25 Kasım Kadına Karşı Şiddete Son

KURTULUŞ PARTİLİ KADINLARDAN “KADINA YÖNELİK ŞİDDETE” PROTESTO

İzmir’de Kurtuluş Partili Kadınlar, 25 Kasım’da kadına yönelik şiddeti protesto ettiler. Saat 18.30’da Karşıyaka Çarşı girişinde bir araya gelen Kurtuluş Partili Kadınlar meşaleler yakarak, dövizler ve pankartlar açarak eyleme başladılar.

Eylem, Kurtuluş Partili Kadınlar adına HKP Karşıyaka İlçe Başkanı Fatma OLKUN tarafından okunan basın açıklamasıyla devam etti. Fatma OLKUN yaptığı açıklamada; “Kadına yönelik şiddetin sınıflı toplumun eseri” olduğunu vurguladı. Günümüzde de Tayyipgiller tarafından kadının geri plana itildiği, kadına yönelik suçların arttığı, kadına yönelik taciz ve tecavüz suçlarında verilen cezaların yetersiz olduğu belirtildi.

Kapitalizmde kadının hem sınıfsal, hem de cinsel açıdan sömürüye tabi tutulduğunun vurgulandığı basın açıklamasında, kadının gerçek kurtuluşunun erkekle eşit olduğu Sosyalizmde olduğu belirtildi.

Eylem sırasında sık sık “Kadına Şiddete Hayır”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Tayyipgiller Halka Hesap Verecek”, “Şeriat Ortaçağdır”, “Kadın Erkek El Ele Kurtuluş Partisine” sloganları atıldı.

 

Okunan Açıklama;

KADIN CİNAYETLERİNİN SEBEBİ TAYYİPGİLLER HÜKÜMETİDİR.

25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’ndeki diktatörlüğe karşı mücadele eden üç kadının (Mirabel Kardeşler) diktatörlüğün askerleri tarafından tecavüz edildikten sonra vahşi bir şekilde öldürülmesinin ardından, 1981’de Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın kurultayında; 25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü”  olarak kabul edilir.  Daha sonra 1985 yılında, BM tarafından “25 Kasım, kadına yönelik şiddetin yok edilmesi için uluslararası mücadele” günü ilan edilir.

1981 den bu yana her 25 Kasımda; dünyanın dört bir köşesinden kadınlar, efsaneleşen bu üç kadını, çeşitli etkinliklerle anıyor ve kadına yönelik şiddet konusunun yeniden gündeme gelmesini sağlayarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi şiddete, savaşa,  ırkçılığa ve milliyetçiliğe, karşı; kadın dayanışmasını örüyor, seslerini yükseltiyorlar.

Toplumsal cinsiyet eşitliği, toplu­mun temel taşıdır. Bu da kadın ve erkeklerin, yaşamın her alanında eşit fırsatlara, eşit hak ve yükümlülüklere sahip oldukları anlamına gelmektedir. Kadın ve erkeklerin çalışarak geçim­lerini sağlayabilmeleri, meslek ile aile hayatlarını bir arada yürütebilmeleri ve bir ilişki içinde yaşayan kadınların şiddete maruz kalma gibi endişeleri olmaması demektir. Her şeyin eşitçe paylaşıldığı kadın ve erkeklerden oluşan sınıfsız bir toplumda, her şey daha adil ve demokratik olacaktır. İyi gelişmiş bir refah sistemi ise iki cinsiyetin iş ve aile hayatı arasındaki dengeyi sağlayacaktır ve kadınlar çifte sömürüye, şiddete, öldürülmeye maruz kalmayacaktır.

Ama ne yazık ki ülkemiz için bunlardan söz etmek mümkün değil. Kadın cinayetlerinde son 9 yılda büyük artışlar oldu. Bu artışlarda Tayyipgiller İktidarının büyük bir etkisi oldu. Çünkü Tayyipgiller iktidarı 9 yıllık iktidarları boyunca, halklarımıza işsizlik, yoksulluk, acı ve gözyaşı getirdi. Bu 9 yıllık sürede, kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı. 2002 yılında 66 kadın öldürülürken, 2009 yılında bu sayı 1126’ya yükselerek, % 1400’lük bir artışla rekor sayıya yükseldi.

Adalet Bakanlığı raporuna göre; Ülkemizde, 2002 ile 2011’in ilk altı ayı arasında 4410 kadın öldürüldü. 2011 yılının ilk altı ayında ülke genelinde 130 kadın cinayete kurban gitti Bu kadınların katilleri ise, ya kocaları, ya babaları ya da sevgilileri oldu. Bunlardan yargılananların ise ancak 3’te biri cezalandırıldı. Cezalandırılan faillerin hemen tamamı ise ‘’haksız tahrik” indiriminden yararlanarak hafif cezalar aldılar.

Yine yakın zamanda gündeme gelen ve tüm kamu vicdanını yerle bir eden, 26 kişinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşında ki N.Ç olayı. 13 yaşında 26 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç için açılan dava 8 yıl sürdü. Mahkeme ‘sanıklarla kendi rızasıyla birlikte oldu’ dedi, Yargıtay da, da bu kararı onadı. Yargıya çok kolay bir şekilde müdahale edebilen, işlerine gelmeyeni hemen düzeltebilen Tayipgiller ne yaptılar bu karar için? Hiçbir şey…

Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin, bir davada kadının bakire olmadığı gerekçesiyle evliliği geçersiz sayarken ve bu karar da bakireliğe ilişkin doktor raporuna değil de kocanın beyanına itibar ederken, dile getirdiği gerçek, kadının, sahip olması gereken bu vasıftan yoksun bir meta olduğudur. Hukukun, kendisinin, cinayetlere gerekçe üretmesi son derece tehlikeli ve kabul edilemezdir. Kadınlara yönelik şiddetin münferit değil, sistematik olduğunun en açık delilidir.

Oysa bundan 10 bin yıl öncesine kadar kadın, toplumu yöneten cinsiyet idi, bir insanın diğer bir insanı ezmesi, sömürmesi ve öldürmesi o zaman ki insanın aklının alacağı bir şey değildi. Yine o dönemde her şey eşit paylaşılırdı ve hiçbir kimsenin diğerinden bir üstünlüğü yok idi. Ama ne zaman ki çobanlık yapan erkek, ihtiyacından fazla sürüye ulaştı ve ekonomik olarak kadını alt etti, işte o günden bugüne kadınında ikinci sınıf insan olarak görülmesi, ezilmesi, aşağılanması, köle gibi alınıp satılması hatta öldürülmesi de başlamış oldu.

Sınıflı toplumlar var olduğu sürece de kadının ezilmesi ve sömürülmesi artarak devam edecek ne yazık ki. İçinde yaşadığımız Ataerkil toplumun bakış açısına Tayyipgillerin şeriatçı bakış açısı da eklenince, kadının ikinci sınıf insan olarak görülmesi, çifte sömürüye tabi tutulması, bir meta gibi alınıp satılması da artarak devam edecek ve bu korkunç tabloya her gün yeni kadın ölümleri de eklenecek ne yazık ki.

Ekonomik şiddet, kadın cinayetlerinin ve kadına şiddetin en önemli nedenlerinden biridir. Yine, kültürel ve siyasal koşullar, şiddeti meşrulaştıran zihinsel altyapıyı da şiddeti artıran sebepler olarak sıralayabiliriz.

Yapılan araştırmalarda, öldürülen kadınların katillerinin çoğunlukla aile üyelerinden birisinin olması dikkat çekicidir. Yine bu cinayeti işleyen eş ya da babanın durumunu irdelediğimizde bunun altında o kişinin işsiz olması ve bu nedenle bunalıma girmiş olmasının yattığını görebiliyoruz. Ya da çok düşük ücretlerle çalışan bir işçi olduğunu, ailesini geçindirmekte çok zorlandığını, patronuna yöneltemediği öfkesini eşine ya da çocuklarına yönelttiğini vb. nedenleri baş sebep olarak sayabiliriz.

Ayrıca kadının ekonomik bağımsızlığının olmaması ya da gelirin çok düşük olması, şiddete maruz kalma olasılığını da arttırmaktadır. Hong Kong’da bir bölge hastanesi acil servisine bir yıl boyunca başvuran tüm kadınlarda yapılan bir araştırmada kadının işsiz olmasıyla aile içinde şiddet görmesi arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Yine Ankara’da 1995 yılında gecekondularda yaşayanlarla yürütülen bir araştırmada kadına yönelik şiddet % 97 olarak saptanırken, 1996’da yine Ankara’da orta ve üst gelir gruplardan gelen kadınlarda % 23–71 arasında saptanmıştır.

Yine kadın cinayetlerinin önemli bir faktörü de namus anlayışının, kadınlara indirgenmiş olması da yatar. Buna özellikle ülkemizin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerinde sıkça rastlamaktayız. 15 yaşındaki bir genç kız erkek arkadaşıyla telefonda konuştu diye dedesi ve babası tarafından diri diri toprağa gömülüp öldürülüyor… Kendilerinden çok büyük erkeklerle ve üstelik o erkeğin ikinci ya da üçüncü karısı olarak başlık parası için evlendirilen kızların buna karşı çıkması ve kaçması vb. nedenlerden dolayı bunu namus meselesi haline getirip aile meclisinin kararı ile öldürülmesi artık son yıllarda çokça duyduğumuz bir durum haline gelmiştir.

Kadın cinayetlerinin her geçen gün daha da artmasının önüne geçmek için Tayyipgiller iktidarı yasalarda bazı değişiklikler yapma arayışlarına girdi. Ama bize göre, Tayyipgiller şeriat anlayışı ile donatılmış zihinlerini boşaltmadıkça, yasalarda yapacakları değişiklikler ne olursa olsun bu sorunu çözemezler. Daha doğrusu çözmek istemezler. Onlar, bu sorunu ancak göstermelik yasalar çıkartarak, çözüyormuş gibi gösterirler o kadar. Çünkü onlar, kadınları ortaçağ karanlıklarına götürmek istiyorlar. Bir erkeğin dört karısından birisi olmasını savunuyorlar. Kadının yeri evidir, kadın yanında erkek olmadan dışarı çıkamaz, okuması da yasaktır, çalışması da. Yani kadın erkeğin kölesi ve hizmetçisidir. AKP’li Fatih ve Eyüp Belediyelerine danışmanlık yapan Sibel Üresin, çok eşliliğin dinde olduğunu savunarak, “Çok eşlilik yasal olmalı” diyerek Tayyipgiller’in kadına gerçek bakışını da ortaya koyuyor. Onların zihinleri bu düşünceler ile doluyken onların kadın sorunu ve cinayetleri konusunda gerçekçi çözümler getirmesini beklemek saflık olur.

Kadın sorunu ancak, Sosyalist bir düzende çözülebilir. Bunun en iyi örneğini Sosyalizm ile yönetilen Küba’da görebiliyoruz. Küba’da Kadınlar,  eşit birer yurttaş olarak yaşamakta. Küba’da kadınlar, yasalar önünde eğitimden çalışma yaşamına bütün haklarda ve özgürlüklerde erkekle eşit. Devrimden önce fahişelik ya da hizmetçi olarak çalışan kadın, bugün, siyasetten sanata her alanda erkeklerde eşit fırsat ve olanaklarla çalışmakta.

 

  • Küba çalışanlarının %66′sı kadın
  • Küba Komünist Partisi’nin %42′si kadın
  • Ülke bazında yöneticilerin %39′u kadın
  • Aynı işi yapan kadın ve erkekler aynı maaşı alıyorlar
  • Ülkedeki doktorların %60′ı kadın
  • Üniversitedeki hocaların %53′ü kadın
  • Yargıçların %74′ü kadın
  • Anayasa mahkemesinin %47′si kadın
  • Kadınlara mesleklerinde ilerlemeleri için eğitim desteği veriyorlar.
  • Küba’da aile içi şiddet yok denecek kadar az.

 

Kadınlara uygulanan ayrımcılık, şiddet ve cinayetler, ancak ve ancak bizler iktidara geldiğimizde Demokratik Halk İktidarını kurduğumuzda çözülmesi mümkün olacak.  Biz, iktidara geldiğimizde:

1. Bu insanlık dışı duruma son vermek için; Kadının sosyal hayatın her alanında en aktif biçimde rol almasını sağlayacağız. Kadın, ekonomik hayatta da, siyasi ve entelektüel hayatta da erkeğe eşdeğer bir görev alacak. Yani ekonomik hayatta erkeğin hâkimiyetine son verilecek. Kadınla erkek eşitlenecek. Böylece de kadının aşağılanmasına yol açan (onu aşağılayan şartları devamlı üreten) mekanizma kırılmış-ortadan kaldırılmış olacak Erkek egemen düzen, temeli ortadan kaldırılmış olduğu için yıkılmaya; kadın da hakkı olan saygınlığı yeniden kazanmaya başlayacak.

2. Kafaları en çağdaş bilimle, demokratik ve laik kültürle donatılan Kadınlarımız, sosyal hayatın her alanında aktif bir biçimde çalışmak isteyecek ve toplumda hak ettikleri yeri alacaklar. Tabiî bu iş siyaset yapmayı da kendiliğinden içerir. Doğaldır ki bu alanda da erkeklerle yarışacaklar. Böylelikle kurtarılmayı, yardım edilmeyi bekleyen ve uman; zayıf, güvensiz insanlar olmaktan çıkacaklar, en insancıl ideoloji sahibi kurtarıcılar, topluma yön vericiler de olacaklar.

3. Kadının Kurtuluşunun ikinci ve son aşaması da; toplumda on bin yıldan beri kökleşmiş olan, kadını aşağılayan geleneklerin, kültürün ve alışkanlıkların bütünüyle ortadan kaldırılması-silinmesiyle gerçekleşecek.

Kurtuluş Partisi ve Kadın Örgütleri; Kadınlarımızın bu duruma yükseltilmesi için ne gerekiyorsa duraksamadan, kararlıca yapacaktır.   25 Kasım 2011

 

Kurtuluş Partili Kadınlar