kur’an’ın 90’ıncı Suresidir. Tabiî Medine’de ortaya konan Suredir.

Medine’de ortaya konan, yine İslam’ın son yıllarında tebliğ edilmiş olan, kadınları yıkan dört Sureden ikincisidir, Ahzab Suresi. “Mekki” diye adlandırılan, Mekke’de ortaya konulan 86 Surenin hiçbirinde kadınları yıkan ayetler bulunmaz. Çünkü Mekke’de Cihat yoktur. Dolayısıyla da İslam’ın bu 13 yıllık sürecinde ne Cihat yapılmıştır ne maddi ganimet elde edilmiştir ne de köle, cariye…

Ayrıca da Mekke dönemi Hz. Muhammed’in çok çekindiği ve sevip saydığı ilk eşi, İslamiyet’i de birlikte oluşturmuş olan Hz. Hatice’nin varlığı dönemidir, sağlığı dönemidir. Hz. Hatice, bilindiği gibi Mekke’nin en asil, en saygıdeğer ve en zengin kadınlarından biridir. Onun sağlığında Hz. Muhammed, kadınlar aleyhine, kadınları yıkan bir söz söylemeyi, bir ayet ortaya koymayı bırakalım yapmayı, aklından dahi geçiremezdi. Hayal dahi edemezdi. Hz. Hatice’den öylesine çekinir ve onu öylesine sever sayardı.

Hep söyleyegeldiğimiz gibi, Müslüman kadınların en büyük talihsizliği Hz. Hatice’nin erken ölmüş olmasıdır. Onun ölümünden sonra Hz. Muhammed hem çok eşliliğe yönelmiş hem de kadınlar aleyhine erkek egemen kültürün ve onun ekonomik altyapısını oluşturan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının kadına biçtiği rolü ayetlerle Kur’an’a sokabilmiştir.

Medine dönemi kadınlar için felaket anlamına gelen, cehennemcil Surelerin ortaya konduğu dönemdir. Cihatlar dönemidir, bununla gelen büyük ganimetler, ele geçirilen erkek ve kadın köleler dönemidir. Bunca bol kadın köle yani cariye, ganimete paralel olarak paylaştırılınca, Müslüman erkeklerin de maddi yaşam koşulları rahatlamış, genişlemiştir; bu sayede de o bol miktardaki kadın köleye-cariyeye bakabilme imkanı doğmuştur.

Kadınları istediğiniz şartlarda evde tutabilmek için onları böyle buyruklarla mahkûm edip cezalandırmanız gerekmektedir.

Kadınlar Cihat yapamaz, yapmaz. Sadece Cihat sonunda ganimet olarak yani maddi zenginliklerle birlikte ele geçirilir, paylaşılır savaşçılar arasında. Ve cariyelerin güzelliğiyle ün salanları önde gelen ünlü sahabilere verilir. En güzel olarak belirleneni de Hz. Muhammed’in payına düşer.

Maddi ganimetlerin paylaşımına geçilmeden önce Hz. Muhammed’in en güzel cariyeyi belirleyip alması adettendir. Hatta kuraldır. Hz. Muhammed’in sadece kendisinin sahip olduğu bu ayrıcalığa ya da kurala “Safiyy” denir. Anlamıysa, “zata mahsus, şahsa özel” demektir. Ki bu zat, Hz. Muhammed’dir.

Müslüman toplumlarda yaygın olarak kullanılan “Safiyye” ya da “Safiye” kadın adı da buradan kaynaklanır. Hatırlanacağı gibi Safiye, Hz. Muhammed’in Hayber Seferi sonrasında ele geçirilen cariyelerin en güzelidir. Babası Hayber Yahudilerinin Reisiydi. Bu savaşta babası, kardeşi ve genç eşi -daha yeni evlidirler- Müslümanlar tarafından öldürülür Safiye’nin. Hz. Muhammed ona İslam’a geçmesi koşuluyla, onu özgür kılacağını ve eş olarak alacağını söyler. O da kabul eder. Tam bilemiyoruz, belki de mecburen… Ve üç günlük Hayber-Mekke arası yolculuk süresini bile bekleyemeyen Hz. Muhammed, yolda iki hurma ağacı arasına bir bez bağlatarak onun arkasında evlenip gerdeğe girer Safiye’yle.

Daha önce de sözünü etmiştik birkaç kez. Kadınları ikinci kategori insan sayan diğer buyruklar Nisa ve Nur Surelerinde ortaya konur. Nisa Suresi, Ahzab’dan bir yıl sonra yani 628’de tebliğ edilir Müslümanlara. 92’nci Suredir. Nisa Suresi’nde de erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyeti, iyice ezici hale getirilir. 34. Ayet aynen şöyle buyurur:

“Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce’dir, Büyük’tür.” (Diyanet İşleri Meali)

Ve gelelim Nur Suresi’ne. Bu da 102. Suredir. Ortaya konuş tarihi aşağı yukarı 629-630 ya da en fazla 631 yılları arasındadır. Yani Hz. Muhammed’in vefatından bir iki yıl öncedir.

Burada da ortaya konan kadın karşıtı ayet şöyle der:

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (31. Ayet, Diyanet İşleri Meali)

Demek ki arkadaşlar; örtünmeyle ilgili ayetler-Kur’an buyrukları İslamiyet’in son beş yılı içindedir. 23 yılın ilk 18 yılında örtünmeyle ilgili herhangi bir “Tanrı Buyruğu” denilerek emir ya da yasak ortaya konmamıştır.

Buradan da biz neyi anlarız?

Bu örtünme meselesinin İslam’ın son yıllarında ortaya çıkan ekonomik, sosyal koşulların bir ürünü olarak ayetler biçiminde ortaya konduğunu, konu edildiğini anlarız.

Yine hep söyleyegeldiğimiz gibi İslamiyet, Arap Toplumunda ortaya çıkan-yaşanan bir Tarihsel Devrimdir. Bu 23 yıllık sürecin 13 yıllık Mekke Dönemini Devrimci Atılım Yılları oluşturur; geriye kalan 10 yıllık Medine Dönemini ise gerileme-bozulma-donuklaşma-gericileşme yılları oluşturur.

Cihatlar ve onların getirdiği büyük miktardaki ganimetler, ele geçirilen verimli araziler, köle ve cariyeler, bu bozulmanın altyapıdaki ekonomik, maddi temelini teşkil eder.

Mekke Dönemi İslam’ı kölelerin, yersiz yurtsuzların, yoksulların, ezilen ve sömürülen kitlelerin benimsediği-savunduğu bir İslam’ken, tabiî onlara yönelik kurtarıcı mesajlar veren bir İslam’ken, Medine Dönemi artık bu ruhunu önemli oranda kaybeder. Ganimet paylaşımının, köle-cariye sahibi olmanın, kadını iyice aşağılayıp ezmenin mubah sayıldığı bir dönem olur. Mekke Döneminde ve hatta Medine Döneminin ilk yıllarında canlılığını koruyan bu ruh, İlkel Komuna geleneklerinden kaynaklanan bir İlkel Sosyalist Toplum Düzeni öngörür-önerir. Fakat tabiî Hz. Muhammed’in bunu uygulamaya koymaya gücü de ömrü de yetmez. Daha önce de defaatle söylediğimiz gibi; Hz. Muhammed kadın meselesi hariç bu ruhunu ömrünün sonuna kadar korur. Mala mülke zerre kadar olsun değer vermez. Kendisi Ümmetin en yoksulu düzeyinde bir yaşam standardı uygular. Fakat yalnızca kadın konusunda, içinde doğduğu Antika Tefeci Bezirgân Sermaye Sınıfının egemenliğini sürdürdüğü toplumunun ve onun kültürünün öngördüğü savrulmayı, gericileşmeyi kabul etmiş ve hatta benimsemiş olur.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Hz. Hatice İslam’ın ortaya konuş sürecinin sonuna kadar yaşayabilmiş olsaydı, kadınları ezen bu ayetler ortaya kesinlikle çıkmayacaktı, çıkamayacaktı…

Bu anlayış bugün hangi ülkelerde egemen?

Afganistan’da, değil mi başta?

Oradaki Taliban’ın ve Ortadoğu’daki IŞİD’in, El Kaide’nin, El Nursa’nın, Tahrir-üş Şam’ın vb.lerinin anlayışı da bire bir budur, değil mi?

İsmailağa Camii’nde mekân tutan, orayı karargâh belleyen Mahmut Ustaosmanoğlu ve cemaatinin anlayışı da aynen budur. Ve hatta Türkiye’deki 30 küsur tarikat ve onlara bağlı 100 küsur cemaatin anlayışı da aşağı yukarı budur.

Fakat FETÖ’cüler ve Tayyipgiller, ana düşünceleri bu olmakla birlikte, şartların dayatması sonucu bu anlayışlarında revizyona gitmek mecburiyetinde kalmışlardır. Çünkü adları gibi bilmektedirler; Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yukarıda aktardığımız fetvalarını verip onları uygulamaya kalkmaları demek, Allah’la aldattıkları on milyonu aşkın kadının bir anda uyanmasına ve bunlara başkaldırmasına yol açacaktır. Her ne kadar Allah’la aldatılarak beyinleri uyuşturulmuş olsa da, bu insanlarımız, bu kadınlarımız az çok Laik Cumhuriyet’in getirdiği kazanımları kullanmakta ve yaşamaktadırlar. Onları bütünüyle kaybetmekle karşı karşıya geldikleri gün, uykudan uyandıkları ve kendilerini aldatarak ezip sömürenlere isyan bayrağını açtıkları gün olacaktır.

İşte bu sebeple Tayyipgiller, Ortaçağ’a gidişi adım adım yapıyorlar. Yani kadınlarımızı, insanlarımızı, meşhur anlatımıyla kurbağa deneyinde olduğu gibi alıştıra alıştıra hedefleri olan cehennemcil düzenlerine götürmeye çalışıyorlar.

Yine dünün önemli haberlerinden biriydi: Trabzon Of’ta bir Ortaçağcı geçit töreni yapılmış. İsterseniz bununla ilgili haberi de aktaralım kısaca:

“Trabzon’un Of ilçesinde, eğitimlerini tamamlayan 254 hafız için Of Müftülüğü tarafından Çarşıbaşı Büyük Camisi’nde icazet töreni düzenlendi.

“Törende, koronavirüs salgını sırasında eğitimini tamamlayan ancak belge alamayan hafızlara icazet belgeleri verildi.

“Of Belediyesi önünde toplanan 254 hafız, Trabzon Büyükşehir Belediyesi mehter takımı eşliğinde Çarşıbaşı Büyük Camisi’ne kadar yürüdü.

“Törene, Of Kaymakamı Hayrettin Çiçek, Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Yüksek İhtisas Merkezleri Daire Başkanı Abdurrahman Akkuş, Trabzon Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Aşıkkutlu, Of Müftüsü Hüseyin İspiroğlu, Trabzon Kuran Kursları Dernekler Federasyonu Başkanı Ahmet Özdemir ile hafızların aileleri katıldı.” (https://www.aykiri.com.tr/trabzon-of-ta-egitimlerini-tamamlayan-hafizlar-icin-icazet-toreni-duzenlendi/24493/)

Görüldüğü gibi, arkadaşlar, devlet erkanıyla Trabzon Üniversitesi Rektörü dahil olmak üzere Diyanet’in merkezi ve yerel yöneticileri de bu törenin içinde hatta organizasyonunda bilfiil yer alıyorlar.

Neymiş?

254 hafız sarıklarıyla, cübbeleriyle hafızlıklarını Laik Cumhuriyet’e meydan okuyarak sergiliyorlarmış…

Acaba bu hafızların bir teki olsun, hatta onların kallavi hocaları olsun Kur’an’ın Arapça metnini ezberleyip okumakla orada ne anlatıldığına dair bir tek cümlecik olsun anlayabilmişler midir?

Orada önerilen toplum düzeninin ne olduğunu zerre miktarda olsun kavrayabilmişler midir?

Kesinlikle hayır…

Eğer bu dindarlıksa ve toplum İslam’a dönerek huzura kavuşacaksa, haydin hep birlikte bunu yapalım. Tüm okulları, üniversiteler de dahil olmak üzere kapatalım. Bilime, tekniğe dayalı tüm fabrikaları ve üretim araçlarını, ulaşım ve iletişim araçlarını yok edelim. Ulaşımı yine o devirde olduğu gibi atlarla, develerle sağlayalım. Savaşları kılıçla, mızrakla, okla, baltayla yapmaya hazırlanalım. Ve Ordumuzu bu türden savaş araç gereçleriyle donatalım.

Türkiye’yi ve hatta bütün İslam Dünyasını yönetmek için bir Halife seçelim. Halifelik senin mi hakkın yoksa benim mi, diyerek taraftarlarımızla birlikte birbirimizle savaşlara girelim. 90 bin Müslümanın öldüğü Muaviye’yle Hz. Ali arasındaki Sıffın Savaşı’nda olduğu gibi. Yine Hz. Ali ile Hz. Ayşe arasında geçen, 10 bin Müslümanın canından olduğu Cemel Vakası’nda olduğu gibi. Kerbela Faciası’nda olduğu gibi. Benimsemediğimiz Halifeleri öldürelim, öldürtelim. Senin tarikatın mı Gerçek Müslümanlığı temsil ediyor bizim tarikatımız mı, diye tarikatlar arasında savaşlar yapalım. Sonra da hep birlikte “Huzur İslam’dadır”, diye sloganlar atalım.

Bak, Muaviye-Yezid İslamı’nın ve onun önerdiği Şeriatı yaşayan Afganistan, Suudi Arabistan vb. Şeriat ülkeleri ne kadar huzurlu, değil mi?

Var mısınız buna?

Yoksunuz tabiî, yoksunuz. Gelemezsiniz. Çünkü hepinizin efendisi, oynatıcısı ya da kuklacısı ABD ve AB Emperyalist Haydutlarıdır. Onların verdiği buyruklar sizin için Tanrı buyruğu mertebesindedir. Onlar da tabiî deli değildir. Emperyalist çıkarlarını ve onların nasıl sağlanacağını çok iyi bilirler. Eğer bütünüyle Muaviye-Yezid dönemine götürün toplumunuzu, biz yanınızdayız, arkanızdayız, derlerse; bugün size en içtenlikle bağlı bulunan, Allah’la aldattığınız cahil, yoksul kitlelerin bile bir anda uyanacağını ve alayınıza başkaldıracağını çok iyi bilirler.

O bakımdan işte sizlerin böyle Türkiye’de Laik Cumhuriyet’i yıkarak ülkeyi adım adım Ortaçağ karanlığına doğru her gün biraz daha sürüklemenizi emreder size. Siz de bunu yapmaktasınız AKP’giller olarak 20 seneden beri…

Gerçi 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Celal Bayar-Adnan Menderes çetesinin Demokrat Parti iktidarından bu yana ülkemiz kerte kerte bu ihanet yoluna, bu bataklığa sürüklenmekteydi. 70 yıldan beri her iktidar, bu Ortaçağcı gidişin yolunun taşlarını döşemekte bir öncekinden daha ileri gitti. Ve tabiî alayınız, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Amerikan kuklasısınız. 1950’den bu yana, hatta bir ölçüde de olsa 1946’dan bu yana Türkiye’yi Türkiye yönetmemektedir kesinlikle. En katı ve tartışmasız biçimde ABD ve AB Emperyalist Çakalları yönetmektedir. Seçimler meçimler hepsi hikâyedir, kandırmacadır, oyundur, hiledir, düzendir. Ve bu seçimlerin her seferinde sandıktan Amerika kimi belirlediyse o çıkar iktidar olarak…

Defalarca aktardığımız gibi ne diyordu CIA Şefi Nelson Ledsky?

“Biz Meclisin (TBMM) her yerindeyiz.”

Yani diyor ki adam, iktidarı da muhalefeti de biz yönetiyoruz. Bundan daha açık söylenişi var mıdır bu hainane işin?

Muhalefet rolünü oynayan en kallavi iki Amerikancı Sermaye Partisi, parti programlarına kadar geçirmişler NATO’culuğu, Amerikancılığı. Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin siyasi plandaki temsilcisi HDP ve askeri plandaki temsilcileri olan PKK, PYD, YPG, DSG zaten Amerika’yla ve onun casus örgütleriyle ve onun Özel Kuvvetleriyle iç içedir. Bilindiği gibi Irak’ta Barzanistan’ı, Kuzeydoğu Suriye’de de PKKistan’ı Amerika yönetmektedir esasında.

Ne yazık ki bizim dışımızdaki kendisine sosyalistim diyen sol da HDP’nin ve CHP’nin yörüngesine savrulup yerleşmiştir tam olarak. Dolayısıyla onlar da ABD Haydut Devletinin ipleriyle oynatılmaktadırlar. Yani aynı kuklacı onları da oynatmaktadır. İşte Türkiye’nin kahredici trajedisi budur.

Ve sonuçta iş gelip yine bize kalmaktadır. Hatırlanacağı gibi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı da girdiği ve yarısını yarı derebeyi Türkiye’nin zindanlarında geçirdiği devrim savaşını biz genç yoldaşlarına emanet etmiştir. Bu vesileyle Usta’mızın ve ömrünü adadığı devrim davasının tek gerçek ve meşru mirasçısı, temsilcisi biziz. İşte bu sebeplerle de ülkemizin ve halkımızın kurtuluşuna önderlik etmek ve kurtuluş yolunu göstermek bizim omuzlarımızdadır.

Bu büyük, kutsal sorumluluğumuzun gereğini de er geç yerine getireceğiz. Bu en insancıl, en meşru, en kutsal davayı zafere ulaştıracağız.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

4 Temmuz 2022

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı