15 Temmuz Ganimet Savaşı Tayyipgiller’in zaferiyle sonuçlanınca, sağlı sollu bütün çıkarcılar Tayyipçi geçinmek sevdasına yakalandılar. Daha doğrusu parsa kapma ve kelle kurtarma yarışına giriştiler. Tez şuydu: 15 Temmuz Amerikancı gerici “darbe”si Tayyip’e karşı yapıldı. Tâ 17-25 Aralık 2013’ten bu yana hatta 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Fetocu savcılar tarafından ifadeye çağırılmasından bu yana yani Tayyip’e karşı FETÖ’nin ilk hamlesinden bu yana FETÖ’yle gerçek mücadeleyi yapan tek kişi Tayyip’tir. Bundan sonra da bizi FETÖ belasından kurtaracak kişi Tayyip’tir. Bu tezi “Ergenekon Davası” mağduru, Genelkurmay Başkanlığı yapmış yani kurmay bir asker olan İlker Başbuğ’a kadar savundu bu kesim. Yani Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak üzere CIA tarafından örgütlenmiş FETÖ’den Türkiye’yi, yine CIA tarafından Laik Cumhuriyet’i yıkmak üzere örgütlenmiş ve 15 Temmuz’u; “Allah’ın bir lütfu”, diye kutsamış Ortaçağcı Tayyip kurtaracaktı bu güruha göre.
Ve bu güruhtan insanlar, Tayyipgiller’in borazanı haline gelmiş olan yandaş, yalaka havuz medyasının televizyonlarında, gazetelerinde vazgeçilmez aktörler olarak istihdam edildiler. Sağ kesimden gelen yalakalar bakımından olağanüstü bir durum yoktu. Onlar görevlerine devam ediyorlardı. Tek bir şart vardı onlar için: Geçmişte FETÖ’ye ne kadar övgü düzmüşlerse şimdi onu çok aşan dozda küfür edeceklerdi. Bu konuda sağ kesimden gelenlerin şampiyonu kimdir ölçmek mümkün değil…
Ama çok inandırıcı olabilmek için “sol” görünen kesimden insanlar da bu kervana katılmalıydı. Bu hem Tayyipgiller’in inandırıcılığını arttıracak hem de Tayyipgiller’in Antiemperyalist, Antiamerikan görünmelerini sağlayacak böylece halk nazarında Tayyip’in kredisini yükseltecekti. Bu yalakalıkta, ikbal, mevki ve siyasi, maddi kazançta yarışan yarışana… İsim belirtmek değer vermek olur.
Fakat bir kişi var ki, isim verilmese yeni nesillerin onu tanıması içyüzünü görmesi gölgelenebilir. Bu kişi, “sol” görünüp hep CIA hizmetinde bulunmuş, bu görevini hiçbir zaman aksatmamış, her yeni dönemde yeni bir kalıba girerek hizmette kusur etmemiş; tâ 1970’te Hikmet Kıvılcımlı’nın “CIA Sosyalisti” diyerek kulağından tutup teşhir ettiği, Doğu Perinçek’tir. Yani “sol” görünümlü yalakaların, hainlerin açık ara şampiyonu, yandaş medyanın ekranlarında ve gazetelerinde her gün arzı endam eden Doğu Perinçek’tir. Ortaçağcı Tayyipgiller’in en büyük destekçisi unvanının tartışmasız sahibidir.
Biz onun nasıl kalıptan kalıba girdiğini gözler önüne seren, Nurullah Ankut (Efe)’nin kaleme aldığı 26 makalesini yayımlamıştık. Bu makaleleri, “Bin Kalıplılar” adıyla büyük boy 617 sayfadan oluşan bir kitapta da derlemiştik. (Nurullah Ankut, Bin Kalıplılar, Derleniş Yayınları, Mayıs 2015)
Fakat onun “bin kalıba” sığamayacağını da şöyle belirtmiştik:
“(…) Tabiî son kalıbı dedikse şimdilik kaydını da koymak gerekir. Bundan sonra hangi kalıplara gireceğini kadim dostu Yalçın Küçük bile (kesinlikle değişeceğine emin olmakla birlikte) bilememektedir. Bilemediğini zaten yazıp çizmektedir. Yani biz de adımız gibi eminiz ki Allah ömür verirse Doğu Perinçek’in bu son kalıbı, sondur ama, en son kalıbı değildir…
“Onun görevi, antiemperyalist uyanışı her dönemde evirip çevirerek yine emperyalizmin kanalları içine akıtıp buharlaştırarak yok etmektir.
“Buna izin verilemezdi.
“Kitap okununca görülecektir:
“İzin verilmemiştir…” (Bin Kalıplılar, Önsöz, s. 21)
Doğu Perinçek’in bu yeni girdiği-gireceği kalıpların anlaşılması; gerçek yüzünün iyice görülmesi, genç kuşaklarca da bilinip tanınması için ve hak ettiği hainlik rütbesinin bizzat halklarımız tarafından ve bir kez daha alnının ortasına çakılması için (hukukçu üslubu ile söylersek); bu makaleleri bir kez daha Türkiye Halklarının önüne koymak kaçınılmaz bir görev olmuştur.
***
Bu adam iflah olmaz!
Halkımız da der ya; “can çıkmadan huy çıkmaz”, diye. Yaşı 70’i geçti ama davranış yordamı 1960’larda neyse bugün de birebir aynı. Aynı döneklik, aynı fırıldaklık, aynı ikili oynama, aynı demagogluk ve aynı ABD Emperyalistleri yandaşlığı.
İnsan gayri ihtiyari kendi kendine söyleniyor: Bıkıp usanmadın mı be adam bunca kalıptan kalıba geçmeye?.. ABD ve AB Emperyalistlerine yandan çarklı omuz vermeye, destek atmaya?..
Zahir öyle.
Ne diyebiliriz ki?..
Yazık diyoruz sadece. Yazık. Heba edilen bir ömre ve aldatılan, kandırılan insanların çabasına, emeğine.
Sözünü ettiğimiz, eski Bekaa Hacısı ve Gülcüsü, Bin Kalıplı Doğu Perinçek.
TGB’li gençler çok haklı olarak kutlanacak bir davranışla 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de emperyalist ABD Ordusu’nun yaptığı alçaklığın, puştluğun hesabını sormak için İstanbul’umuzu kirleten ABD askerlerinin başına çuval geçiriyorlar.
Bu panikliyor. Hemen davranışa geçiyor. Ve hep yaptığı gibi yine ikili oynuyor.
Önce eylemlerinden dolayı TGB’li gençleri kutluyor. Tabiî başka türlü edemezliği var. Fakat hemen ardından da Bekaa’da Abdullah Öcalan’a yaptığı gibi ABD Emperyalistlerine gül uzatmaktan geri kalmıyor.
“ABD artık Türkiye’nin üzerine kılıçla geliyor”, diyor. Çuval, işte buna karşı bir uyarıdır, biz ABD ile düşmanlık istemiyoruz. Ama dost olmak için de iki koşulumuz var, diyor.
İsterseniz bu konuda ne dediğini kendi cümlelerinden görelim:
“DOSTLUĞUN İKİ KOŞULU
“ABD, artık başta Türkiye olmak üzere Batı Asya ülkelerinin toprak bütünlüğünü kabul etmek durumundadır.
“Kabul etmezse, sonuçlarına katlanacaktır.
“Biz Türk milleti olarak ABD ile düşmanlık istemiyoruz. Ancak dostluk için ABD’nin iki koşula saygı göstermesi gerekiyor:
“Bir: Vatanımızı bölemezsiniz!
“İki: Cumhuriyetimizi yıkamazsınız!”
Perinçek’in bu yaklaşımı tümüyle burjuva bir anlayışın ürünüdür. Bunun Marksizm-Leninizm’le de, Uluslararası Proletarya Hareketi’yle de ve hatta Demokratizm’le de zerrece ilgisi yoktur.
Olmaz ya, hadi varsayalım ki ABD bu iki koşula uydu.
Onunla dost mu olacağız?
Perinçek’e göre evet.
Peki bir Devrimci, bir Antiemperyalist, bir Demokrat, uluslararası emperyalizmin başhaydut devleti olan ABD Emperyalistleriyle hiç dost olabilir mi?
Gerçek Devrimcinin ABD’ye, emperyalizme bakışı
Ne diyordu 1967 yazında Havana’da toplanan OLAS Konferansı-Tricontinental (Afrika, Asya ve Latin Amerika Halkları Dayanışma Örgütü Konferansı)’na Bolivya’daki savaş mevzisinden gönderdiği mesajda Che Guevara?
“Emperyalizmin bir dünya sistemi olduğunu, kapitalizmin son aşaması olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız ve o dünya çapında yenilgiye uğratılmak zorundadır. Bu mücadelenin stratejik sonu, emperyalizmin yıkılması olacaktır. Bize, bu dünyanın sömürülenlerine ve azgelişmişlerine düşen pay, emperyalizmin temellerini ortadan kaldırmaktır: biz ezilen uluslar, onlara sermaye, hammadde, teknisyen ve ucuz emek vererek ve onlardan yeni egemenlik araçları olan yeni sermaye, silah ve her çeşit materyal alarak mutlak bir bağımlılık içine sürüklenmekteyiz.
“Bu stratejik hedefin temel unsuru tüm halkın gerçek kurtuluşu olacaktır. Pek çok olayda bu kurtuluş silahlı mücadeleyle gerçekleşecek ve Bizim Amerika’da sosyalist devrim kaçınılmaz olacaktır.
“Emperyalizmin yıkılması hedeflenirken, onun başını kimin çektiği kesinlikle belirlenmek zorundadır. Bu, ABD’den başkası değildir.
“(…) düşmandan nefret etmeyen bir halk vahşi bir düşmanı yenemez.
“(…)
“Ve insanlığın kurtuluşu uğruna verilen savaşın bayrağı altında, uluslararası proleter ordularla gerçek bir proletarya enternasyonalizmi geliştirmeliyiz.
“(…)
“Eğer dünyada ölümün kendi paylarına düşen kısmıyla ve müthiş trajedileriyle, her günkü kahramanlıklarıyla, emperyalizme bitmez tükenmez darbeler indirerek, dünya halklarının artan nefretiyle emperyalizmin güçlerini parçalamak için iki, üç daha fazla Vietnam gün ışığına çıksaydı, geleceğe daha güvenli bakabilirdik!”
“Bizim her eylemimiz emperyalizme karşı bir savaş çağrısı ve insanlığın en büyük düşmanı ABD’ye karşı halkların birliği için bir savaş marşıdır.”
Che, 1967’de emperyalizmin karakteristiğini ve o haydutlar çetesinin şefini ne güzel ortaya koyuyor ve ona karşı nasıl davranmamız gerektiğini ne denli öğretici biçimde açıklıyor, değil mi?
Fakat Doğu Perinçek, 1969’dan 1985’e kadar o denli (neredeyse günde 40 vakit); “Mao Zedung Düşüncesi, Üç Dünya Teorisi, Sovyet Sosyal Emperyalizmi, Yeni Çarlar Türkiye’ye saldırmayı ve işgal etmeyi hedefliyorlar” ve benzeri zırvalamalarla vakit geçirdi ki, emperyalizm konusunda ne Che’nin yukarıdaki değerlendirmelerinin ne de Lenin’in aynı adı taşıyan Anıt Eserinde ortaya koyduğu değerlendirmelerin farkına varabildi, onları görüp anlayabildi. O sebepten, yukarıdaki açıklamasında dikkat edersek, ne emperyalizm var ne de onun şefi konumundaki saldırgan devletin 1945’ten bu yana yapıp ettikleri var. Ve tabiî ne de çeyrek yüzyıldan bu yana o emperyalistlerin bölgemizdeki kıydıkları canların, döktükleri kanların, yaptıkları zulümlerin esamisi var.
Perinçek, sanki sıradan iki bölge ülkesinin birbiriyle kapışması gibi koyuyor meseleyi. Bir ülke diğerine haksız bir saldırıda bulunmuş da ondan vazgeçmesi gerekiyormuş yeniden dostluğun oluşması için gibi yaklaşıyor olaya.
Perinçek, 1914’lerde yani bundan tam 100 yıl önce dönek-hain Karl Kautsky’nin emperyalizm meselesinde yaptığı çarpıtmayı ve düzenbazlığı yapıyor:
Emperyalizmin ekonomisiyle politikasını birbirinden ayırıyor, koparıyor. Oysa bunlar aynı gerçek olgunun birbirinden ayrılmaz iki yönüdür ya da iki görünümüdür.
Ne diyordu Lenin eserinde?
“Emperyalizmin mümkün olan en kısa tanımını yapmak gerekseydi onun için Tekelci Kapitalizm derdik.”
Demek ki emperyalizmin tüm diğer özellikleri bu ekonomik özden kaynak alır. Sermaye emperyalizme geçiş yapan ülke içinde o denli yoğunlaşır ve santralize olur ki, artık ülke sınırları içine sığamaz hale gelir. Ülke içinde kalması “mali sermaye” adını alan bu yeni kapital için çok kârlı olmaktan çıkar. O sebeple zorunlu olarak dünyanın geri ülkelerine taşar. Oraların ekonomilerini, pazarlarını ele geçirir. Çünkü oralarda hammadde bol ve ucuzdur. İşgücünün fiyatı ucuzdur. Ve üretilen metanın önemli bir bölümü pazarlara daha yakındır. Bu nedenle de geri ülkelerdeki mali sermaye getirisi anavatanlara göre çok daha kârlıdır.
Ayrıca, tüm dünyaya taşan, oraları ele geçiren mali sermayenin, tekellerin üretim yapabilmesi için son derece hayati önem taşıyan hammadde ve enerji kaynaklarını ele geçirmesi çok büyük önem taşımaktadır, zorunluluktur.
Demek ki dünyaya taşan mali sermayenin, Tekellerin, Kartellerin, Tröstlerin dünyayı sömürgeler, yarısömürgeler, nüfuz bölgeleri şeklinde hâkimiyetleri altına almaları vazgeçilmez bir mecburiyettir.
Onlar bu hâkimiyetlerini sağlamak ve sürdürmek bakımından askeri güç kullanmaya da aynı oranda mecburdurlar.
Unutmayalım ki emperyalizm döneminde dünya emperyalist devletler tarafından paylaşılır. Ve bu paylaşım onların ekonomilerinin ve askeri kuvvetlerinin gücü oranında gerçekleşir. Emperyalist devletler arasındaki bu güç dengeleri sürekli alt üst olur. Daha zayıf bir emperyalist devlet ekonomice güçlü hale gelirse, ki bu askeri gücünün de aynı şekilde artması demektir, bu yeni gücü oranında dünyanın yeniden paylaşılmasını ve ona uygun bir yeni dengenin oluşmasını talep eder.
Emperyalist Paylaşım Savaşları işte bu sebepten ortaya çıkmıştır. Emperyalistler arasında güçten başka hiçbir şey ciddiye alınmaz. Dünyanın yağmalanmasından pay kapmak her emperyalist devletin gücüne göre gerçekleşir. En güçlü olan en büyük paya sahip olur.
Dünyanın nüfusça ortalama yüzde 15’ini oluşturan bu emperyalist devletler geri kalan yüzde 85’lik nüfusa sahip geri ülkeleri güçleri oranında aralarında paylaşırlar. Emperyalistler talanlarını sürdürebilmek için ekonomik, siyasi ve askeri güç kullanırlar. Onlar demokrasi, özgürlük filan değil, sadece katı, acımasız egemenlik ve sömürü peşindedirler.
Onların politikaları, sermayelerinin yoğunlaşma derecesinden zorunlu olarak çıkagelir. Onların askeri harekâtları, savaşları, katliamları, işgalleri de o politikalarının sadece başka araçlarla yani askeri araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey değildir.
Emperyalistlerin bu insanlık dışı, bu canavarca davranışları yani sömürü, talan, zulüm, katliam ve işgalleri onların yöneticilerinin iyi ya da kötü niyetinden kaynaklanmaz. Onların sermayelerinin büyüklüğünden ve gücünden kaynaklanır. Emperyalistlerin davranışları, saldırganlıkları istenirse değiştirilebilecek, vazgeçilebilecek, geri durulabilecek şeyler değildir. Bu davranışlar, onların Finans Kapital’lerinin yani mali sermayelerinin doğasından kaynaklanır.
Tüm bu sebeplerden dolayı emperyalizm var olduğu sürece savaşlar kaçınılmazdır. Hem bölgesel hem de dünya çapında savaşlar kaçınılmazdır.
Emperyalistler, geri ülkeleri boyunduruklamak ve oraları zalimce sömürmek, yağmalamak için askeri güç kullanmaya mahkûmdurlar. Oralarda patlak verecek antiemperyalist hareketleri, ayaklanmaları, isyanları bastırmak için ordularına ihtiyaç vardır.
Kendi aralarında bozulan dengeleri yeniden düzene koymak için de yine savaşlara başvururlar. Emperyalizm ortamında hep söylediğimiz gibi söz sahibi olan sadece ekonomik ve askeri güçtür.
Bu dönemde yapılan bütün barışlar geçicidir, bir süreliğinedir. Başka türlü ifadelendirirsek, bu barışlar gerçek anlamda birer “mütareke” ya da “ateşkes”ten ibarettir.
Perinçek’in emperyalizme bakışı Kautsky ile uyuşur
Doğu Perinçek, ABD’nin ülkemize ve bölgemize yönelik emperyalist doğasından kaynaklanan saldırılarından vazgeçebileceğini söyleyerek onu aslında hiç tanımadığını, bilmediğini ortaya açıkça koymuş olmaktadır. Tabiî böylece de Marksizm-Leninizm’le uzaktan yakından ilgisi, ilişkisi olmadığını da itiraf etmiş olmaktadır. Bunu yapmakla da başta kendisini ve kendini önder belleyenleri kandırmış olmaktadır.
Doğu Perinçek, burada bir kere daha benzeri, mürted, hain Kautsky ile aynı safta buluşmaktadır. Emperyalizm döneminde kalıcı barışın yapılabileceğini öne sürmüş olmakla sergilemektedir bu duruşu.
ABD Emperyalistleri 1945’ten bu yana uluslararası emperyalizmin liderliğini yapmaktadırlar. Onlar, Kore’de, Vietnam’da ve çeyrek yüzyıldan beri Ortadoğu’da olmak üzere dünyanın hemen her bölgesinde on milyonlarca masum insanın kanına girmişlerdir bu süre içinde. İşgaller, katliamlar yapmışlardır. Halkları birbirine boğazlatmışlardır.
Yine onlarca faşist darbe yaptırmışlar, yüz binlerce insanın, hatta milyonlarca insanın canına kıymışlardır. Türkiye’deki 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinin planlayıcısı da, yöneticisi de ABD Emperyalistleridir, onun casus örgütü CIA’dır. Paul Henze’nin “oğlanları” değil midir, 12 Eylül faşist darbesini yapan Amerikancı satılmış generaller?..
Gerçi Doğu Perinçek o faşist generallerin az övgücülüğünü yapmadı. Onların az şakşakçılığını yapmadı. O bakımdan bizim bu tespitlerimiz ona yabancı gelir. Hatta hakaret gibi gelir.
Dünyadaki milyonlarca masum insanın olduğu gibi Che’nin de, Kızıldere’deki Mahirler’in de, Denizler’in de katili ABD Emperyalistleridir ve onların uşağı yerli şerefsizlerdir.
Ayrıyeten, bu emperyalist haydutlar, dünyanın ezici çoğunluğunu oluşturan mazlum ülkelerin ekonomilerini ve doğal kaynaklarını talan etmektedir. İnsanları işsizliğe, yoksulluğa, açlığa mahkûm ederek ölümlerine yol açmaktadır. Ekonomice, sanayice gelişmelerini kösteklemektedir.
Odatv’de Doğu Perinçek’in bu açıklamasının yayımlandığı hemen aynı günlerde ABD Emperyalistlerinin Türk tarımını nasıl çökerttiklerine ilişkin çok önemli, aydınlatıcı yazılar yayımlanıyordu, Soner Yalçın, Murat Sökdü ve başka yazarlar tarafından.
Bu yazılarda Türkiye’de zeytinciliği öldürenin de, şu son günlerdeki zeytin ağaçları katliamının arkasında olanın da ABD Emperyalistleri olduğu belgeleriyle ortaya konuluyordu.
Ayrıca doğal, sağlıklı yerli tohumların kökünü kazıyanın ve onun yerine kanser dahil pek çok hastalığa yol açan GDO’lu tohumlarla üretilen sağlıksız gıda ürünlerinin ortaya çıkmasını sağlayanın da ABD Emperyalistleri olduğu yine belgeleriyle ortaya konuluyordu. Dünyaya pazarlanan ve tarımı mahveden GDO’lu tohumların yüzde 90’ının iki ABD şirketi (Monsanto ve Cargill) tarafından üretildiğini yine bu yazılar ortaya koymuş oluyordu.
Demek ki, ABD Emperyalistleri gerçekten de Che’nin işaret ettiği gibi insan soyunun başdüşmanı haydutlardır, çakallardır. Bunlar 10 milyonlarca insanın katili oldukları gibi, milyarlarca insanın da açlık çekmesine, acılar içinde kıvranmasına ve vakitsiz ölümlerine sebep olmaktadır.
Bu alçakların, yine yiğit Fidel Castro’nun yıllar önce söylediği gibi, insanlığa karşı işlemiş oldukları bu hesapsız suçlardan dolayı Nürnberg benzeri bir mahkemede yargılanmaları gerekir. Eninde sonunda da yargılanacaklardır. Tarih onları ve onların hain yerli işbirlikçilerini, onlarla dostluk peşinde koşanları hep lanetli sayfalarında yazacaktır. İnsanlık hep tiksintiyle anacaktır onları…
Ve işte bu sebepten biz Gerçek Devrimciler, ABD ve AB Emperyalistlerine karşı, onlar yeryüzünden silininceye kadar mücadele etmekle yükümlüyüz. Adımız gibi biliyoruz ki, bu haydutlar var olduğu sürece mazlum milletlere ve insanlığa rahat yüzü yoktur.
Ve yine hep biz şu temel gerçeği tekrarlıyoruz: Bugün devrimciliğin birinci şartı, ABD, AB Emperyalistlerine ve onların yerli ortaklarına, müttefiklerine, dostlarına karşı olmaktır, onlarla savaşmaktır.
Biz bu sebepten dolayı ABD Emperyalistlerine ve onların yerli müttefiklerine karşı sürekli bir savaş içindeyiz.
Fakat onlara karşı savaşımızda başarılı olabilmemiz için oportünizme karşı savaşımızı da aksatmadan sürdürmemiz gerekir.
İşte bu nedenle Sevrci Soytarı Sahte Sol’la ve Usta’mızın tâ 1970’te CIA Sosyalizmi adını verdiği PDA Hareketi’yle, bugünkü versiyonu İP’le mücadeleyi de kesintisiz sürdürüyoruz biz. Lenin Usta der ki:
“Emperyalizm ve oportünizm arasında bir bağ yaratılmıştır.”
Ve yine der ki:
“(…) emperyalizme ve oportünizme karşı savaşım sıkı sıkıya birbirine bağlı olarak yürütülmedikçe birincisinin de boş ve yalan bir sözden ibaret olacağını bir türlü anlamak istemeyenler, en tehlikeli kimselerdir.” (Lenin, Emperyalizm, Sol Yayınları, Ocak 1978, s. 151-152)
16 Ekim 2014