“Elimden gelse, bütün dünya okullarının programlarına ‘insanın insanı sömürmemesi’ adlı bir ders koyardım”
İsmail Hakkı Tonguç’un bu sözleri Köy Enstitüleri’nin kuruluş amaçlarını ne kadar da güzel özetlemektedir aslında.
Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız dışarıda Batılı Emperyalist sömürgeci güçlere karşı, içeride de Hilafet ve Saltanat’a karşı zafer kazandı. Bu zaferin sonucu kurulan Cumhuriyet’imizin yüz akı ve en önemli, en özgün eğitim ve öğretmen yetiştirme deneyimidir Köy Enstitüleri.
Cumhuriyet kurulunca toplumun da kalkınması ve bir an önce modernleşmesi gerekiyordu. Hatta Cumhuriyet’in tüm değerlerinin ülkenin en uzak köylerine kadar ulaştırılması elzemdi. Toplumun kalkınmasının ve modernleşmesinin en önemli basamağı okur-yazar oranının arttırılması olarak görülse de bu tabii ki tek başına yeterli değildi. Nüfusun % 80’den fazlası köylerde yaşamaktaydı. Köy Enstitüleri sayesinde okur- yazar oranı arttırıldığı gibi modern üretim teknikleri de tarıma girecek, köylü geleneksel yöntemleri bırakacak ve yeni bilgi ve becerilerle donatılacaktı. Böylelikle köylü kul olmaktan ve sömürülmekten kurtulacaktı. Köy Enstitülerinin temel felsefesi buydu. Yine İsmail Hakkı Tonguç bir başka sözüyle Köy Enstitülerinin temel felsefesine şöyle değinir:
“Köylü insanı öylesine canlandırılmalı ve bilinçlendirilmeli ki, onu hiçbir güç kendi hesabına ve insafsızca sömüremesin. Ona köle ve uşak muamelesi yapmasın. Köylüler bilinçsizce ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler”
Cumhuriyet kurulduktan sonra, Tefeci-Bezirgân Sermayenin tetikçileri tarafından gerçekleştirilen Şeyh Sait İsyanı ve Menemen isyanı gibi saldırılar bertaraf edildi. Ama emperyalistlerle her zaman işbirliği yapan Tefeci-Bezirgân Sermaye boş durmayacaktı. Bu nedenle Cumhuriyet’in devrimlerini geniş halk kitleleriyle buluşturmak, köylüye ulaşmak gerekiyordu. İşte Köy Enstitüleri bu amaçlarla kuruldular.
Köy Enstitülerinin ilkesi “İş için, iş içinde, işle eğitim”dir. O yıllarda, köylerinden doğru daha önce hiç görmedikleri şehirlere, ilçelere gelen köy çocukları okul binalarını, yemekhanelerini, yatakhanelerini kendileri yaptılar. Bu yapıları yaparken derslerde öğrendikleri teoriyi gerçek yaşamda uygulama, üretime dönüştürme fırsatı buldular.
Köy enstitülerinde derslerin yüzde 50’sini kültür dersleri (Türkçe, matematik, fizik, kimya), yüzde 25’ini uygulamalı tarım dersleri, yüzde 25’ini zanaat dersleri (demircilik, yapıcılık, marangozluk) oluşturuyordu. Köy çocukları, Köy Enstitüleri’nin kurucularından biri ve dönemin Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel tarafından açılan tercüme bürolarınca çevrilen dünya klasikleri ile burada tanışıyorlardı. Ayrıca her biri bir müzik aleti çalabilecek şekilde eğitim alıyorlardı.
Bu özelliklerinin yanında Köy Enstitülerinin en önemli özelliği, genç Cumhuriyet’in en çok gereksinim duyduğu laik ve bilimsel eğitim modeli olmalarıydı. Kız ve erkek öğrenciler beraber eğitim gördüler. Kız–erkek ayrımı yapılmadı. Enstitülerde öğrencilerin tüm süreçlere en geniş demokratik uygulamalarla katılımları sağlandı.
Buradan mezun olan öğretmenler köylere, her alanda bilgi sahibi, köylüye yardımcı olan ve yol gösteren birer halk önderi olarak gidiyorlardı. İsmail Hakkı Tonguç’un deyimi ile Köylünün her işi ile ilgilenen, akıl hocalığı eden imamların yerini köy öğretmenleri alıyordu. Böylece köylüler kul olmaktan, sömürülmekten kurtuluyordu.
Bu durumdan rahatsız olanlar da vardı. Yüzyıllardır topraklarımızda kök salmış olan ve toplumu ayrık otu gibi sarmalamış, asalak ve sömürgen olan ve yarım kalan demokratik devrim nedeniyle sınıf olarak varlığını sürdüren Tefeci-Bezirgân Sermaye ve onunla iktidara geldikleri günden beri canciğer kuzu sarması olan Finans-Kapital temsilcileri hemen saldırıya geçti. Çünkü, uyanan, kulluktan çıkan köylü bu iki gerici egemen sınıfın tüm planlarını bozuyordu. Hemen “din elden gidiyor” ve Köy Enstitüleri “komünist yuvasıdır” yalanıyla saldırmaya başladılar. Hatta Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün müzik binasının çatısı orak – çekice benzetildi ve pek çok öğretmeni komünistlik suçlaması ile tutuklandı .Kız öğrencilere en utanmazca iftiralar atıldı.. Köy Enstitüleri “fuhuş yuvaları” olmakla dahi suçlandı.
Bu saldırılar karşısında 1946 yılında İlköğretim Genel Müdürü Tonguç ve Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel görevden alındılar. Köy Enstitüleri’nin eğitim programlarında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. Uygulamalı eğitim, yani “İş için, iş içinde, işle eğitim” ilkesinden uzaklaşıldı. Teorik eğitim sistemine geçildi. Kız ve erkek öğrenciler ayrı okullarda eğitim görmeye başladı. Demokrat Parti, 27 Ocak 1954 tarihinde 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitülerini tümüyle kapattı.
Köy Enstitüleri’nin Laik ve Bilimsel eğitim kurumları olmasının önemini Fakir Baykurt’un şu sözlerinde görmek mümkündür:
“Köy Enstitüleri olmasa, birçok arkadaşım gibi bende okuyamaz, öğretmen olamazdım. Bunun yerine çok adanmış bir tarikatçı olurdum. Enstitüler, ağır karalama kampanyalarının altında ezildiği halde, oralardan yetişip fire olan köy çocuğu sayısı azdır. Sert yerlerin önünde bükülmeden görev başında kalmayı Türkiye’nin esenliği için çalışmayı sürdüren bu insanların değerini, yerli yabancı pek çok kimse kavramıştır. Bunu bizim yöneticilere kavratmak hala zordur nedense”
Köy Enstitülerinde eğitim veren Sabahattin Eyuboğlu’nun Enstitülerin kapatılması ile ilgili tespitleri de can alıcıdır:
“Köy Enstitülerini halk adına aydınlar kurdu, halk adına yine aydınlar yıktı. Halk Köy Enstitülerini istiyordu da aydınlar onun için kurdu demek, gerçeğe ne kadar aykırıysa, halk istemiyordu da aydınlar onun için yıktı demek de o kadar aykırıdır. Ama kuranlar mı gerçekten halktan yanaydılar yıkanlar mı? Bu sorunun karşılığını vermek biz enstitülere düşmez, ama merak edenlere şöyle bir yol gösterebiliriz: Baksınlar, kuranlar mı yıkanlar mı daha çok çıkar peşindeydiler, kuranların kişisel kazancı ne oldu, yıkanların ne? Her devrimci kurum gibi Köy Enstitülerini de dışarıdan ve içeriden yıkanlar oldu. Dışarıdan yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarıydı, içerinden yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarının uşakları oldu”
O dönemlerde başlatılan Marshall yardımları, Truman Doktrini ve Barış Gönüllüleri projeleriyle emperyalistler ekonomimizi ve eğitim sistemimizi ele geçirdiler. Laik-Bilimsel eğitim adına ne varsa yerle yeksan edildi, İmam Hatip Okullarının sayıları hızla arttırıldı.
Günümüzde Tefeci-Bezirgân Sermayenin temsilcisi AKP’giller tarafından kırıntıları kalmış olan laik eğitim sistemimize son darbeler vurulmaktadır. İktidara geldikleri günden beri Laik, Bilimsel eğitim adına ne varsa çökertilmiştir. Bunun ilk adımları 2005 yılında müfredat değişikliği ile yapılırken, 2013 yılında uygulanan 4+4+4 kesintili eğitim ile tüm eğitim kurumlarımız imam hatip okullarına dönüştürüldü; kindar ve dindar insan yetiştirmede hız kesmeden yol aldılar. Çocuklarımız ve gençlerimiz tarikatlara teslim edilmiş durumdadır. Ortaçağcı cemaat-tarikat örgütlenmeleri okullarımızda cirit atmaktadırlar. Milli Eğitim Bakanlığı daha geçen günlerde öğretmenlerin hizmetiçi eğitim yönetmeliğini değiştirerek Ortaçağcı-gerici vakıf, dernek ve tarikatların öğretmenlere eğitim vermelerinin yolunu da açmıştır. Böylelikle her kademedeki eğitim kurumlarımızın öğretmen ve öğrencileri Ortaçağcı gericiliğe teslim edilmiştir.
Ülkemiz CIA-Pentagon, Muaviye-Yezid İslamı’nın pençesine düşürülmüş durumdadır. Tayyip’giller Faşist Din Devletine doğru hızla yol almaktalar.
Bu durum böyle devam edip gidecek mi?
Tabii ki hayır!
Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82’nci yılını kutladığımız bu günde sözümüzdür:
Yılmadan, usanmadan Laik Cumhuriyet’in kazanımlarına sahip çıkacağız!
Cesaret vatanımıza sahip çıkarak İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı da zaferle taçlandıracağız!
17 Nisan 2022
Halkçı Kamu Emekçileri