15 Temmuz Ganimet Savaşı Tayyipgiller’in zaferiyle sonuçlanınca, sağlı sollu bütün çıkarcılar Tayyipçi geçinmek sevdasına yakalandılar. Daha doğrusu parsa kapma ve kelle kurtarma yarışına giriştiler. Tez şuydu: 15 Temmuz Amerikancı gerici “darbe”si Tayyip’e karşı yapıldı. Tâ 17-25 Aralık 2013’ten bu yana hatta 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Fetocu savcılar tarafından ifadeye çağırılmasından bu yana yani Tayyip’e karşı FETÖ’nin ilk hamlesinden bu yana FETÖ’yle gerçek mücadeleyi yapan tek kişi Tayyip’tir. Bundan sonra da bizi FETÖ belasından kurtaracak kişi Tayyip’tir. Bu tezi “Ergenekon Davası” mağduru, Genelkurmay Başkanlığı yapmış yani kurmay bir asker olan İlker Başbuğ’a kadar savundu bu kesim. Yani Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak üzere CIA tarafından örgütlenmiş FETÖ’den Türkiye’yi, yine CIA tarafından Laik Cumhuriyet’i yıkmak üzere örgütlenmiş ve 15 Temmuz’u; “Allah’ın bir lütfu”, diye kutsamış Ortaçağcı Tayyip kurtaracaktı bu güruha göre.
Ve bu güruhtan insanlar, Tayyipgiller’in borazanı haline gelmiş olan yandaş, yalaka havuz medyasının televizyonlarında, gazetelerinde vazgeçilmez aktörler olarak istihdam edildiler. Sağ kesimden gelen yalakalar bakımından olağanüstü bir durum yoktu. Onlar görevlerine devam ediyorlardı. Tek bir şart vardı onlar için: Geçmişte FETÖ’ye ne kadar övgü düzmüşlerse şimdi onu çok aşan dozda küfür edeceklerdi. Bu konuda sağ kesimden gelenlerin şampiyonu kimdir ölçmek mümkün değil…
Ama çok inandırıcı olabilmek için “sol” görünen kesimden insanlar da bu kervana katılmalıydı. Bu hem Tayyipgiller’in inandırıcılığını arttıracak hem de Tayyipgiller’in Antiemperyalist, Antiamerikan görünmelerini sağlayacak böylece halk nazarında Tayyip’in kredisini yükseltecekti. Bu yalakalıkta, ikbal, mevki ve siyasi, maddi kazançta yarışan yarışana… İsim belirtmek değer vermek olur.
Fakat bir kişi var ki, isim verilmese yeni nesillerin onu tanıması içyüzünü görmesi gölgelenebilir. Bu kişi, “sol” görünüp hep CIA hizmetinde bulunmuş, bu görevini hiçbir zaman aksatmamış, her yeni dönemde yeni bir kalıba girerek hizmette kusur etmemiş; tâ 1970’te Hikmet Kıvılcımlı’nın “CIA Sosyalisti” diyerek kulağından tutup teşhir ettiği, Doğu Perinçek’tir. Yani “sol” görünümlü yalakaların, hainlerin açık ara şampiyonu, yandaş medyanın ekranlarında ve gazetelerinde her gün arzı endam eden Doğu Perinçek’tir. Ortaçağcı Tayyipgiller’in en büyük destekçisi unvanının tartışmasız sahibidir.
Biz onun nasıl kalıptan kalıba girdiğini gözler önüne seren, Nurullah Ankut (Efe)’nin kaleme aldığı 26 makalesini yayımlamıştık. Bu makaleleri, “Bin Kalıplılar” adıyla büyük boy 617 sayfadan oluşan bir kitapta da derlemiştik. (Nurullah Ankut, Bin Kalıplılar, Derleniş Yayınları, Mayıs 2015)
Fakat onun “bin kalıba” sığamayacağını da şöyle belirtmiştik:
“(…) Tabiî son kalıbı dedikse şimdilik kaydını da koymak gerekir. Bundan sonra hangi kalıplara gireceğini kadim dostu Yalçın Küçük bile (kesinlikle değişeceğine emin olmakla birlikte) bilememektedir. Bilemediğini zaten yazıp çizmektedir. Yani biz de adımız gibi eminiz ki Allah ömür verirse Doğu Perinçek’in bu son kalıbı, sondur ama, en son kalıbı değildir…
“Onun görevi, antiemperyalist uyanışı her dönemde evirip çevirerek yine emperyalizmin kanalları içine akıtıp buharlaştırarak yok etmektir.
“Buna izin verilemezdi.
“Kitap okununca görülecektir:
“İzin verilmemiştir…” (Bin Kalıplılar, Önsöz, s. 21)
Doğu Perinçek’in bu yeni girdiği-gireceği kalıpların anlaşılması; gerçek yüzünün iyice görülmesi, genç kuşaklarca da bilinip tanınması için ve hak ettiği hainlik rütbesinin bizzat halklarımız tarafından ve bir kez daha alnının ortasına çakılması için (hukukçu üslubu ile söylersek); bu makaleleri bir kez daha Türkiye Halklarının önüne koymak kaçınılmaz bir görev olmuştur.
***
İşkenceci sorgucular karşısında
acıklı bir diz çöküş ve teslimiyet
Dikkat edilirse, içerideyken bunlarla ilgili, hayatın akışının önümüze çıkardığı bir iki mecburiyet dışında, bir şey söylememiştik. Halkımız der ya; “Yaralı kuşa taş atılmaz”, diye. Gerçi bunlar kuş filan değildi. Ama yine de biz, bu atasözünün anlayışı içinde davrandık.
Bunlar, 1969’dan itibaren yani Mao’yu peygamber, Pekin’deki ÇKP karargâhını da Kâbe edineliden beri Türkiye Devrimci Ortamına ve Halklarına karşı suç işlemişlerdir. Bozgunculuk yapmışlardır, kafa bulandırmışlardır, devrimci teori ve harekete karşı savaş içinde olmuşlardır. Bazen açıktan, bazen sinsice…
Bunların bir elleri hep “Ve Gürbüz Tüfekçi” ve benzerleri aracılığıyla MİT’te, dolayısıyla da Kontrgerilla’da-Gladio’da-Özel Harp Dairesi’nde ve tabiî bunların en gerisinde duran Büyük Patron’da-Amerika’da olmuştur.
Bunlar, NATO’yu savunmuşlardır, ABD’yi savunmuşlardır, AB’yi savunmuşlardır, Özel Harp Dairesini savunmuşlardır. 12 Eylül Faşist Darbecilerini savunmuşlardır. Vb. vb.
Bunlar, Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp’a karşı açıktan bir savaş yürütmüşlerdir. Sovyetleri en büyük ve en tehlikeli düşman ilan etmişlerdir. Sovyetlerin Türkiye’yi işgal edeceğini; Türkiye Devrimi’nin yolunun da bu işgale karşı bir ayaklanmadan geçeceğini iddia etmişlerdir.
Sosyal Emperyalist diye niteledikleri Sovyetlerin işgaline karşı mücadele etmek için “Ege Ordusu’nun-Dördüncü Ordu’nun Sovyet sınırına kaydırılması”nı teklif etmişlerdir, savunmuşlardır.
Bunlar, dünyadaki tüm antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı, yurtsever, antisömürgeci hareketleri de düşman ilan etmekten geri durmamışlar; bunlara karşı ABD Emperyalistlerinin işbirlikçisi konumundaki hain, karşıdevrimci güçleri savunmuşlardır.
Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı, bunların kimliğini 1971 yılı başında açığa çıkarmış; bunların gerçek iç yüzünü tam yansıtan bir adla adlandırmıştır: CIA Sosyalizmi demiştir, bunların yapıp ettiğine. Çünkü yukarıda andığımız tüm tezleri ve ona uygun davranışları tamamıyla ABD’nin, Pentagon’un, CIA’nın tezleri ve onların pratikteki görünümleriydi.
Belki denilecek ki, şimdi bunlarla uğraşmanın sırası mıydı? Türkiye’nin içinde bulunduğu bu kara günlerde niye bunlarla uğraşılıyor?
Şundan: Bu hareketin şefi Doğu Perinçek, dışarıya çıkar çıkmaz hemen Tayyipgiller’e yanaştı, AKP’ye rampa etti. “F-Tipi Gladio’ya karşı Tayyip Erdoğan’la beraber olacağız”, dedi.
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül Gladio olmaktan çıkarılıyor, Gladioluk sadece F-Tipine ait bir niteliğe indirgeniyor. Bu çarpıtmadır, düzenbazlıktır, sahtekârlıktır, korkaklıktır, AKP işbirlikçiliğidir. Çünkü bunların hepsi aynı çamurdan yoğrulmadır. Ve aynı fabrikanın mamulâtıdır.
Tabiî bu yaklaşım aynı zamanda da Tayyipgiller’i yıkayıp yağlamadır. Temize çıkarmadır.
Çok geçmedi aradan, 1 Mayıs’ta yine aynı ihaneti ve Tayyipgiller yandaşlığını sergiledi İP. 1 Mayıs’ın Anavatanı olan Taksim yerine, Tayyip’in meşru, yasaksız yerler arasında saydığı Kadıköy’e, yine ABD, CIA yapımı Türk-İş’in yanına gitti. Taksim için mücadele eden devrimci güçleri de “Turuncu Kuvvetler” olarak ilan etme namussuzluğunda bulundu. Çirkefleşerek ihanetini ve işbirlikçiliğini gözden kaçırmaya çalıştı.
Yine geçenlerde eski dostu ABD’ye yanaştı. ABD’li Conilerin kafasına torba geçiren TGB’li gençlerin olayı sonrasında korkup panikleyerek;
“Biz Türk milleti olarak ABD ile düşmanlık istemiyoruz. Ancak dostluk için ABD’nin iki koşula saygı göstermesi gerekiyor:
“Bir: Vatanımızı bölemezsiniz!
“İki: Cumhuriyetimizi yıkamazsınız!”, dedi.
Sanki bunlar olabilirmiş gibi… ABD Emperyalistleri tâ ellili yıllarda planlarını, projelerini yapmışlar: Dünyayı bin ülkeli hale getirmek, böylece de kent devletçiklerine dönüşmüş dünyada gönüllerince at oynatmak-sömürü ve talan yapmak… O genel planın bölgemize, tabiî ülkemize ilişkin bölümüdür Büyük Ortadoğu Projesi (BOP).
Onun bundan vazgeçmesini istemek, emperyalistlikten vazgeçmesini istemek anlamına gelir. Ki böyle bir şey ummak, beklemek devrimci anlayıştan tümüyle uzaklaşmak, devrimci teoriyle her türden ilişkiyi kesmek anlamına gelir. Dünyayı hiç kavrayamamak anlamına gelir.
Doğu Perinçek, burada aslında ABD Emperyalistlerine el uzatmış oluyor. Biz sana düşman değiliz. Tersine dost olmak isteriz. Ama sen de şunlardan vazgeçiver, demiş oluyor ABD’ye. ABD Emperyalistlerinin böyle bir vazgeçmede bulunmayacaklarını Perinçek de aslında bilir. Bilmesi gerekir. Ama onun esas derdi, ABD’nin düşmanı değil, dostu olduğunu söylemiş olmaktır.
Görüldüğü gibi, Perinçek ve İP, daha doğrusu İP’i yöneten PDA kadrosu, yamukluktan, kafa bulandırmaktan, gençlerin bilincini karartmaktan, özetçe ihanetten vazgeçmeyecektir. Geçenlerde de söylediğimiz gibi, onlar, iflah olmayacaktır.
Öyleyse yapılması gereken onları gelmiş geçmişleriyle ve bugünleriyle bir kez daha Devrimci Teorinin ışığı altında tahlil etmek ve ruhiyatlarını, siyasi kişiliklerini bütün açıklığıyla ortaya koymak, yeni nesle, gençlere göstermektir.
Geçen yazımızda da aktardığımız gibi, Lenin, emperyalizme karşı mücadelenin oportünizme karşı mücadeleden ayrı olamayacağını belirtmektedir. Oportünizm ayağı eksik kalırsa emperyalizme karşı mücadelede de başarılı olunamayacağını, çok haklı olarak, ortaya koymaktadır.
Biz, baştan bu anlayışta olduğumuz için ABD Emperyalistlerine ve onların Türkiye’deki hain işbirlikçilerine, ortaklarına karşı mücadeleyi kesintisiz vermekteyiz. Oportünizme karşı mücadeleyi de aynı şekilde sürdürmekteyiz.
İşbirlikçi hainlerin son versiyonu olan Tayyipgiller’e karşı teorik ve pratik mücadeleye ilk andan itibaren girdik. Onları kökenleri ve sınıf yapılarıyla birlikte gözler önüne serdik.
Sevrci Soytarı Sahte Sol dediğimiz oportünistler cephesine karşı da mücadelemizi aynı sistematikte sürdürdük, sürdürmekteyiz.
Artık oportünist cephenin bir diğer kanadını oluşturan eski CIA Solu İP’i de ele alıp gerçek kimliğiyle yani siyasi muhtevasının karşıdevrimci niteliğiyle ortaya koymamız kaçınılmaz bir devrimci görev olmuştur bir kez daha.
Arkadaşlarımızın hatırlayacağı gibi, biz bu hareketle ve onun arka planını oluşturan Maoculukla 12 Eylül öncesi “İki Süper Oportünizm” adlı kitabımızla hesaplaşmış ve bu karşıdevrimci hareketi kesin bir yenilgiye uğratmıştık.
Hayat öyle aktı ki, bugün bir kez daha bu hareketle hesaplaşmamız gerekti.
Bu hareketin önderi konumundaki kişi olan Doğu Perinçek, kendisini kahraman, büyük lider olarak satmaktadır, genç kuşaklara. PDA tayfasını oluşturan eski kaşar oportünistler de büyük önderin kaliteli yardımcıları olarak sunulmaktadır yine.
Evet, bir kişinin gerçek anlamda devrimci önder olabilmesi için onun kahramanlıklar yapmış olması, dolayısıyla da kahraman olması gerekmektedir. Kahramanın en temel özelliği cesaret sahibi olmasıdır. Bir korkağın kahraman olduğu görülmemiştir…
Önderimiz, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı der ki; “Hayatım boyunca işkencede direnmeyi en önemli devrimci erdem saydım. Çözülüp yoldaşlarımı ele verip hain durumuna düşmektense öleyim daha iyi dedim.”
Evet, önderimiz hep bu devrimci değere uygun davranmıştır. Bunun sonucunda da işkence odalarından her seferinde başı dik olarak çıkmıştır.
Bize aktardığı devrimci değerlerin, mirası oluşturan büyük teorik-pratik hazinenin bir unsuru da budur. Hareketimizin, bayrağı Usta’mızdan devraldığımız günden bu yana, önderlik kadrosundan çözülen olmamıştır. En ağır işkencelerden geçirilmiş olmasına rağmen… 12 Eylül Faşizminin işkencehanelerinden de tüm kadrolar bazında değerlendirildiğinde yüzde seksen oranında direnilerek çıkılmıştır. Bu gerçeği bizi tanıyan dost da düşman da bilir. Hatta işkenceciler de bilir. Onlar bize; tabiî Kıvılcımlı’nın öğrencilerisiniz, o yüzden konuşmayacağım diyorsunuz, değil mi, demişlerdir sık sık…
Perinçek ve PDA kadroları poliste tümüyle çökmüştür
Doğu Perinçek ve PDA liderliğine ve kadrolarına baktığımız zaman tam tersi bir durumla karşılaşırız. Bu hareketin lider kadrosu, tümüyle çökmüştür. Tabandaysa, bizim bildiğimiz yok ama, belki gözümüzden kaçmış bir iki kişi direnmiştir. Hak yemiş olmamak için bu kaydı da düşmüş olalım.
Dikkat edelim, çözülmek demiyoruz. Çökmüştür diyoruz. İkisi birbirinden ayrı şeylerdir. Çözülen konuşur. Önemli bilgiler verir polise. Ama bir yerde durabilir. Yani tam teslim olmaz. Çökense artık bittim, der. Ve bildiği, sandığı her şeyi anlatır polise. Onun tek derdi vardır artık; o işkenceden kurtulmak.
Bir hareketin lider kadrosu tümden konuşmuş ve çökmüşse o hareket devrimci anlamda artık bitmiştir, tükenmiştir. Yapacağı bir şey kalmamıştır. Ha, şu olabilir, alttaki insanlardan sağlam kalanlar yeni bir yapı oluşturup hareketi sürdürebilirler. Fakat artık bu yapı yeni bir harekettir. Yeni bir örgüttür.
Bir lider kadro çökünce, polis sadece onların ifadelerini dosyalayıp kişileri cezaevine, dosyayı mahkemeye göndermekle kalmaz. Onların içinden kendince uygun gördüklerini ajanlaştırmaya da çalışır. Ve bunda da ne yazık ki başarılı olduğu durumlar olur. Çünkü çöken insan, bütün özgüvenini, özsaygısını ve devrimci, ahlaki değerlerini terk etmiştir. O sebepten ajanlaşma teklifi ve baskısı karşısında da direnebilmesi kolay olmaz.
PDA Hareketinin lideri D. Perinçek’in ifadesinden birkaç eşantiyon sunmak istiyoruz. Önce ifade hakkında kısa bir bilgi verelim:
İfadenin tamamı normal boy kitap sayfasıyla tam 129 sayfadır. Bu ifade 12 Mart Faşist Darbesi sonrası geçirdikleri tevkifatta verilmiştir.
Bu sayfalarda D. Perinçek, yakın ve uzak akrabalarını, onların ikametgâhlarını, mesleklerini, siyasi eğilimlerini ve kendisiyle ilişkilerini ayrıntılıca anlatır. Ve tabiî siyasi ilişkilerini de tüm detaylarıyla bir bir sayıp döker. Sorulan her soruya en ince ayrıntısına kadar cevap verir. Sadece örgütünün kadrolarını ele vermekle kalmaz. Tanıyıp bildiği, şurada burada görüştüğü tüm insanları da siyasi nitelikleriyle birlikte anlatır. İşin özetçesi, polisin sorup da yanıtını istediği şekilde alamadığı hiçbir sorusu olmamıştır.
PDA Hareketinin ikinci adamı ve D. Perinçek’in eniştesi (kız kardeşiyle evli) Gün Zileli bu hareketi anlattığı bin sayfayı aşkın anılarında Perinçek’in çökmesini, bunun örgütlerinde yarattığı demoralizasyonu ve Perinçek’in ifadesiyle düştüğü bu itibarsız durumdan kendisini kurtarmak için nasıl kurnazca manevralar yaptığını uzun uzun anlatır. Tabiî kendi çökmesini de anlatır Gün Zileli, anılarında…
Yeri gelmişken söyleyelim: PDA ve İP’i anlamak için G. Zileli’nin anıları önemli kaynaklardan biridir. Bu anılarda bizim gördüğümüz kadarıyla yanlış yok da eksik vardır. Hani derler ya, hiçbir anı eksiksiz olmaz, diye.
Perinçek’in ihanetinin belgesi
Sözü daha fazla uzatmayalım; gelelim Perinçek’in ifadesinden (“İki Lider İki Örnek! İbrahim Kaypakkaya ve Doğu Perinçek’in Polis İfadeleri” adlı kitaptan) alınan bölümlere:
“(…) 12 Mart’tan sonra bunlardan Atıl ANT Filistin’e gitti. 1971 sonlarında döndü. Ve İstanbul’a gitti. Kerim ÖZTÜRK ise askeri cezaevinden kaçmasından sonra Filistin’e gitti. Gitmeden önce kendisini Faysal KARAÇALI’nın Küçükesat Nenehatun caddesindeki (yanlış oldu Maltepe Ar sok. 13/1 numarada otururken) evinde gördüm. Kendisine Filistin’deki arkadaşlara ulaştırması için 12.000 lira kadar para verdik. Bu parayı Şahin ALPAY’a götürecekti. Bu paranın dönüş parası olarak kullanılmasını, arkadaşların yavaş yavaş Türkiye’ye dönmelerini, kadrolarımızın yetersiz olduğunu, kadrolu personele ihtiyacımız bulunduğunu söyledik. Raif ÇAKIR ve İsmet Tufan YAZICI’yı ise Sıkıyönetimden sonra görmedim. (s. 63-64)
***
“SORULDU: PROLETER DEVRİMCİ AYDINLIK dergisi dönemindeki faaliyetleriniz ve PDA hareketi hakkındaki bildiklerinizi anlatınız:
“PDA ilkyazı kurulu Erdoğan GÜÇBİLMEZ, Şa-hin ALPAY, Ömer ÖZERTURGUT, Gün ZİLELİ, Cengiz ÇANDAR, Atıl ANT ve benden teşekkül ediyordu. Derginin yayın süresi içinde muhtelif dönemlerde ya-zı kurulumuza şu şahıslar girip çıkmışlardır: Halil BERKTAY (Sıkıyönetimin ilanına kadar kaldı), Ha-san YALÇIN (Sıkıyönetimin ilanına kadar kaldı), Nuri ÇOLAKOĞLU (Yayından 5-6 ay kadar sonra girdi. Sıkıyönetimin ilanına kadar kaldı), Oral ÇALIŞ-LAR (Sıkıyönetimin ilanından 4-5 ay kadar önce ya-rarlı olmadığından çıkarıldı), Ferit İLSEVER (Sıkıyönetime 4-5 ay kadar girdi ve sonuna kadar kaldı), Atıl ANT (ilk yayından 4 ay sonra yararlı olmadığı için harekette kalmakla beraber yazı kurulundan çı-karıldı), Erdoğan GÜÇBİLMEZ (1970 Kasımı’nda mevcut tutumumuzun sorumluluğunu paylaşamayacağını söyleyerek yazı kurulundan ayrıldı), Hüsamettin KURULTAY (2-3 ay kadar bulundu), Cüneyt AKALIN (Sıkıyönetime kadar kaldı), Aydoğan BÜYÜKÖZDEN ve Ömer MADRA (Son 3 ay müşavir üye olarak zaman zaman toplantılara katıldılar). Böylece bizim görüşle-rimizi yansıtan biri PDA diğeri İŞÇİ-KÖYLÜ olmak üzere iki yayın organına sahip olmuştuk. Fakat her iki yayın organının aynı yazı kurulunun yönetimi zor olduğundan her iki yayın organında ise ayrı redaksiyon komiteleri kuruldu. 3’er kişilik olan bu komitelere muh-telif zamanlarda, muhtelif kişiler katılmışlardı. Bu şahıslar şunlardır: PDA redaksiyon komitesine katı-lanlar: Doğu PERİNÇEK, Erdoğan GÜÇBİLMEZ, Şa-hin ALPAY, Halil BERKTAY; İŞÇİ KÖYLÜ redaksi-yon komitesine katılanlar ise Nuri ÇOLAKOĞLU, Ha-san YALÇIN, Şahin ALPAY, Doğu PERİNÇEK, Gün ZİLELİ ve Ferit İLSEVER idi. Bu iki redaksiyon ko-mitesi arasındaki irtibatı ise İRTİBAT KOMİTESİ sağlıyordu. İRTİBAT KOMİTESİ; Hasan YALÇIN, Gün ZİLELİ ve benden teşekkül ediyordu. Bunların dı-şında Gençlik, İşçi ve Köylü meseleleri ile ilgili komiteler de kurulmuştu. Bunların görevi gençlik, işçi ve köylü olayları ve sorunlarını izleyerek bunlarla ilgili haberleri toplayıp taslak halinde yazı kurullarına ver-mektir. Gençlikte: Kerim ÖZTÜRK, Ercan ENÇ ve İlker AĞACA, İşçide: Ferit İLSEVER, Nuri TÜRKEEŞ, Mehmet Ali ZARİFOĞLU ve Leon MAFYAN; Köylüde de: Gün ZİLELİ ve Cüneyt AKALIN. (s. 84-85)
***
“SORULDU: İllegal parti fikrinin doğuşu ve bu yolda yaptığınız çalışmaları anlatınız.
“SOSYALİST KURULTAY yolunun başarısız kalması üzerine, başka çözüm yolları aramaya başladık. Esasen, devrimin ancak illegal bir partiyle başarılacağı fikrini gerçekleştirmek yönünde de fikri yönde bir gelişme vardı. Bu gelişme safhasında başlıca 3 tutum göze çarpmaktaydı. 1. Ben ve Ömer ÖZERTURGUT: Mücadelenin partisiz devam etmesine imkân yoktu. Örgütsüz ve dağınığız; bu şartlarda disiplin kurulması, mücadelenin doğru bir şekilde sevk ve idare edilmesi için bir parti şarttı. Ferit, Bora, Cengiz, Hasan, Atıl gibi arkadaşlar yaptığımız muhtelif görüşmelerde bu fikirlerimizi kabul eder bir tutum gösteriyorlardı. 2. Şahin ALPAY ve Halil BERKTAY: Türkiye’deki gelişme bir parti kuracak olgunlukta değildir. Böyle bir parti bugün aydınlara dayanır. Henüz partileşecek seviyede işçi ve köylü önderleri oluşmamıştır. Erkendir.
“3- Gün ZİLELİ, Oral ÇALIŞLAR, Mehmet ALTUN ve İbrahim KAYPAKKAYA: Parti şehirde, oturduğumuz yerden kurulmaz. Bir parti kurmak için köylere gitmek orada çalışma yürütmek, köylük bölgelerdeki mücadeleyi olgunlaştırdıktan sonra bir parti halinde birleşmek gerekir.
“İllegal parti kurma meselesi nazik bir mesele olduğundan açıkça ve toplu olarak hiç bir zaman bu konu tartışılmış değildir. Bu fikirler ancak 2-3 kişilik gruplar halindeki konuşmalardan ve çeşitli zamanlarda arkadaşlardan edindiğim cevaplardan öğrendim.
“MERKEZ KOMİTESİNİN KURULMASI: Ömer ÖZERTURGUT ile 1971 başında bir çekirdek yaratmayı kararlaştırdık. Amacımız yukarıdan aşağıya teşekkül edecek Marksist-Leninist bir çekirdeği ileride yapılacak bir kongreyle parti haline getirmekti. O sırada partileşme fikirlerine yaklaşmış olan Şahin ALPAY’ı bu çekirdeğe dahil etmeyi, uygun gördük. Kendisine durumu anlattık. Neticede teklifimizi kabul etti. Böylece oluşturduğumuz çekirdek Ocak 1971’de toplanarak kız kardeşimin anahtarı bende bulunan Selanik Cad. İle Kızılırmak Sokağının kesiştiği köşedeki numarasını hatırlayamadığım apartmanın 3. katındaki dairesinde kendilerinin bulunmadığı bir sırada toplandık. Bir merkez komitesi meydana getirdik.
“Bu toplantıda aldığımız kararlar şunlardır:
“1- En kısa zamanda toplanacak bir genel kongreyle partinin kuruluşunu yapmak, o zamana kadar merkeze Doğu PERİNÇEK’in yani benim başkanlık etmesi, Ömer ÖZERTURGUT’un başkan yardımcılığını yapması, kongrede merkez organ ve kurullarının teşekkül etmesi. (s. 88-90)
***
“SORULDU: TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ olarak İllegal biçimde örgütlenme anlayışınız ve organlarınızı açıklayınız:
“Bu hususta tüzük taslağında ayrıntılı şekilde bilgi bulunmaktadır. Özetle örgütlenme anlayışımız: Proletarya öncü müfrezesini mücadele içinde inşa etmektir. Türkiye gibi yarısömürge, yarıfeodal ülkelerde parti inşası silahlı mücadele içinde başarılabilir. Köylük alanlarda yürüteceğimiz (esas olarak) mücadele için de partimizi inşa etmeyi düşündük. Çalışmalarımızı tayin eden zirvedeki ilke gizliliktir. Örgütlenmemiz de gizliliğe dayanır. Kademeler ve hücreler birbirini tanımamalıdır. Temaslar bir kişi vasıtasıyla yürütülür. Çalışmalarımızda parola, şifre ve şifre anahtarları kullanılır. Bunlar çok gizlidir, ancak ilgili olanlar arasında bilinir. Her ayrı irtibat için ayrı şifre anahtarı kullanılır. Ben parti başkanı olarak daha önceden bölge sorumluları ile aramızda her biriyle avı ayrı olmak üzere şifre anahtarları tespit ettim, bunlar sık sık değiştirilmiştir. Mesela Ege bölgesiyle “MA-HALLENİN GÜLÜ”, “KIRİZANTEM”, Yurtdışı ile “MAO ZEDUNG YOLUNDA”, “UNKAPANI KÖPRÜSÜ” bu anahtarlardan bazılarıdır. Partinin örgütlenme ilkesi demokratik merkeziyetçiliktir, şu anlama gelir; kararlar organlar içinde demokratik bir şekilde oluşur, uygulamada merkeziyetçilik esastır, çelik disiplin esastır. Tüzük taslağımıza göre; organlarımız şu şekildedir:
“1- MERKEZ KOMİTESİ: Kaç kişiden oluşacağına Kongre karar verir, kongre arasında en yüksek organdır. Merkez Komitesi, ben, Ömer ÖZERTURGUT ve Şahin ALPAY’dan oluşmuştur. Eylül 1971 tarihinde Halil BERKTAY, Bora GÖZEN ve Ferit İLSEVER’i yedek üyeliğe davet ettim. Ben, Şahin ALPAY ve Ömer ÖZERTURGUT, 1971 Ocak ayında kongreye kadar Merkez Komitesine kimsenin alınmamasını kararlaştırdık. Kongrenin gecikmesi üzerine, ben inisiyatifimi kullanarak yukarıda sözünü ettiğim bu şahısları yedek üyeliğe çağırdım. Merkez Komitesi’nin içerisinde başkan ve başkan yardımcısı (yani ben ve Ömer ÖZERTURGUT) SİYASİ BÜRO’yu oluşturur, bu görevi fiilen ben yaptım.
“SİYASİ BÜRO’nun görevi: Merkez Komitesi’nin kararlarını yürütmek ve partinin izleyeceği siyasi istikameti tayin etmektir.
“BÖLGE KOMİTELERİ VE DİĞER KADEMELER: Tüzük taslağına göre; Merkez Komitesi ihtiyaca göre kendi altında kademeler kurar, alttaki ilk kademe BÖLGE KOMİTESİ de olabilir. İL KOMİTESİ de olabilir, hatta daha aşağıda bir kademe de olabilir. Katı bir hüküm yoktur. Bunu ihtiyaç tayin eder. BÖLGE ve İL KOMİTELERİ’nin başında birer sorumlu şahıs vardır. Bu komiteler, eleman durumuna göre teşekkül eder, mesela ANKARA İL KOMİTESİ başlangıçta Hasan YALÇIN (Ankara il sorumlusu), Halil BERKTAY’dan müteşekkil idi. Halil, Ege bölgesine gitti, Hasan yakalandı ve Ankara sorumluluğunu bunun üzerine tek başına Nuri ÇOLAKOĞLU’na verdim. İSTANBUL İL KOMİTESİ: Başlangıçta Bora GÖZEN ve İbrahim KAYPAKKAYA’dan teşekkül etmişti. Sorumlusu Bora GÖZEN’dir. Daha sonra, bu bölgeyi tek başına Ferit İLSEVER yönetmiştir.
“EGE BÖLGE KOMİTESİ: Başlangıçtan beri Halil sorumlu idi. Hasan ÖZKAN, onunla birlikte EGE BÖLGE KOMİTESİ’nde çalışmıştır. DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU KOMİTESİ: Başlangıçta İbrahim KAYPAKKAYA ve Muzaffer ORUÇOĞLU sonradan Bora GÖZEN de bu bölgeye katıldı. Bu bölgedeki sorumlu İbrahim KAYPAKKAYA’dır. Bölgelerdeki sorumlu ve sekreter tabirleri aynı şeyi ifade etmektedir.
“BÖLGE ALT KOMİTELERİ: Ankara, İstanbul, ve Ege bölge komitelerinde, ayrıca alt komiteler kurulmamıştır. Bu bölgelerdeki komiteler, bölge faaliyetlerini, yanlarındaki bölge kadrolarıyla yürütmüşlerdir. Bu kadroların hepsi partili değildir, ufak bir kısmı partilidir. Sadece DOĞU VE GÜNEYDOĞU bölgesinde Bölge Alt Komitemiz vardı; MALATYA ALT KOMİTESİ: İbrahim KAYPAKKAYA; DİYARBAKIR ALT KOMİTESİ: Muzaffer QRUÇOĞLU ve Abdulvahap SONER’den ibaretti. Diyarbakır alt komitesi sorumlusu Muzaffer ORUÇOĞLU’dur. (s. 94-96)
“4- SİLAH VE CEPHANE TEMİN HÜCRESİ: Bu konuda kurulmuş bir hücremiz yoktu. Bütün teşkilatlarımıza bu meseleye önem verilmesi ve kadro bulunduğu zaman özel olarak bu görevlerle uğraşacak gruplar kurulması bildirilmişti. Ben Makine Kimya Endüstrisinde bizim fikirlerde olan bir işçiyle bağ olduğunu, kurulduğunu öğrendim. Ve bunu memnuniyetle karşıladım. Zira Makine Kimya, stratejik önemde bir fabrika olduğu gibi 300 kadar da işçi çalışmaktadır. Her şeyden önce işçi sınıfı içinde kökleşmemiz ikinci planda da bu fabrikanın stratejik maddeler imal etmesi bakımından bu olayı olumlu karşıladım.
“5- SABOTAJ HÜCRESİ: Teşkilatlanmamızın olgunlaş-mamış olması nedeniyle henüz sabotaj görevleri için özel gruplar kurmamıştık. Yalnız 1971 yılı aralık sonunda Arap halklarıyla dayanışmamızı göstermek amacıyla İSRAİL SEFARETİ’nin duvarına tahrip maddesi koymaya teşebbüs ettik. Olay şöyle olmuştur. Filistin’den dönmüş olan KASIM (daha sonra esas isminin İSMET olduğunu ve Bakırköylü bir arkadaş olduğunu öğrendim) Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolu olan İsrail saldırganlarının Arap topraklarına tecavüz ederek ARAP FEDAİ ÖRGÜTLERİNE karşı tedhiş hareketlerine giriştiğini belirtti. Buna karşı tepkisini ifade etti. KASIM Arap halklarıyla dayanışmamızı ifade eden bir eylemde bulunmanın doğru olacağını söyledi. Bu fikri ben de uygun gördüm. KASIM’la olan konuşmamızda yanımızda kimse yoktu. Konuşmayı Doğan YURDAKUL’un Nergiz Sokaktaki evinde annesinin yılbaşı tatili için gittiği bir sırada yaptık. KASIM hakkında Filis-tin’deki arkadaşlardan Şahin ALPAY’dan çok olumlu bir rapor gelmişti. Fuat ve Kasım hakkında askeri yönden en başarılı elemanlarımız ve grubumuzun proleter kanı ifadeleri kullanılıyordu. KASIM’ı tanımayışıma rağmen bu rapora dayanarak İsrail Sefaretine bomba koyma görevini verdim. KASIM ilk önce bir keşif yaptı ve daha sonra önümüzdeki 2-3 gün içinde bu görevi yapmak üzere benden ayrıldı. Bilahare gazeteden KASIM arkadaşın elinde bomba patlayarak şehit olduğunu öğrendim. Bu konuyu benden başka kimse bilmemektedir. (s. 98-99)
***
“SORULDU: Parti çalışmaları ile ilgili olarak Ankara’da yürüttüğünüz faaliyetleri ve Ege bölgesine intikalinizi, Ege bölgesi çalışmalarınızı anlatınız.
“ANKARA’DAKİ FAALİYETLERİM: Sıkıyönetimin ilanı ile açık çalışmalar kesin olarak nihayete erdi. Arkadaşlar dağınıklık içindeydi, kimsenin kimseden haberi olmadığı bir kargaşalık dönemine girdik. İlk olarak Şahin ALPAY ve Ferit İLSEVER’i güney bölgesinde köylerde yerleşme imkânları aramaya yolladık. Fakat yerleşme sağlayamadan döndüler. Bu arada İstanbul’daki arkadaşlarla bağlarımız kopmuştu. Bunu sağlamak için henüz ismimin okunmadığı (yani aranmadığım) bir sırada İstanbul’a gittim. İstanbul’da Bora GÖZEN’i buldum. Bora GÖZEN hareketimizden mücadeleyi terk eden tasfiyeci grubun etkisiyle arkadaşların önemli kısmını bu arada Mehmet ALTUN’un da mücadeleyi terk ettiğini belirtti. Kendisini İbrahim KAYPAKKAYA ile beraber İstanbul’u toparlamaya çalışmalarını söyledim, bu sırada Efraim ELROM olayı vukuu buldu ve aynı akşam radyoda arananlar meyanında benim ismim de okundu. Üzerimde Avukat Doğan DEVELİ adına düzenlenmiş Avukat kimliği vardı (bu kimlik kendi avukat kimliğimi tahrif etmek sureti ile hazırlanmıştır), iki gece Aksaray Kent otelinde kaldım, Elrom olayından iki gün sonra Ankara’ya döndüm. (s. 116-117)
***
“SORULDU: Arandığınız süre zarfında, yakalandığınız tarihe kadar Ankara’da evlerinde kaldığınız şahısların isimleri, bu evlerin açık adresleri ve bu evlerde gördüğünüz, temas kurduğunuz şahısları anlatınız.
“İsrail İstanbul Başkonsolosu Efraim ELROM’un İstanbul’da öldürüldüğü günlerde, radyodan benim ismim de arananlar meyanında okunmaya başlandı. ELROM’un öldürüldüğü günden sonraki iki gün, İstanbul Aksaray KENT otelde kaldım. Trenle Ankara’ya geldim ve doğruca daha evvel hazırlanmış olduğu Bağlum köyündeki eve yalnız olarak yerleştim. Bu evi Ali BİLGİLİ’den 200 lira mukabilinde tavukçuluk yapacağımı söyleyerek kiralamıştım. Burada daha evvel buranın adresini verdiğim Hasan YALÇIN ile irtibat kurdum. Birkaç kere evime geldi ve kendisiyle görüştük. Faysal KARAÇALI’nın Anıttepe, Strazburg Cad.’deki evinde Temmuz 1971’den Mart 1972 başına kadar sürekli olarak kaldım. Yani, Bağlum köyündeki evde 1,5 ay kadar kalmış oldum. Bu evde Hasan YALÇIN, Halil BERKTAY, Bora GÖZEN, Atıl ANT, İbrahim KAYPAKKAYA, Nuri ÇOLAKOĞLU, Tğm. Alaattin SEVİMLİ, Fuat, Kerim ÖZTÜRK, Halis ÖZKAN, Nejat BAYRAMOĞLU, Şule ZALOĞLU ile görüştüm. Bunlardan Nuri ÇOLAKOĞLU, Atıl ANT, Kerim ÖZTÜRK, Halil BERKTAY kısa sürelerle kalmışlardı. Diğerleri gelip giderlerdi. Faysal KARAÇALI, Nejat BAYRAMOĞLU’nun arkadaşıdır. Hareketimize Faysal’ı kazandıran Nejat BAYRAMOĞLU olmuştur. ŞAFAK baskı hücresine mensuptur. Parti üyesi olmamıştır, partimize imkânı nispetinde maddi yardımları da olurdu. Faysal’ın adresi, daha önceden bana, sıkışık bir durumda kalabileceğim emin bir yer olarak Hasan YALÇIN tarafından verilmişti. Nejat BAYRAMOĞLU; Küçükesat, Nenehatun Cad. 15/9 nolu dairesinde, Ağustos 1971’de 15 gün, Şubat 1972’de 10 gün kaldım. Bu adresi bana Faysal KARAÇALI vermişti. Burada kaldığım süreler zarfında Faysal KARAÇALI, Ahmet KUMRULU, Şule ZALOĞLU, Nuri ÇOLAKOĞLU, Halil BERKTAY ile görüştüm, benden başka bunlardan kalan olmadı. (s. 127-128)
***
“SORULDU: Partinizin çeşitli kademelerinde görev alan ve görev almayan bilumum tanıdığınız partili üyeler kimlerdir, takma isimleriyle zikrediniz.
“Doğu PERİNÇEK takma isimleri : Tayyar YILMAZ, Hüsamettin, Behiç, Mustafa, Zeynel (Merkez Komitesi Başkanı);
“Ömer ÖZERTURGUT takma ismi: Hasan CUMALİ (Başkan Yardımcısı olup, halen Almanya’dadır);
“Şahin ALPAY takma ismi: Selim, Şale, Nilgün (Merkez Komitesi üyesi, kendisi halen Filistin’dedir);
“Ferit İLSEVER, takma, ismi : Selim, Lütfi (Merkez Komitesi yedek üyesi ve Ege bölgesi sorumlusu);
“Bora GÖZEN takma ismi: Rüstem (Merkez Komitesi yedek üyesi ve Doğu Bölgesi komitesi üyesi);
“İbrahim KAYPAKKAYA takma ismi: Musa, Bektaş (Doğu bölgesi eski sorumlusu, sonradan hareketten ayrılmıştır);
“Muzaffer ORUÇOĞLU takma ismi: Seyit (eski doğu bölgesi komitesi üyesi sonradan hareketten ayrılmıştır);
“Hasan YALÇIN takma ismi: Sancar (eski Ankara sorumlusu)
“Atıl ANT takma ismi: Musa, Leman (parti üyesidir) (s. 144)
***
“(…) Sözlerim bundan ibarettir, dedi ve yazılan ifadesinin tamamen beyanlarına uygun olduğunu, hiçbir cebir ve şiddete dayanmadığını söylemesi üzerine işbu ifade zaptı imzalandı.
“17 Haziran 1972
“İFADE ALAN YAZAN İFADE SAHİBİ
Kom. Mua. P. Me. SANIK
Ersin YILMAZ Abit TOKGÖZ Doğu PERİNÇEK” (s. 176)
***
Yukarıdaki son satırda geçen beyanlarının “hiçbir cebir ve şiddete dayanmadığı” ibaresi, poliste diz çöken herkesin ifadesinin sonuna eklenen bir klişedir. Çünkü, ifade her türlü devrimci değeri berhava etmiştir. Normal şartlarda hiç kimsenin böyle bir ifade vermesi mümkün değildir. Polis bunu çok iyi bildiği için, hem sanığın mahkemede ifadesinden cayamaması, cayarsa da bunun yargıçlarca kabul görmemesi için hem de yaptığı işkencelerden dolayı kendisini yasal güvenceye almak için bu klişe ibareyi böyle ifadelerin son satırına hep ekler.
Direnen, işkence odalarından başı dik çıkan insanların ifadelerinin ise sonuna polisin böyle bir ibare eklemesinin mantıken bir anlamı yoktur. Çünkü o ifadelerde hiçbir örgüt sırrı ortaya konmamıştır. Ortada polisin işine yarayacak bir şey yoktur ki, böyle bir ibare eklemeye gerek duysun. Polise göre direnenlere ait ortada bir ifade filan yoktur. O bakımdan polis direnenlere genellikle; “bunları söyleyeceğine anama avradıma sövseydin daha iyi olurdu” gibi kendince sitemlerde bulunur. Kendinin yenildiğini bilir. Bütün işkence aletlerine ve imkânlarına rağmen…
Perinçek’in 129 sayfalık ifadesinin her paragrafı aslında bu türden yürek parçalayıcı satırlardan oluşmaktadır. İlgi duyanlar tamamını okuyabilirler.
Adam nefes alır, su içer gibi yalan söyler yoldaşlarına ve Türkiye Halkına. Ama gördüğümüz gibi polise tek bir yalan bile söyleyemiyor. Bir ara yanılıyor, bir yoldaşıyla bir evde buluştuğunu söylüyor. Fakat hemen ardından yanıldığını anlıyor. Yanlış hatırladığının farkına varıyor. Hayır, o adreste değil, şu arkadaşın şu adresteki evinde buluştuk, diye yanılgısını hemen düzeltiyor.
Yine bir yerde Filistin’e giden bir arkadaşına 12.000 TL verdiğini söylüyor. Ki o arkadaşı Filistin’e gitmiş, o anda Türkiye’de değil. Ve olay sadece ikisinin arasında geçmiş. Polisin bunu bilmesi, sorup öğrenmesi mümkün değil, kendisi söylemese. Ama onu bile söylüyor. Tam bir çöküş, bitiş, teslimiyet…
Bazı satırlarda silahtan, bombadan, silahlı mücadeleden, proletaryanın öncü müfrezesinin oluşturulmasından, silahlı ayaklanmadan filan söz ediyor. Bu söylediklerin kim, sen kimsin…
Yukarıdaki satırlarda kendini netçe ortaya koyan insanda serçe kadar olsun yürek yoktur. Sen, rahmetli Kemal Sunal’ın “Tosun Paşası”sın, sen yine Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı “Düttürü Dünya” adlı filminde, yine rahmetli Ayberk Çölok’un canlandırdığı sandalyeyle güreşen pehlivansın. Sen, toprağı bol olsun, Toto’nun Masist’e karşı canlandırdığı kahramansın. Bu işler sana göre değil. Sen yürek isteyen, adanmışlık isteyen, kelleyi koltuğa almayı isteyen hiçbir işte yoksun. Bunlar elinden gelmez senin.
12 Eylülcülerin PDA’ya tavrı
Perinçek’in 12 Eylül Faşist Darbesi sonrasına ilişkin polis ifadesi yoktur. Darbeden sonra kendiliğinden gidip Askeri Savcılığa teslim olur çünkü. Zaten 12 Eylül öncesinde de ABD’nin, CIA’nın, Kontrgerilla’nın-Gladio’nun belirlediği bir çizgi izlemiştir. Hem TİKP adlı partisiyle hem de “Aydınlık” adlı gazetesiyle.
Bu CIA paralelindeki siyasi çizgisinden dolayı Kontrgerilla’nın Türkiye’deki en önde gelen temsilcilerinden biri olan Coşkun Kırca gibi birinden aferin almıştır. Bu kişi ki, 12 Eylül’ün faşist 82 Anayasası’nı; ABD’nin direktifleri doğrultusunda darbeden 1 yıl önce hazırlayan 3 kişiden biridir. MİT’çidir de aynı zamanda. 12 Eylül öncesi, burjuva parti temsilcileriyle İstanbul’da lüks bir otelde (Tarabya Otel’de) yaptıkları toplantıda, TİKP temsilcisi olarak orada bulunan Gün Zileli’ye işte bu kişi aynen şunları söylemiştir:
“Milliyetçi Güçler” tarafından “çok takdir ediliyorsunuz.” (Gün Zileli, Yarılma, s. 440).
Coşkun Kırca, Gün Zileli’nin kuzeninin eşiymiş, anılarında anlattığına göre…
Böyle bir siyasi hat izleyen harekete 12 Eylül Faşist Darbesi niye eziyet etsin?
Zaten PDA’cılar darbe sonrasında da 12 Eylül’ü açıktan, netçe savunmuşlardır.
İşte bu sebepten, Perinçek’in 12 Eylül sonrasında yalnızca Savcılığın İddianamesine karşı yaptığı savunma vardır. Tabiî daha pek çok belge de vardır. Bunları koyacağız ortaya ileride. Daha önce de söylediğimiz gibi bu belgelerde Özel Harp Dairesi’nin-Gladio’nun açık savunusu da vardır…
Yukarıdaki ifadeden pasajlar aktarmakla asla bir insanın zaafını ortaya koymak istemişiz gibi bir sonuç çıkarılmasın.
Bizim de yazımızın girişinde söylediğimiz gibi alt kademedeki arkadaşlarımızdan çözülenler oldu. Biz onlara karşı da, herhangi bir kavgada korkuya kapılan arkadaşlara karşı da çok anlayışlı davranmışızdır. Öyle ya, herkes cesur olamaz, atak olamaz. Fiziki ve ruhsal güçleri yetmeyebilir direnmeye, dövüşmeye. İşte biz bu anlayışımızdan dolayı, böyle arkadaşların hep yaşadıkları travmayı atlatmaya çalışmalarını sağlamak istemişizdir. Ve o arkadaşları tamamen legal plandaki görevlerde istihdam etmek istemişizdir. Ve bir anlamda bir yavru kuşu, bir tomurcuğu okşar gibi sözlerimizle, beden dilimizle okşamışızdır o arkadaşları.
Fakat, buradaki durum apayrıdır. Perinçek kendini hâlâ yeni kuşak insanlara, gençlere kahraman diye, büyük lider diye satmaya çalışmaktadır. Böyle olunca da ortaya ağır bir ahlâki sorun, siyasi namusa ilişkin büyük bir sorun çıkmaktadır. Bizim karşı olduğumuz, eleştirdiğimiz işte budur. İnsan ne ise öyle görünmelidir. Olduğunuzdan başka türlü görünmek istediniz mi, ortaya ahlâki bir durum çıkar, bir kandırmaca çıkar. İşte bizi öfkelendiren budur.
Perinçek bu tutumuyla insanları, gençleri ahmak yerine koymaktadır. Buna izin veremeyiz… Çabamız işte budur.
Ayrıca da Hikmet Kıvılcımlı gibi, Lenin sonrasında Marksizm-Leninizm’in teorik hazinelerine en büyük katkıyı yapan, aynı zamanda da bir ahlâk anıtı, bir cesaret anıtı, bir inanç ve kararlılık anıtı, bir fedakârlık anıtı, bir aşınmazlık ve direnç anıtı olan devrimci öndere kalkıp laf etmeye çalışmasıdır. Kelimelerin anlam namusunu hiçe sayarak, sözüm ona eleştiri adı altında, çirkefçe demagojik saldırılar yöneltmeye kalkmasıdır bizi öfkelendiren.
Ey zavallı, sen kimsin, Kıvılcımlı kim?.. Senin gibi 1 milyar insanı toplasan Kıvılcımlı’nın tırnağı olabilir mi?..
Perinçek ayrıca da şöyle bir kandırmacada bulunuyor: Biz, 40 küsur yıldır devrimci mücadele veriyoruz, diyor. Kandırdığı bazı gençlere de bu yalanı tekrarlatıyor. Hayır, sen ve PDA Şürekâsı ömrünüzün çeyrek yüzyılını halka ve devrime ihanet batağında harcadınız. O süre boyunca bugünkü savunduğunuz görüşlerinizin 180 derece karşıtını savundunuz.
Bizim 40 küsur kitabımız var, diyor. O kitapların en az yarısı birer ihanet belgesidir. Onlarda bugünkü görüşlerin tam zıttı savunulmaktadır.
Bugünkü durumunuzu ise daha önceki yazılarımızda ortaya koyduk.
Türkiye Halkına ve devrimci güçlerine karşı ağır suçlar işlediniz. Bunları teker teker somut belgeleriyle ortaya koyacağız, göstereceğiz tüm içtenlikli insanlarımıza, devrimcilerimize. Kandırmacaya izin yok!..
Gelinen noktada artık sizi kurtaracak Bekaalı bir Abdullah Öcalan da yok…
22 Kasım 2014