Adamlar “Keşke Yunan Galip Gelseydi”ci olunca, haliyle 30 Ağustos’a karşı olacaklar…
Onların özlemi, Yunan’ın 9 Eylül’de denize dökülmesi değil, tam tersine Türk Ordusu’nu bozguna uğratıp imha etmesi ve Ankara’ya gelmesiydi.
Adamlar bu özlemlerini, ömrü Mustafa Kemal ve Kuvayimilliye düşmanlığıyla geçmiş Muaviye-Yezid Dincisi Fesli Kadir’in ağzından eşeklerin bile anlayacağı açıklıkta ortaya koymuştur.
Tayyip nam Hafız, Fesli Kadir’i “Hocam” deyip ziyaret ederek, Ali Erbaş nam Dincibaşı da hem de 9 Kasım’da, hem de Diyanet İşleri Başkanı Cübbesiyle ziyaret edip kucak dolusu kitap hediye ederek, aynı düşünce ve özlem içinde olduklarını netçe ortaya koymadılar mı?
Koydular…
Sadece bunlar değil, Tayyipgiller avanesinin tamamı bu hainane fikriyatın militan düzeyinde savunucusu değil mi?
Savunucusu…
İşte bu sebepten, Tayyipgiller İktidarı, 19 Mayıs’a da, 23 Nisan’a da, 30 Ağustos’a da, 29 Ekim’e de, 10 Kasım’a da, Anıtkabir’e de, Mustafa Kemal, İnönü ve silah arkadaşlarına da düşmandırlar. Hem de Vahdeddin’den, Damat Ferit’ten, Filozof Rıza’dan ve Ali Kemal’den bile daha fazla düşmandırlar. Çünkü bunlar, millete güvenmedikleri için Kuvayimilliye’nin asla zafere ulaşamayacağına, dolayısıyla da Batılı işgalcileri daha fazla kızdırıp acımasızlaştıracağına, böylece de ülkedeki durumun çok daha kötüleşip ağırlaşacağına inanıyorlardı. Bu nedenle karşıydılar Kuvayimilliye’ye… Tabiî Vahdeddin ve Damat Ferit tahtını da kaybetmek istemiyordu. İngiliz’in, Fransız’ın, İtalyan’ın, Amerikan’ın uyduluğunda, uşaklığında oturayım sarayımda, diyordu.
Mustafa Kemal ve Kuvayimilliyeciler hakkında idam fermanı yazan Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Dürrizade Abdullah ise Muaviye-Yezid Dincisi oldukları için düşmandırlar Kuvayimilliyecilere.
Yurtseverleri yargılayıp astıran; İngilizlere 150’likleri “Malta’ya göndermeyin, biz burada hepsini yargılayıp asalım” diyen Nemrut Mustafa Paşa’ysa (Süleymaniyelidir); İngiltere bize bir Kürt devleti kuruversin diye düşmanlık ediyordu Kuvayimilliyecilere. Said Molla ve benzerleri ise beş paralık çıkarları için her şeyleri satacak denli sefil birer yaratık oldukları için düşmandılar vatanseverlere…
Tayyipgiller, Mustafa Kemal, Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş ve Laik Cumhuriyet düşmanlığında bu ikinci kategoriye girerler. Çünkü bunlar, kurtarılmış bir vatanı parça parça edip (Sevr ve BOP çerçevesinde) ABD ve AB’nin, Siyonist İsrail’in hakimiyetine sunmak ve Laik Cumhuriyet’i yıkıp yerine IŞİD tipi bir Ortaçağcı Din Devleti kurmak istiyorlar. Yani bu emperyalist haydut devletlerin kucağında bir din devleti ya da hilafet devleti kurmak istiyorlar.
Hani medyanın kullanmayı pek sevdiği terimle Tayyipgiller’in bu “Gizli Ajandası” yani stratejik hedefi kesince görülmez ve anlaşılmazsa, onların hayatın hemen her alanında attığı adımlar, yaptığı işler, uygulamalar gerçek yüzüyle kavranamaz. Ama onlar yukarıda koyduğumuz şekilde görülürse, her yaptıklarının birbiriyle son derece uyumlu ve tutarlı olduğu görülebilir. Mesela onların Irak, Libya, Suriye politikalarının son derece birbiriyle tutarlı olduğu, yukarıda andığımız hedefleriyle uyumlu olduğu anlaşılabilir.
Onlar istiyor ki bu Müslüman ülkelerin ulusal yapıları çözülüp dağılsın. Oralarda bir kaos oluşsun. O durumda da biz onların Sünni bölümlerini kendi Hilafetimiz altında toplarız. Bu da Davos’ta “Van Minüt” filan çekiyor ya, onlar diyecek ki; “Vay be! İşte İslam Aleminin aradığı lider. Hemen bunun etrafında birleşelim.” Bu ona oynuyor, her yaptığı kuru kabadayılıklarıyla. O işin öyle kolayca oluvereceğini sanıyor. Bunlar hayaller aleminde yaşıyor. Aslında hepsi de birer Din Meczubu. Davidson’u da böyle bunların, Tayyipgiller’i de, Temel Karamolla tayfası da…
Oysa Osmanlı’nın Hilafetini, bırakalım Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndaki durumu, tâ Yavuz Sultan Selim’den itibaren ne Araplar benimsemiştir ne de Asya ülkeleri…
Birinci Paylaşım’da yani 1914’te Halife cihat ilan etmiştir. Bunun ne etkisi olmuştur?
Hiç…
Fransa Kuzey Afrika’dan, İngiltere Hindistan’dan toplayıp getirdiği Müslüman sömürge ülkeler halklarından oluşan askerlerini kendi ordularında Osmanlı’ya karşı savaştırmıştır.
Arabistan, Suriye, Filistin, Sina cephelerinde Arap aşiretleri İngiliz ve Fransız yönetiminde, komutasında Osmanlı’ya karşı savaşmışlardır. Üstelik Osmanlı ordularını arkadan vurarak iki ateş arasında bırakmışlar ve en büyük kayıpları vermesine sebep olmuşlardır.
Aslında Halife ve Hilafet, Hz. Ömer’in vefatından sonra gelen Emevi kökenli Osman’ın Halife olmasıyla büyük bir saygınlık kaybına uğramıştır. En halkçı Hz. Ali’ye ise isyan bayrakları açılmıştır bilindiği gibi. Muaviye ile birlikte de Emeviler Halifeliğe el koymuştur. O günden sonra da Halifeliğin hiçbir saygınlığı kalmamıştır. Hele Halifeliğin ondan da oğlu Kerbelâ canisi, Hz. Hüseyin’in, ailesinin ve yoldaşlarının katili Yezid’e geçmesi, yani artık seçim yerine babadan oğula geçmesiyle, Halifelik bir etiketten ibaret olmuş ve hiçbir saygınlığı kalmamıştır. Sonrakiler şeklen varolagelmişlerdir.
Gelinen noktada Arap dünyasının Katar hariç tamamı Tayyipgiller ve Türkiye’ye düşmanlığa varan olumsuz bir tutum içindedir. Tayyipgiller, Davidson ve benzerleri bunun farkında bile değildir. Dedik ya onlar meczuptur diye…
İşin en hazin yönü şudur ki Tayyipgiller’in bu hayalhanelerini iyi okuyan ABD Emperyalistleri, onların bu acınası hallerinden kendi BOP’u için muazzam oranda faydalanabileceğini gördü.
“Tamam”, dedi bunlara, “ben size bir Hilafet ve Saltanat kuruvereyim. Ama siz de BOP’un hayata geçmesinde size vereceğim görevleri yapın.”
Tamam, dedi bunlar. Böylece de devşirildiler, partileştirildiler, iktidara taşındılar ve 18 yıldan beridir de orada tutulmaktadırlar.
Tabiî Tayyipgiller’in gerçek tanrısı Para Tanrısı olduğu için bu arada da önde gelenlerinin tamamı dolar milyarderi oldu, edildi. Abdüllatif Şener’in son tespitine göre Tayyip sülalesinin aşırdığı kamu varlığı miktarı 300 milyar doları bulmuş. Bunu AKP kurucusu ve programının en önde gelen yazarı Ekonomi Profesörü Abdüllatif Şener ortaya koyuyor…
İşte bu kahredici gerçeğin ışığında bakılınca yaşananlara, Tayyipgiller’in her eylemi açık seçik görülüverir, anlaşılıverir. “Ergenekon Davaları” adlı CIA operasyonları-kumpasları da, Ordunun, Yargının, Eğitimin, Polisin, MİT’in, Medyanın çökertilip sonra da kendi amaçlarına hizmet edecek biçimde yeniden yapılandırılması da hep bu stratejik hedefle uyum içindedir.
5,5 milyon Suriyeli Sünni kaçkının Türkiye’ye doldurulması da aynı hedefin kapsamı içindedir. Suriye’den gelenler bu sayının iki katı olsaydı, Tayyip ve avanesi daha da mutlu olacak ve sevinç içinde kabul edeceklerdi bu durumu. Tayyip, kendi halifeliğini gönüllüce kabul edecek topluluk olarak görmektedir bu göçmenleri.
Bilindiği gibi bunlardan bir bölümü bayramlarda sınırı geçip (aslında sınır filan da kalmamıştır ya) Suriye’deki yaşam alanlarına gidip yakınlarıyla orada bayram süresince yaşayıp sonra geri dönmektedirler. Yani bu gidip dönenlerin şehirleri, köyleri yaşanmaz durumda değildir, fakat bunlar Türkiye’de yaşamayı seçmektedirler. Tayyipgiller de böyle istemektedir, yukarıda andığımız nedenden dolayı. Tayyip nam Hafız, aklınca Hilafeti böylelikle şimdilik Türkiye toprakları üzerinde kurmuş olduğunu düşünmektedir. Avanesi de öyle.
Bakalım, ileride Suriye’den, Irak’tan, Libya’dan koparacağımız topraklara kadar da genişletiriz Hilafetimizi, demektedirler…
Ayasofya Tiyatrosu da, Karadeniz’de büyük miktarda gaz bulduk yaygarası da, 63 bin kişilik Çamlıca Camii yapımı da hep bu kapsam içinde görülmektedir…
Bu camide internette dolaşan bir videoda netçe görüldüğü gibi, akşam namazını 35 kişi kadar bir insan kılmaktadır. Tek sıra bile oluşturamamaktadır bu 35 kişicik… Onlar da bu devasa büyüklükteki camiyi gidip bir görelim merakıyla gelenlerdir çoğunlukla… Namaz esnasında bu meraklı ziyaretçilerin çocukları bomboş camide koşmaca oynamaktadırlar…
Tayyip’in, AOÇ’ni tarumar ederek yaptığı Kaçak Saray da bu kapsamda değerlendirilmelidir…
Baroları parçalayıp yok etmeleri, sonra da yandaş baroları oluşturmaları da.
Hatta “Kanal İstanbul” manyaklığı da. Bu gibi işlerle Tayyip Hafız demek istemektedir ki; “Bakın ben ne kadar büyük işler yapıyorum. Dolayısıyla da büyük liderim. Dünya lideriyim aslında da tam anlatamadım kendimi… İslam dünyasının Halifesi olacak adamım ben. Görün beni…”
Tabiî Tayyipgiller’in bu yıkım taşeronluğu, efendisi olan ABD Emperyalistlerinin de çok hoşuna gitmektedir. O çakallar; “Efferim oğlum Tayyip, sen bu yolda devam et”, demektedirler, Hafız’ın sırtını sıvazlayıp ensesini tapışlayarak…
Tayyip’in ara sıra ABD’yle atışır gibi görünmesiyse işin raconu gereğidir. ABD, hizmetkârlarından ara sıra anti-Amerikan söylemde bulunmalarını ister. Böylelikle o hain işbirlikçiler halklarını daha rahat kandırabilsinler diye… İşte Tayyip’inki de tamamen budur…
Tayyip’in “Van Minüt” şovu da aynen böyleydi. Hatırlanacağı gibi Tayyip, o şovun bedelini ABD’deki Yahudi lobilerine tamı tamına 67 milyon dolar vererek ödedi. Tabiî milletin sırtından… O şirketlere yalvardı Tayyip; “Benim İsrail’le aramı bulun”, diye. Onlar da 67 milyonu alınca İsrail’le Tayyipgiller’in arasını yeniden ballı kaymaklı hale getirdiler. Neyse…
Konu, Tayyipgiller’in ihanet ve kötücüllükte hepsi birbiriyle yarışan serüvenleri olunca kalem durmak bilmez…
Biz, Tayyipgiller Türkiye Cumhuriyeti’nin başına gelmiş, daha doğrusu getirilmiş en büyük felakettir, diyoruz…
Fakat bunların sonu da yüz yıl önceki benzerlerinin hazin sonundan asla farklı olmayacaktır. Yine biz “Galip Geleceğiz.”
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
31 Ağustos 2020
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı