Bugün 20 Kasım “Dünya Çocuk Hakları Günü”.
1989 yılından bu yana Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kabul edilmiş bulunan ve dünya genelinde çocukların maruz kaldıkları hak ihlallerini gündemde tutmak, çocukları hakları konusunda bilinçlendirmek ve toplumda bu konuda farkındalık oluşturmak amacını taşıyan bir gün… Ne yazık ki bedenimiz aydınlık ve umut dolu böyle bir güne uyandığında, ruhumuz ve vicdanlarımız derin bir sızının ağırlığı altında eziliyor. Çünkü kâğıt üzerinde kutlanması ilan edilen böyle bir günde beynimizi ve ruhumuzu şu kahredici endişeler sarıyor:
* Acaba şu anda mavi gezegenimizde ve Türkiye’de evine ekmek götüremediği için kaç işsiz anne ve babanın çocuğu, düzenli beslenemediği için açlıktan öldü ya da ölmek üzere?
* Acaba bugün kaç anne; “Sütüm yok. Çayla insanın sütü olur mu? İki günden beri tenceremde yemek yok. Komşularım bir tabak yemek getirecek de çocuklarım yiyecek.” sözleri ile vicdanlarımıza haykırmakta?
* Acaba bugün yine kaç çocuğumuzun masum bedeni ve ruhu, Ortaçağ özlemcisi gerici vakıf ve derneklerin yurtlarında ya da evlerinde tacize, tecavüze, istismara uğruyor?
* Acaba bugün kaybolduktan/kayboldurulduktan sonra kaç masum çocuğumuzun bedenine hunharca karanlık ruhlu, ahlâktan, insanlıktan yoksun insan suretindeki canavarlar tarafından kast edilmekte?
* Acaba bugün kaç kız çocuğu, henüz çocuk yaşta yaşamdan koparılıp babası yaşındaki adamlarla zorla evlendiriliyor ya da para karşılığında satılıyor?
* Acaba bugün kaç çocuk; ekonomik, sosyal, dini vb. nedenlerle eğitimini yarıda bırakıyor?
* Acaba bugün kaç çocuğumuz, şu anda annesi ya da babasıyla çöplerde yiyecek arıyor?
* Acaba şu anda kaç çocuğumuz; gökyüzünün maviliğini, küçük bir kuşun kanat çırpışını, dar ve küçücük bir pencerenin ardında, cezaevinde ya da ıslah evinde seyretmeye çalışıyor?
* Acaba şu anda kaç çocuk; dünyanın farklı coğrafyalarında AB-D Emperyalistleri ve onların yerli kuklalarının kendi kirli çıkarları için çıkardıkları savaşlarda ölmekte, yaralanmakta ya da sefalete ve açlığa mahkûm bırakılmakta?
* Acaba şu anda kaç masum çocuğun cansız bedeni, tıpkı 2015 yılında Muğla’nın Bodrum ilçesinde kıyıya vuran Aylan Bebek’in cansız bedeni gibi, dünyanın herhangi bir ülkesinde kıyıya vurdu ya da vurmak üzere?
* Acaba şu anda kaç çocuk, Emperyalist Parababalarının ve onların taşeronlarının tıpkı Suriye’de çıkardığı savaşta tanık olduğumuz gibi, hayatta kalmak için aileleriyle birlikte yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kaldı ve kalıyor?
* Acaba şu anda kaç çocuğumuz yeterli beslenebiliyor, bir bardak süt içebiliyor?
* Acaba bugün kaç çocuğumuz hastalandığında bir sağlık kuruluşunda gerekli tedavi ve bakımı alabildi ya da şu anda alabiliyor?
* Acaba şu anda kaç çocuğumuz yeterince ısıtılmış, hijyenik, sağlıklı bir ev ortamında güne başlayabildi?
* Acaba şu anda kaç engelli ya da özel bakıma muhtaç çocuğumuz, normal yaşamına sorunsuz devam edebilmekte?
* Acaba şu anda kaç çocuğumuzun o minicik bedeni ve ruhu, Parababalarının bu sömürü düzeninin çarkları içinde ucuz işgücü olarak kullanılıyor?
* Acaba şu anda kaç çocuk, annesi ve babasıyla birlikte geçimini sağlamak üzere ülkemizin çeşitli şehirleri arasında yedek mevsimlik işçi olarak göçer hayatı yaşamak zorunda kalıyor?
* Acaba şu anda kaç çocuk, güvencesiz çalıştırıldığı ortamda iş cinayetine kurban gitti ya da gitmek üzere?
* “Acaba”lı sorularımız bitmek bilmiyor. Nasıl bitsin ki?..
Sınıflı bir toplumda yaşıyoruz. Bir avuç yerli ve yabancı Parababası, güzelim gezegenimizi kendi sömürü düzenlerini devam ettirmek için yağmalamakta, vurgun ve talan düzenlerine ne pahasına olursa olsun devam etmektedir.
Özellikle 2020 yılının başlarından beri dünyamız ve ülkemiz Kovid-19’un acı bilançosunu yaşamak zorunda bırakılmıştır. Dünya İşçi Sınıfı ve Emekçi Halkları ve doğal olarak da Türkiye İşçi Sınıfı başta gelmek üzere Emekçi Halkımız açlık; yoksulluk, yoksunluk, işsizlik ve pahalılık cehenneminde cayır cayır yanmaktadır. Dolayısıyla çocuklarımızla ilgili kaygılarımızın ve Çocuk Hakları meselesinin de sınıfsal olarak ele alınması gerekmektedir.
Bakınız, Türkiye Devrimi’nin Önderi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı, bu meseleyi nasıl da duru bir şekilde ortaya koymuştur:
“Hangi ülkede hangi çocuğun kaç lokma ekmek yiyeceğine, servet sahiplerinin bir araya geldikleri kahvaltılarda ve yemeklerde karar verilir.”
İşte doğal olarak böylesine çürümüş ve kangrenleşmiş bir düzende yaşayan çocuklarımız da bu durumdan etkilenmektedir. Bakınız, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de çocuklarımıza tanınan haklardan bazıları şunlardır:
Bir isme ve vatandaşlığa sahip olma ve bunu koruma hakkı, yaşama ve gelişme hakkı, sağlık hizmetlerine erişim hakkı, eğitime erişim hakkı, insana yakışır bir yaşam standardına erişim hakkı, eğlence, dinlenme ve kültürel etkinlikler için zamana sahip olma hakkı, istismar ve ihmalden korunma hakkı, uyuşturucu bağımlılığından korunma hakkı, ekonomik sömürüden korunma hakkı, ifade özgürlüğü hakkı ve düşünce özgürlüğü hakkı…
Yine bu hakların korunması konusunda ilgili sözleşmede ana-babanın rolü ve sorumluluğu, bunun ihmal edildiği durumlarda ise devletin rolü ve sorumluluğu da ele alınmıştır.
Şunu unutmayalım ki çocuklar yetişkinlerden farklı fiziksel, fizyolojik, davranışsal ve psikolojik özelliklere sahiptir. Ayrıca sürekli büyüme ve gelişme göstermektedirler. Bu gerçeğin bilince çıkarılması gerekir. Ayrıca çocukların bakımının da bir toplum sorunu olduğunu ve bilimsel yaklaşımlarla herkesin bu sorumluluğu yüklenmesi gerektiğini belirtelim.
Ancak, hem dünyada hem de ülkemizde yerli ve yabancı Parababaları tarafından yaratılan sömürü, vurgun ve talan düzeninden en çok çocuklarımız etkilenmektedir. İşte bu yüzden Kurtuluş Partililer olarak endişeliyiz, vicdanlarımız acıyor. Ama bir o kadar da bu sömürü düzenini ortadan kaldırmak için mücadele azmiyle bilenmiş durumdayız. Toplumumuzda sınıflar savaşı, ezen-ezilen olduğu sürece de çocuk haklarında ihlaller yoğun bir şekilde devam edecektir. Dolayısıyla da çocuk hakları ihlallerine son verecek, çocukların çocukluklarını yaşayabilecekleri biricik sistemi kurmanın yolu, bu sınıflı toplumun ortadan kaldırılarak yerine sosyalist bir toplumun inşasından geçmektedir.
İşte insanlık o zaman bu çürümüş düzenin kokuşmuşluklarından arınacak.
Ve işte o zaman Nazım’ın dediği gibi
“Çocuklar şeker de yiyebilecek” ve
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler göreceğiz…
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere süreceğiz…
20 Kasım 2021
HKP Kadın Çocuk Komitesi