Alev Yoldaş’ın yüreklerimizi dağlayan
en verimli çağında zamansız kaybı üzerine
Serdar Yoldaş ayın arife günü beni arayıp bu yürek kesen haberi, kaza haberini verdiğinde telefonda birkaç cümlenin ötesinde ne o konuşabildi, ne de ben.
Sayısı pek çok manevi kızımdan biriydi O.
Hem Yoldaş’ım hem de kızımdı O benim.
En az kendi öz evlatlarım kadar beni seven biriydi, nasıl sevmem ben de onları?..
Bir kere beşiğine kalkmadım, bir kere mama vermedim ama beyni benimle aynı sistematikte çalışır, yüreği benimle aynı tempoda atardı. O bakımdan Cumartesi’den bu yana hiç aklımdan çıkmadı ve başka hiçbir şeyle de doğru dürüst ilgilenemedim. Kaç kez doluktum…
Patoloji raporunu elime alıp kanser hastası olduğumu öğrendiğimde, kalbim, temposundan bir fazla atmadı. Yoldaşlarım aradığında da şakayla, gülerek cevap verdim.
Yoldaşlarımın verdiği acı haberi duyunca gözlerim doldu, boğazım tıkandı, yoldaşlar. Acı olan bu. Yoksa bizlerin, artık mücadele etmiş, belli yaşa gelmiş insanların şöyle ya da böyle ölmesi değil. Hani ozanların dediği gibi, Yunus Emre’nin dediği gibi:
Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi
Bundan daha acı bir şey olmaz şu dünyada, olamaz… O bakımdan bu acıyı en fazla Muharrem Yoldaş ve biz Yoldaşları çekeceğiz, duyacağız. Ama insan olarak ne yapalım bu acılarla yüklüyüz, bu acılarla doluyuz, bu acılarla yaşayıp mücadele edeceğiz, yoldaşlar…
Musa Eroğlu’nun da bestelediği şiirinde şairimiz yine ne diyor:
Bu dünyanın direği yok
Merhameti yüreği yok.
Gerçekten de öyle. Daha ortaokul öğrencisiyken böyle acı olaylarla karşılaştığım zaman Konya’da, dini inancı kuvvetli bir genç olarak yetişmiş olmama rağmen, isyan ederdim. Bu ne? derdim. Yok musun? Yoksa acıman mı yok senin?.. Sonra kendi kendimi teselli ederdim. Her halde bu giden genç, Allah tarafından yeniden şu anda yeni bir hayata başladı, yeniden daha genç, daha güzel, daha mutlu olarak dünyaya gelecek. Başka türlü olamaz, derdim. Başka türlü bir Allah adil olamaz, merhametli olamaz, rahman ve rahim olamaz, derdim. Böyle teselli ederdim kendimi.
Gerçekten de yoldaşlar, ne yaparsınız?..
Doğduğumuz anda hepimiz, hayatın özünü kavramış büyük yazarlardan birinin de dediği gibi: “Ölümün kıyısında dünyaya geliriz”. Ve ömrümüz süresince hep ölüm ırmağının yanı başında yürüyoruz. Yani gerçekten de hayat bir pamuk ipliğine bağlı. Her an hepimiz yok olabiliriz yani. Bedence kaybolabiliriz, yoldaşlar. İşte bunları düşününce; hayatın da özü, en temel duygusu “hüzün”dür, diyorum; “Devrim Yüklü Yıllar” kitabımızı redakte ederken Mustafa Yoldaş’la da tartıştığımız gibi…
Gerçekten de insanların birbirini böyle candan sevmesi, aynı amaç için yüreklerinin aynı atması, aynı tempoda, aynı frekansta yüreklerinin atması, belki de insanlığın en güzel duygusu… Belki de mutluluk varsa budur, yoldaşlar…
İşte Hz. Muhammed’de bunu derinden kavrıyor. Mescitte yaptığı bir konuşma sonrasında sahabelerin hepsini birbirleriyle yoldaş kılıyor. Böylece birbirinizle yoldaş oldunuz artık, diyor. Sizler birbirinizin yoldaşısınız, diyor. Sonra ayrıldıklarında, Hz. Ali, Hz. Muhammed’in yanına geliyor: Ya Allah’ın Resulü, sen bütün sahabeyi birbiriyle yoldaş kıldın ama beni yoldaş kılmadın, diyor. Bunun üzerine diyor ki Hz. Muhammed: “Ey Ali! Sen bu dünyada da, öbür dünyada da benim en yakın yoldaşımsın.”
İşte böylesine kendisine yakın bulduğu ve yürekten sevdiği en halkçı Halife Hz. Ali’yi bir gün karşısına alıyor ve şunu soruyor:
“İnsanlık var olduğundan bu yana insanların en şedidi, en zalimi kimdir?”
“Hz. Salih’in Allah tarafından gönderilen devesinin dört ayağını da kesen zalimlerdir” diyor.
“Peki, bundan sonra insanların en şedidi, en zalimi kim olacak?”
Hz. Ali: “Muhakkak ki Allah ve Resulü bilir”, diyor.
Hz. Ali’nin sevimli, Bedir Savaşı’nda alnı derin yara iziyle, kılıç yarası iziyle izli olan, aldığı bir yaradan dolayı izli olan alnını, başını okşuyor, sakalını okşuyor; “İşte bir kılıç darbesiyle bu başı yarıp, bu sakalları kana bulayacak olan zalimdir bundan sonra insanlığın en büyük zalimi, insanların en şedidi”, diyor Hz. Muhammed.
Ve Hz. Ali de, rivayet edilir ki, ondan sonra son soluğunu verene dek Hz. Muhammed’in bu öngörüsünün doğru çıkacağını ve her an o olayla karşılaşacağını bekliyor, bekleyerek yaşıyor. Hz. Muhammed de kendi can yoldaşının bir gün bir zalim tarafından alçakça katledileceğini bilerek yaşıyor. Yani o acıyı hep yüreğinde taşıyarak yaşıyor. Tabiî o acının verdiği hüznü de…
Hz. Muhammed dahi bir devrimci olarak, Arap Toplumunun nasıl bir Sınıflı Toplum bataklığına girdiğini, Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının toplumun bütün maddi manevi değerlerine saldırdığı bir düzenin yarattığı bataklığa girdiğini görüyor. Hz. Ali’nin de İlkel Komuna yani Sınıfsız Toplum geleneklerini, değerlerini ruhunda capcanlı bir şekilde yaşattığını; bu nedenle de Tefeci-Bezirgân Sermayenin hayâsız sömürü ve talanına hep karşı çıktığını, onunla duraksamadan savaştığını biliyor. Ve işte bu yüzden Tefeci-Bezirgânların Hz. Ali’yi en büyük düşmanları belleyeceğini ve kiralık bir katil aracılığıyla sinsice, kalleşçe sırtından hançerleyerek katledeceklerini seziyor.
İşte Hz. Ali’yle yukarıdaki konuşmaları da buradan kaynaklanıyor. Umutsuzca bir uyarıda bulunuyor. Ya da kaçınılamaz bir yazgısını okuyor Hz. Ali’nin.
Diyeceğimiz, Hz Muhammed de, Hz. Ali de bundan sonraki yaşamları boyunca bunun acısını, hüznünü yüreklerinde hep taşıyorlar.
İşin acı tarafı, Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı, korkunç bir azgınlıkla Hz. Ali’yi Hz. Muhammed’in öngördüğü şekilde katletmekle yetinmiyor. Hz. Muhammed’in en sevdiği iki insan olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in de aralarında bulunduğu, Hz. Muhammed ve Hz. Ali soyundan gelen 24 kişiyi daha canavarca bir acımasızlıkla katlediyor. Bildiğimiz gibi, Hz. Muhammed’in Ehl-i Beyt’ini ve 49 yoldaşını Kerbela’da katletti Yezid’in ordusu.
Yani biz, hayatın bu acımasızlığını, bu acılarını, bu hüznünü Hz. Muhammed, Hz. Ali ve büyük düşünürler gibi kavradığımız için mal, mülk, unvan, makam bizler için hiçbir şey ifade etmez. Bu zalim dünyada hiç değilse insanlar birbirlerine zulüm etmesinler, birbirlerini akrep gibi sokmasınlar, bir anadan doğmuş kardeşler gibi eşitçe, özgürce, sevgi bağıyla birbirine bağlı, tutkun olarak yaşasınlar, diye mücadele ediyoruz.
İşte dünyamıza, çevremize baktığımız zaman, kısa süre önce Libya’da 70 bin insan öldürüldü. AB-D Emperyalistleri katletti onları. Bizim Yezid dininin, CIA dininin, Pentagon dininin savunucusu Tayyipgiller ve onun efendisi Obama tarafından katledildiler. Ve şu anda da 100 bine yakın insan Libya’da zindanlarda… Tecavüz dahil her türlü işkenceye uğrayarak hayatlarını o zulüm altında sürdürmekte…
İşte komşumuz Suriye’de 80 bin insan gene aynı zalimler tarafından katledildi, yoldaşlar.
Ve geçen haftanın haberi yine, Tayyipgller’in besleyip, büyütüp, karınlarını doyurup donattığı, silahlandırdığı El Nusra adlı cellâtlar örgütü, Suriye’nin Rojava bölgesindeki Kürt gençleri, Kürt yaşlıları, Kürt kadınlarını ve okul öncesi çağdaki Kürt çocuklarını yani yüzün üzerinde Kürt insanını acımadan katlettiler.
Yani bu zalimler, dünyaya hiç sarsılmayacak kazık çakacakmış gibi, hiç ölmeyecekmiş gibi zulümlerine devam ediyorlar.
Irak’a baktığımız zaman, bir haftada ortalama 200’ün üzerinde insan hayatını kaybetmektedir.
İşte bütün bu zulümler, hem ülkemizde, hem bölgemizde, hem dünyada bu zulümler son bulsun, insanlar birbirinin kardeşi olduklarını anlasınlar, birbirlerini sömürmesinler, birbirlerini acıtmasınlar, eşitçe yaşasınlar, kardeşçe yaşasınlar ve hiç değilse olabilecek düzeyde mutlu olsunlar, diye mücadele ediyoruz.
Alev Yoldaş’ımız da bu genç yaşına rağmen bu amaca hayatını adamıştı ve Muharrem Yoldaş’la (15 yıl önce ortalama) karşılaştığımızdan bu yana saflarımızdaydı ve bizimle birlikte mücadele ediyordu, arkadaşlar.
Kişicil olarak baktığımız zaman, pek mutlu olmadı hayatta. Annesini babasını genç yaşta kaybetti. Ama en büyük mutluluğu kendisine hem baba hem anne olan, her türlü akrabanın toplam sevgisinden kat kat fazlasını veren bir sevgi ve bir yüreğe sahip Muharrem Yoldaş gibi bir dayıya sahip olmasıydı, yengeye sahip olmasıydı. Hayatta kişicil olarak en büyük mutluluğu bunlardı, yoldaşlar.
Eylemlerimizdeki, etkinliklerimizdeki o ciddi, vakur, güvenli duruşu, yüzü hiç gözümün önünden gitmedi. Ben de bu toprağa düşünceye kadar gözümün önünden gitmeyecek. Tüm bu yoldaşlarımız için de aynı şey geçerli.
Elden ne gelir yoldaşlar, ne yapabiliriz?..
Ama Alev Yoldaş da daha böyle kaybettiğimiz onlarca, yüzlerce yoldaşımız gibi yüreğimizde, beynimizde yaşamaya ve bu kutsal en yüce dava için mücadelemizde aramızda olmaya devam edecek.
O bakımdan Yoldaş’ımız da, insanlık var olduğu sürece, insanlığın en onurlu, en yiğit, en değerli üyelerinden biri olarak adı da, mücadelesi de hep anılacak, bilinecek, yoldaşlar.
Alev Yoldaş’ın mücadelesi eninde sonunda mutlaka zafere ulaşacak ve insanlık tek bir anadan doğmuş kardeşler gibi eşit, özgür, mutlu yaşadığı günlere ulaşacak, yoldaşlar.
Halkız haklıyız yeneceğiz!
(Alkışlar… Slogan… Alev Yoldaş Ölümsüzdür…)
Muharrem Abi: Devrimci görevine gelemediği zaman, aradığı zaman sizi, gelemediği zaman çok üzülürdü. O kadar çok seviyordu ki sizi… Arıyordu, soruyordu. Çok büyük saygı duyuyordu size.
Hayatımda çok kolay kolay belli düşüncelere saygı duymadım ama ben sizlere saygı duyuyorum, gurur duyuyorum. Her zaman varlığımla sizinim, bunu bilin, hepiniz bilin. Her şeyimle… Her şeyim sizindir. Bunu bilin.
Nurullah Ankut Yoldaş: Biliyoruz. Kaç kere davet ettin. Daha önce de iyi günlerde, mutlu günlerde defalarca davet ettin bizleri. Serdar Arkadaş iletti ama nasip olmadı işte. Böyle bir günde gelmek nasip oldu ne yazık ki…
Tacettin Çolak Yoldaş:
Arkadaşlar,
Muharrem Yoldaş’ın, bizlerin acısı büyük.
Alev Yoldaş’ın mücadelesi, bizlerin halkların kurtuluş davası mücadelemize örnek olmaya devam edecek.
Anısı önünde, Alev Yoldaş’ın şahsında tüm Devrim Şehitlerinin önünde saygıyla eğiliyoruz. 11.08.2013
(Saygı duruşunda bulunuluyor)
(Slogan… Alev Yoldaş Ölümsüzdür…)