Solcu kardeş! Lütfen aşağıdaki yazımızı bir oku… Sonra da aynanın karşısına geç ve sor kendine… (2)

Mustafa SuphiEthem Nejat ve On Beşler’in Davasını savunan ve onların meşru mirasçısı olan Partimizin dışında başka bir sol grup var mıymış? diye.

Cevabını kendine ver. Ama, vereceğin cevap içtenlikli olsun, vicdanının ve namusunun sesi olsun.

Bugün, Doğu’nun büyük devrimcileri Mollanur Vahidov’un, Mir Said Sultangaliyev’in, Turar Rıskulov’un, onların yoldaşı, davadaşı Mustafa SuphiEthem Nejat ve On Beşler’in tek tutarlı savunucusu ve meşru mirasçısı biziz. Şu an sol ortamda yer alan diğer tüm sözde sol grupların bir teki, onların düşüncelerinin savunucusu değildir, dolayısıyla da mirasçısı olamazlar.

Mollanur Vahidov, İslam Kızıl Ordusu’nun başında Çarcı Karşıdevrimci Denikin komutasındaki Ak Ordulara karşı Kazan’ı savunurken vurulup şehit düşmüştür.

Sultangaliyev’le Turar Rıskulov ise, Lenin sonrasında Stalin’in şoven tutumuna itiraz ettikleri için, onun kurbanları arasında yer almışlardır. Stalin sonrasında itibarları iade edilmiş, ama bu inançlı, yiğit, kararlı ve mücadeleci devrimciler, genç yaşlarında katledilmişlerdir bir kez…

Şimdi isterseniz, 1-7 Eylül 1920 tarihinde gerçekleştirilen Birinci Doğu Halkları Kurultayı’nda Türkistan delegesi olarak kürsüye çıkıp bildiri okuyan Turar Rıskulov’un ortaya koyduğu Leninci durum değerlendirmesine bakalım:

***

Bugün burada tartışmakta olduğumuz sömürge ve milletler meselesi bizim açımızdan muazzam bir önem arz etmektedir. Bu meseleler aynı şekilde kapitalist sistem için de oldukça önemlidir.

Kapitalist düzenin son elli yıllık hayatı esasen bu sömürgeler ve milletler politikası üzerine bina edilmiştir. Kapitalist devletlerin son yarım yüzyıl içerisindeki faaliyetlerini incelersek, bu son aşamanın kapitalist düzenin tamamen yeni bir biçimi olduğunu görebiliriz. Yoldaş Lenin, büyük pazarların kapitalist grupların ve tröstlerin eline geçmesi ve rekabetin ayrı ittifaklar ve gruplar arasında cereyan etmesi anlamında, bu aşamaya tekelci kapitalizm diyor.

Bu politika ve rekabetin sonucu olarak, sömürgelerin ve pazarların çılgınca işgal edildiğini ve bu sömürgelerdeki halkın insanlık dışı sömürüye tâbi tutulan kölelere dönüştürüldüğünü görüyoruz.

Görüyoruz ki, siyah Afrika ve Asya kıtalarının toprakları, büyük devletler arasında daha hızlı biçimde paylaşılıyor. Bu sömürge politikaları sonucunda, söz konusu politikaların başını çeken Dünya devletlerinin çıkarları çatışıyor. İki ayrı birlik oluşturarak hepimizin tanık olduğu beş yıllık bir savaşa ön ayak oluyor. Avrupa’da yaşanan ve Doğu’da başlamakta olan sosyal devrim, bu savaşın sonucu olarak ortaya çıkıyor.

Burada sömürgeleşmenin değişik biçimleri üzerinde durmanın anlamı yok, çünkü biz bu aşamayı geçmiş bulunuyoruz.

Il. Enternasyonal’in var olduğu günlerde sömürge politikası hakkında tartışmalar yapıldı fakat tüm bunlar sadece kâğıt üzerinde kaldı. Aslında oportünistler, büyük devletlerin işgal isteklerini takdir ile karşılıyorlardı. Günümüzde ise Doğu meselesi kendisini tümüyle farklı bir biçimde ortaya koyuyor.

Rusya’da proletarya diktatörlüğünün gerçekleştirilmesi ve Komünist Parti’nin zafere ulaşması ile birlikte sömürge meselesi üzerine düşen ışığın farklı bir açıdan geldiğini görüyoruz. Il. Enternasyonal liderlerinde görülen “Doğu halkları Avrupa kültürünü mahvedecek” korkusuna şimdilerde pek rastlanmıyor. Onların tek korkusu buydu: burjuva yöneticilerin duygularını savunmak onlarda korkuya yol açıyordu. Ancak Komünist Parti’de ve Üçüncü Enternasyonal’de böylesi bir korkunun esamesi okunmuyor.

Batı proletaryasının Doğu’nun devrimi hareketleri -yani işçi ve köylü hareketleri ile- birleşmesi sloganı net bir şekilde ortaya çıkmış bulunuyor.

Komünist eğitimin tüm ülkelerde güçlenmesine, III. Enternasyonal’in kapitalizmin temellerini sarsan muazzam bir güç olmasına ve sosyalizmi zafere ulaştırmasına rağmen tarım meselesi yanında sömürgeler meselesi yine de bizim başlıca politik meselemizdir.

Bu meseleleri doğru bir şekilde ortaya koyduktan sonra çözümlendirebileceğiz.

Günümüzde Doğu’daki koşullar, devrimci hareketin başlaması ve emekçi kitlelerin sosyalist harekete katılması için gayet uygundur. Bunun için ön koşul, büyük devletlerin sömürgeci politikaları sonucunda köylülerin içine düştükleri durumdur Sömürgelerde kitleleri sefalete, zulme ve yıkıma maruz bırakan beş yıllık savaş da diğer bir ön koşuldur. Sonuç olarak sömürgelerdeki emekçiler, isyanlara ve emperyalizme karşı saldırıya hazır hâle gelmektedir.

Fakat Batı’da sosyalist hareket komünist bir biçim arz ederken Doğu’da saf bir komünist hareketin olamayacağını kesin olarak dikkate almalıyız. Doğu’daki hareketler, küçükburjuva bir nitelik taşımakta, milli mukadderatın tayini ve Doğu’nun birleştirilmesi yönünde gelişmektedir. Fakat şüphesiz ki bu hareket toplumsal bir köylü hareketine doğru gelişecektir. [Alkışlar]

Belli bir noktaya kadar Batı İşçi Sınıfı oportünistlerin ve uzlaşmacıların etkisi altında kalacaktır. Komünist Enternasyonal’in görevi İşçi Sınıfını onların etkisinden kurtarmak ve onları komünizmin bilinçli destekçileri olarak eğitmektir. Aynı zamanda onun en önemli görevi, Doğu’daki dağınık devrimci hareketi Batı’dakiyle birleştirmektir. Bu, III. Enternasyonal’in karşı karşıya olduğu en önemli görevdir.

Bizi burada bir araya getiren ve hep birlikte çözeceğimiz mesele budur. Ya da en azından bizler bu meselenin çözüleceği yolu göstereceğiz: kapitalizmin üzerinde yükseldiği temellerin nihaî olarak yıkılması amacıyla mümkün olan en kısa sürede ve en derin haliyle Doğu’nun Batı ile nasıl birleşeceğini tespit edeceğiz.

Doğu ile ilişkisinde III. Enternasyonal yalnızca kâğıt üzerinde -sözlü çağrılarla- değil, ayrıca pratikte de 50 milyon Doğulu insanın Sovyet iktidarı ile kenetlendiğini ispatlamaktadır. Eski birer sömürge olan Türkistan’da, Kafkasya’da ve Müslüman halklar barındıran diğer ülkelerde Sovyet Cumhuriyetlerinin kurulduğunu ve bu cumhuriyetlerin federe birimler olarak Sovyet Rusya ile birleştiğini hep birlikte görmekteyiz. Mazlum emekçilerin yaşadığı bu Sovyet Cumhuriyetleri kültürel açıdan gelişmekte ve seviyelerini yükseltmektedir. Bugün kurtulanlar toplumsal hayatlarını inşa etmeye başlamıştır.

Bu noktada Komünist Enternasyonal doğru bir pratik sergilemiştir. Sınırlarda konumlanan ülkelerin tecrübe ettiği bu kopuş ve bu cumhuriyetlerde yaşananlar tüm Doğu için örnek teşkil etmektedir. Tüm emekçiler, yalnızca bizim çağrılarımıza ve fikirlerimize kulak vermekle yetinmelerine izin vermemeliyiz. Sınırlarda konumlanan ülkelerde Komünist Parti programının sadece Batı proletaryası için değil, ayrıca Doğu’da geçerli olduğunu göstermiştir.

Ancak II. Enternasyonal taraftarlarının büyük bir bölümü Doğu sömürgelerinde yaşayanların Avrupa seviyesine çıkamayacak birer köle olduğunu tartışıp onların ilerleme için emek ve çaba harcamayacağına inanırken, bizler Avrupa burjuvazisinin hiç saygı duymadığı Doğu’da halkların komünizmle birleşebileceğini gösterdik. Sınırlardaki cumhuriyetlerde yaşayan Müslüman halklar arasında komünizmin ve Sovyet iktidarının kök saldığına tanık olduk.

Şüphesiz ki, sınır bölgelerindeki ekonomik hayatın yeniden biçimlendirilmesine ait yöntemler ve devlet yapısına ilişkin üsluplar, henüz kurtulmamış ama bir an önce kurtulmak zorunda olan Doğu ülkeleri için canlı birer örnek olacaktır.

Şimdiki aşamada, devrimci ve emekçi örgütlerin zayıf olduğu Doğulu ülkelerde hareket, doğal olarak milliyetçi-burjuva bir nitelik arz etmektedir. Hareketin başını Sovyet Komünizmi değil, küçükburjuva devrimi ve demokrasi taraftarları çekmektedir. Başlangıçta daha örgütlü olan bu hare-ket, elbette ki büyük ölçüde bize hizmet edecektir. Zira bu güç, İtilaf Devletleri’ne -Dünya kapitalizmine- karşı eyleme geçmiştir ki, bu da bizim için büyük bir katkıdır.

III. Enternasyonal ve Komünist Parti bu hareketi mutlaka desteklemelidir fakat ayrıca belirtmek zorundayız ki söz konusu hareket, emekçileri kurtaracak olan hareket değildir. Emekçi kitlelerin kurtuluşu, yalnızca toplumsal devrim yolu ile gerçekleştirilebilecektir. Bu sebeple, Doğu’daki küçükburjuva devrimciler kapitalizme karşı çıkmalarına rağmen komünizm ile hiçbir ortak noktaya sahip değillerdir. Onlar daima yalnızca kâğıt üstünde kalan ve asla bağımsız olmayacak olan milli cumhuriyetler kurmak istiyorlar. Bu yüzden, söz konusu hareketler ya burjuvaların, kapitalistlerin kampıyla ya da Dünya proletaryasıyla birleşmek zorundadır; bu iki seçenek arasında orta bir yol yoktur.

Bu, yaşanan olaylarca tasdiklendi. Konuyla ilgili olarak Ermenistan, Finlandiya ve Polonya en güzel örneklerdir. Bu devletler birbirinden farklı varlıklar değildir. Bunlar Müttefik Devletler tarafından belli amaçlar doğrultusunda özel olarak kuruldu: hepsi de Dünya sermayesi ile anlaşmalı olarak Sovyet Rusya’ya karşı savaşmak için örgütlenmiş çetelerdi. Örneğin Doğu’da, sözgelimi Türkiye’de veya başka yerlerde devrimci hareketi destekleyip bir yandan da komünizm düşmanlığı yaparak bağımsız devletler kurmaya çalışmış olan devletleri ele alalım. Hepsi de yok olup gittiler. Emperyalistlerin ve Dünya sermayesinin etkisi altına girip silahlarını proletaryaya ve Doğulu emekçilere çevirdiler.

Dolayısıyla açıkça görülüyor ki, Doğu emekçileri için geriye bir tek seçenek kalıyor: Komünist Enternasyonal sloganı ve bayrağı altında birleşip hızla tarım devrimini gerçekleştirerek toprak ve iktidarı ele geçirmek. Halkların kendi gerçek kaderlerini belirleyebilmeleri ve Dünya sermayesinin zulmünden kurtulabilmeleri için tek çözüm, tek yol ve tek yöntem budur. [Alkışlar]

Yoldaş Lenin, Komintern’in ikinci kongresine sunduğu tezlerinde, Komünist Parti’nin ve III. Enternasyonal’in sömürgeler ve milletler meselesi ile ilgili görevlerini tüm gerçekliğiyle tam olarak açıklamıştır. Gerçi kendisi Doğu’da hiç bulunmadı ama bu tezlerde her şeyi, onları hayatın tam içinden almışcasına, açıkladı. Bu tezler, özellikle Dünya sermayesinin boyunduruğundan kurtuluşun gerekliliği ve Dünya sermayesi ile mücadele doğrultusunda, yalnızca komünist partilerin değil, millli burjuva akımların da mücadele vermelerine yönelik çağrıların önemini vurgulamaktadır. Bu tür milli burjuva akımları ittifaka davet eden tezler söz konusu akımların emekçilere nihaî kurtuluşu sağlayamayacağını da ispatlamaktadır. Sonrasında ise, devrimin temel dayanak noktası olarak toprak meselesi gösterilerek kurtuluşun toplumsal zeminine işaret edilmektedir.

Tüm emekçi sınıfların örgütlenerek, Batı proletaryası ile birlikte, Dünya sermayesine karşı kararlı bir şekilde ayağa kalkmasının zamanı gelmiştir. Bunun için gerekli olan ön koşul, yüzlerce yıldır kapitalizm tarafından zulme uğrayan Doğulu halkların, bir zamanlar Avrupa’yı aydınlatan ve bugün itibarıyla Avrupa tarafından zulme uğrayan Doğu’nun ayaklanmasıdır.

Doğu’nun derinliklerinde muazzam bir güç saklıdır. Bu güç şimdi Dünya sermayesinin hâkimiyetini paramparça etmek için tek bir akım haline gelip komünist hareketle birleşmektedir.

Bunun esas zemini, birçok komünist partinin oluşması ve Doğu halklarının liderleri ile birleşmesidir. Eski sömürgelerde bir dizi Sovyet Cumhuriyetinin kurulması da bu zeminin diğer bir yönünü teşkil etmektedir. Bize göre, bugün toplantı halinde olan Doğulu emekçi halkların oluşturduğu Doğu Halkları Kurultayı yaşanacak sürecin ön koşuludur. Hep birlikte yakın bir gelecekte başlayacak olan muazzam ve güçlü bir hareketin eşiğindeyiz. Batı proletaryası ile birlikte güçlü bir Doğu Enternasyonali ile bütünleşmek suretiyle bu hareket son darbeyi Dünya kapitalizminin tam kalbine indirecektir.

Yaşasın tüm Dünya proletaryasının ve emekçilerinin önderi Komünist Enternasyonal!

Yaşasın III. Enternasyonal’in önderleri!

Yaşasın güçlü ve birleşik bir güç olarak sermayenin karşısına çıkan Doğulu emekçiler! (Gündoğumunu Görmek-Birinci Doğu Halkları Kurultayı, Sorun Yayınları, s. 121-125)

***

Şimdi de, Başkanlık Divanı Üyeleri arasında bulunduğu için, Mustafa Suphi Yoldaş’ın da hazırlayıcılarından biri olduğu, Kurultay’ın çağrı bildirisinin özetine bakalım:

***

“Birinci Dünya Savaşı, Doğu Halkları Kimin Kölesi Olacak Diye Yapıldı”

Doğu Halkları Kurultayının yayınladığı çağrı özetle şöyleydi:

“Doğu’nun Halklarına,

Doğu Halkları!

Altı yıl önce Avrupa’da dev gibi canavarca bir boğuşma patlak verdi –otuz beş milyon insanın ölümüne varan, yüzlerce şehri, binlerce yerleşme birimi yıkan, Avrupa ülkelerini kırıp geçiren ve bütün halkları eşi görülmemiş bir yoksulluğa, duyulmamış bir açlığa düşüren Dünya Savaşı.

Asya ve Afrika’ya az etkileyen bu dev savaş Avrupa’da yayıldı.

Avrupa halkları birbirlerine girdiler; Doğu halklarının katılması, onlara oranla küçüktü; yalnız, Alman kapitalistlerinin dizginleri altına girmiş bulunan yöneticilerinin aldatmasıyla birkaç yüz bin Türk köylüsü ve İngiliz ve Fransız bankerlerinin endüstricilerinin çıkarları uğruna Fransa’nın uzak savaş alanlarında ölüme terkedilen iki üç milyon Hintli ve Zenci köle – o banker ve endüstricilerin çıkarları bu insanlara tümüyle yabancıydı, ne olduğunu kavrayamıyorlardı bile.

Doğu halklarının bu büyük savaştan uzak kalmış olmalarına ve paylarının önemsizliğine karşın, bu kıyım yine de Avrupa ülkelerinden ve halklarından çok, Doğu ülkeleri ve halkları üstüne yapıldı. Dünya Savaşı, bütün dünyanın, özellikle de Asya’nın Doğu’nun paylaşılması için yapıldı. Asya ülkelerine sahip çıkacak, Doğu halkları kimin kölesi olacak diye yapıldı.

Türk, İranlı, Mısırlı ve Hintli köylü ve işçilerin derisini kim yüzecek, İngiliz kapitalistleri mi, yoksa Alman kapitalistleri mi, bunu kararlaştırmak için yapıldı.

Dört yıl süren canavarca kıyım, İngiltere ve Fransa’nın zaferiyle sonuçlanmıştır. Alman kapitalistleri ezildi, ama onların yanında bir bütün olarak Alman halkı da ezildi, yıkıldı ve açlıktan ölmeye, mahkûm edildi. Savaştan zaferle çıkan Fransa’nın hemen bütün ergin nüfusu erimiş, endüstri bölgeleri yerle bir olmuş, boğazlaşmaktan kanı tükenmiş ve zaferi kazanmasına karşın, bitkin bir hale gelmişti. Bu büyük ve vahşi kıyımın sonunda, Avrupa ve Asya’da en güçlü tek egemen olarak emperyalist İngiltere kaldı. Bütün Avrupa’da bir tek İngiltere, yeterince kuvvetli olayı başardı. Çünkü kendisi için başkalarını -köle ettiği halkları- Hintlileri ve Zencileri dövüştürmüştü. İngiltere, bu savaşı pençesi altında tuttuğu sömürgelerin kesesinden yürütmüştü.

İngiliz Hükumeti, zaferi kazanıp da bütün bir yarı kürenin güçlü egemen devleti olunca, uğrunda savaşılan amaçların hepsini birer birer gerçekleştirmeye, bütün Asya ülkelerini yutmaya ve bütün Doğu halklarını tamamıyla köle etmeye başladı.  Hiç kimse tarafından engellenemeyen ve artık hiç kimseden korkusu kalmayan İngiltere devletinin başındaki bir avuç açgözlü kapitalist banker, her türlü ar ve hayâ duygusunu bir yana atıp en açık ve en utanmaz bir biçimde Doğu ülkelerinin işçi ve köylülerini köleleştirmeye koyuldular. Emperyalist İngiltere, Türkistan, Hiva, Buhara, Azerbaycan, Dağıstan ve Kuzey Kafkasya’ya bile sızmıştır. İngiliz ajanları her yere sokuluyor ve sömürülen halkların alınteri ve kanıyla elde edilmiş altınları çevrelerine saçıyorlar. Her yerde İngilizler, tiranları ve despotları, hanları ve beyleri desteklemeye çalışıyor. Boy gösteren devrimci hareketi boğmaya ve bütün halkları her ne pahasına olursa olsun bir baskı ve bilgisizlik içinde tutmaya uğraşıyorlar. Çünkü Doğu Halklarının baskı ve çaresizlik durumunda, yoksulluk ve çaresizlik içinde kalması Emperyalist İngiltere için bir zenginlik kaynağıdır. İngiliz Kapitalistleri bütün Doğu halklarını proleterleştirmek, köylülerin, zanaatçilerin, tüccarların ekonomik düzenlerini yıkmak, dükkânlarında, maden ocaklarında hapsedip zorla çalıştırmak istiyorlar. Dayanılmayacak kadar ağır bir çalıştırmayla, İngiliz kapitalistleri köleleştirilmiş Doğu Halklarının pestilini çıkartacak ve bu işçilerin alınterini, bu köylülerin kanını artı değere, kazanca, kara, saf altına, paraya çevirecektir

Emperyalist İngiltere’nin Doğu Halkları için hazırladığı gelecek işte budur.

İngiliz kapialistleri, Doğu halklarının örgütlü gücüyle şimdiden karşı karşıya gelmiş durumda: bu halklar Komünist Enternasyonal’in Bayrağı altında birleşti, bütün dünyayı, bütün insanlığı her türlü sömürü ve baskıdan kurtarma ödevini üstlenen devrimci işçiler birliğinin Kızıl bayrağı altında.

Doğu Halklarının Birinci Kurultayı, İngiltere’yi yöneten kapitalistlere, bütün dünya işitsin diye yüksek sesle haykırıyor: “Bu olmayacak.”  “Köpekleriniz Doğu halklarını parçalayamayacak. Siz, bir avuç zalim milyonlarca doğu köylü ve işçisini köle yapamayacaksınız. Bir kere yutabileceğinizden daha büyük bir lokma kopardınız, boğazınızda düğümlenip kalacak.”

Uzun bir süredir, Doğu halkları karanlık bir bilgisizlik içinde yüzdü, zorbaların baskısı, yabancı kapitalistlerin boyunduruğu altında kaldı. Rus halklarının kapitalist kölelik zincirlerini parçalayan dünya savaşı ve işçi devriminin yıldırımları, Doğu halklarını da yüzyıllardır süren uykularından uyandırdı, şimdi ayağa kalkıyorlar.

Uyanıyor ve Kutsal Savaş, “gaza” çağrısını benimsiyorlar. Bu, bizim çağrımız.

Bizler Doğu’nun bütün halklarının; Hindistan, Türkiye, Iran, Mısır, Afganistan, Belucistan, Kaşgar, Çin, Hindi Çin, Japonya, Kore. Gürcistan, Ermenistan, Irak, Suriye, Filistin, Hiva, Buhara, Türkistan, Fergan, Tataristan, Baskırdistan, Kırgızistan vb. emekçi kitlerinin temsilcileri, birbirimizle ve Batı’nın devrimci işçileriyle bozulmaz bir birlik içinde birleşmiş olarak, bir Kutsal Savaş’a kalkmaları için halklarımıza sesleniyoruz. Avrupa’da geri kalan son güçlü yırtıcı hayvan, İngiltere, Doğu halklarını kendine köle etmek ve mallarını yağmalamak için kara kanatlarını Müslüman ülkelerin üstüne yaymış.

Doğu halklarına korkunç bir kölelik, yoksulluk, baskı ve sömürü getiriyor. Kendi kurtuluşunuzu gerçekleştirin artık, ey Doğu halkları!

Bu yırtıcı hayvanla boğuşmak için kalkın artık!

İngiliz istilacılarına karşı bir Kutsal Savaş içinde tek bir adam gibi kalkın ayağa!

Hepiniz, ortak düşmana, emperyalist İngiltere’ye karşı mücadele etmek için kalkın!.

Dünyanın ileri ve geri, bağımlı ve bağımsız, metropol ve sömürge ülkeler diye bölünmesini ortadan kaldırmak için sizi bir Kutsal Savaşa çağırıyoruz. insanlığı kapitalist ve emperyalist köleliğin boyunduruğundan kurtarmak, bir halkın bir başkasını ezmesine, insanın insanı sömürmesine son vermek için bir Kutsal Savaşa çağırıyoruz!. Doğu Halklarının ve bütün dünya emekçilerinin emperyalist İngiltere’ye karşı Kutsal Savaşı sonsuz bir ateşle yansın!.

Kurultay Başkanı: Zinovyev, Kurultay Sekreteri: Ostrovski.

Başkanlık Divanının Şeref üyeleri: Radek ( Rusya), Rosmer (Fransa), John Reed (ABD), Janson (Hollanda), Yoşihara (Japon-ya), Bela Kun (Macaristan), Quelch (Ingiltere), Steinharılt-Gruber (Almanya), şablin (Balkan Federasyonu).

Başkanlık Divanı üyeleri: Mehmet Mustafa Suphi (Türkiye), Tahsin Bahri (Türkiye), Hafız Mehmet (Türkiye), Neriman. (Azerbaycan), Musayev Elçiev (Azerbaycan), Karrityv (Türkistan), Niyaz-Kulu( Türkmenistan), Mehmed., ( Buhara) Nazır-Sıtkı (Hindistn Karid (Hindistan), Digurov (Terek bölgesi), Konstanyan (Ermenistan), Enikeev (Tatar Cumhuriyeti), Ağazade (Afganistan), Azim (Afganistan) Mucloo (Fergan), Krıleev (Hazer Ötesi), Van (Çin), Abdulayev(Hiva), Molla Berkcan Rahmanov(Hiva), Korkmasov (Dağıstan) Aliyev (Kuzey Kaficas), Amur Sana (Kalmuk Cumhuriyeti) Haydarhan (Iran), Kardaşoğlu (Dağıstan).” Utabekov (Taşkent), Sedadceddin Mustafa. (Turhan Feyizoğlu, Türk Ocağı’ndan Türkiye Komünist Partisi’ne Mustafa Suphi, Ozan Yayıncılık, s. 91-94)

***

Çok açık bir şekilde görüldüğü gibi, Doğu Halkları Kurultayı, Birinci Emperyalist Yağma ve Paylaşım Savaşı’nın sorumluları olan emperyalist haydut devletleri hedef alır. Onları, mazlum Doğu Halklarının ve insanlığın azgın ve suçlu düşmanları olarak ilan eder.

Demek ki cepheler açık ve nettir. Bir tarafta dünyanın mazlum ülkelerini ve halklarını yağmalamak isteyen savaş suçlusu, saldırgan emperyalistler; öbür tarafta mazlum dünya halkları…

İki cephe savaşı söz konusudur demek ki. Emperyalist saldırganlara karşı mazlum halkların cephesi. Emperyalist saldırganlar ve onlara karşı kurtuluş mücadelesi veren mazlum halklar cephesi.

Bilindiği gibi, Kurultay bitiminden üç gün sonra, yani 10 Eylül 1920’de Türkiye Komünist Partisi Bakü’de kurulur. Mustafa Suphi Yoldaş’ın ve Türkiye Komünist Partisi’nin Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mıza ve o yılların olaylarına ilişkin tutumuna bakalım:

***

Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı ve Ermeni Meselesinde,

Gerçek TKP ve Onbeşler de bizim gibi düşünür

Türkiye Komünist Partisi’nin de, ki o zamanki lideri Mustafa Suphi ve Onbeşler’in Türkiye’ye gelmeden önce, hemen gelmek üzereyken, Kurtuluş Savaşımızı aynen bu şekilde yorumlayan yayımladıkları bir bildiri var. Orada aynı bu şekilde koyar, Mustafa Suphi Yoldaş da…

Ayrıca, Bakü’de Mustafa Suphi Yoldaş, 800 kişilik Türk Kızıl Alayı oluşturur. Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’na, içerideki yurtseverlerle birlikte katılmak üzere.

Çarlık Rusyası zamanında, yani özellikle Sarıkamış hezimeti sonrasında esir olarak alınıp Rusya’ya götürülen Osmanlı harp esirlerinden oluşan ve Asya’daki Türk Halkları arasından seçilen komünistleşmiş savaşçılardan oluşan 800 kişilik Türk Kızıl Alayı’dır bu. TKP, bu Türk harp esirleri ve Asya’daki Türk Halkları arasında devrimci örgütlenme çalışmaları yapar. O başarılı çalışmanın sonucu olarak oluşturulur bu Alay. İşte o Alay’ın Bakü’den yola çıkmadan önce yaptığı bir merasimden söz etmek istiyorum. Bakü o zaman, Kızıl İktidarın yani Komünist İktidarın yönetimi altında bulunan Azerbaycan’ın merkezi-başşehri:

“Türk Kızıl Alayı Türkiye’ye gönderilmeden evvel, 8 Ekim 1920 Cuma günü karargâh ve mitralyöz süvari bölükleri ile bir resmigeçit düzenleyerek, Bakû’de bütün şehri müzika eşliğinde dolaşmıştır. Türkiye Komünist Fırkası İstihbarat Şubesi tarafından Türkiye’ye gönderilen bir raporda bu merasim esnasında Bakû Halkı Türk Kızıl Askerlerini her yerde alkışlamış ve bu alay On Birinci Kızıl Ordu Kumandanlığı Erkan-ı Harbiyesi ve Siyasi Komiserliği tarafından teftiş edilmiştir. (Bu, Lenin’in yönettiği Sovyet Devrimi’nin On Birinci Kızıl Ordusu. Onun Erkan-ı Harbiyesi ve Siyasi Komiserliği tarafından teftiş ediliyor. Sosyalist İktidarı Azerbaycan’da, Bakü’de korumakla görevlendirilmiş Kızıl Ordu bu… On Birinci Sovyet Kızıl Ordusu. – N. Ankut) Sonra ise Kızıl Ordu Kulübü’nde bir toplantı yapılmış ve burada Kızıl Ordu adına Taçkov ve Türkiye Komünist Fırkası (TKF) adına Mustafa Suphi tarafından nutuklar söylenmiş ve Ethem Nejat tarafından okunan kararnâme, bütün asker tarafından kabul edilmiştir.”

Ethem Nejat bildiğimiz gibi, Mustafa Suphi’nin yanındaki en yakın yoldaşlarından biri, arkadaşlar. Onbeşler’in arasında bulunan bir yoldaş, Karadeniz’de katledilen yoldaşlardan biri.

“Bu kararname özet olarak şöyledir:

“Rusya’da, Sovyet Hükümeti ve Kızıl Ordu nasıl düşmanlar ve Avrupa kapitalistleri elinden kurtardı ise, bizde Türkiye’ye gittiğimiz zaman Türkiye Proletaryası, işçilerini ve çiftçisini memleketimize musallat olan (dikkatinizi çekerim arkadaşlar, memleketimize musallat olan – N. Ankut) Yunanlılar ve Taşnaklar elinden kurtaracağız.”

Taşnaklar bildiğimiz gibi, burjuva Ermeni partisi ve onların Ermenistan’daki burjuva iktidarı, Taşnak İktidarı. Ve onların bütün Doğu’da, Doğu illerinde, Kürt illerinde İngilizlerle birlikte işgal ve saldırısı var o günlerde. Ve Yunanlılar da İzmir’den çıkıp bütün Ege’yi istilaları altına almışlar. Onların elinden kurtaracağız, diyor TKP.

Demek ki yoldaşlar, Ermeni Meselesinde de Mustafa Suphi ve Onbeşler, aynen bizim gibi düşünüyorlar.

Öyle mi?

Öyle.

E, o zaman hani sen diyordun, Ermeni İsyanı meşru?..

Biz buna, meşru değil, emperyalistler tarafından kışkırtılan ve kullanılan bir hareket dediğimiz zaman, vay şoven adamlar, Ermeni İsyanını meşru saymıyorlar, diye bize saldırıyorlardı. Ondan sonra da bunların hepsi, TKP’nin Tarihine ve Mustafa Suphi Yoldaş’a, Onbeşler’e sahip çıkar görünürler…

Demek ki Yoldaşlar, bizim bütün tezlerimiz, TKP’mizin Tarihiyle de, bugünüyle de tam bir uyum halinde. Ve bugün de bunu savunan, Hikmet Kıvılcımlı’nın önderliğindeki harekettir.

Ve bizim mührümüzde de; 10 Eylül 1920 yazar, kuruluş tarihimiz olarak. Bu hareketin tek meşru mirasçısı, temsilcisiyiz biz.

Bunlar sahte. Biz bunlara boşuna demiyoruz, Sahte Soytarı Sol, diye.

“Kırmızı Rusya ile Türkiye arasındaki kardeşliği daha ileri götürerek silahımız, hayatımız ve bütün varlığımız ile bütün dünya emperyalistlerine ve ekspluvanosyoncularına (yani sömürücülerine) karşı harp edeceğiz.”

Yani hem ulusal bazda istilacı yağmacılara karşı savaşacağız, hem de bütün dünya emperyalistlerine ve sömürgenlerine karşı harp edeceğiz, diyorlar.

Bizim de Antiemperyalist İkinci Kurtuluş Savaşı teorimiz bunu der. Hep bunu dedik biz…

“Alınan bu karar Türkiye Komünist Fırkası (TKF) İstihbarat Şubesi tarafından Türkiye’ye bildirilirken (yani o kadar da dostça davranıyorlar ki içerideki Ulusal Kurtuluş Hareketine karşı… Türkiye’ye bildiriyorlar bu kararı da.), bu karardan bir hafta sonra Türk Kızıl Alayı Türkiye’ye gitmek üzere yola çıkarılacaktır. Birinci Türk Kızıl Nişancı Alayı, Kızıl Ordu’nun yardımlarıyla teçhiz edilerek, 14 Ekim 1920’de Bakû’den Zengezur’a hareket eder. Buradan Nahçivan’a geçilerek Türkiye’ye gitmeleri planlanmıştı. Ancak bu Alay’ın Zengezur’da Taşnak Ermeni Ordusu tarafından önü kesilmiş ve burada Ermenilerle yapılan müsademede 60 ölü ve yaralı ile fazla zayiat vererek geri dönmek zorunda kalmıştır.” (Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, s. 123)

Demek ki, emperyalistlerle işbirliği halindeki Taşnak Ermeni burjuvalarının ordusu, Zengezur’da önünü keser Türk Kızıl Alayı’nın. Ve zayiat verdirerek onu geri dönmeye mecbur eder. Ama sonradan, bu Kızıl Alay yeniden Türkiye’ye gönderilir, arkadaşlar.

Yine Mustafa Suphi Yoldaş, dönmeden az önce yayımladığı ve Türkiye’ye gönderdiği “Türk Askerine ve Türkiye’nin Mazlum İşçi ve Köylülerine” başlığını taşıyan bildiride, şöyle diyordu:

Hemşehri!

“Kendini gösterecek son saat çaldı.

“Çünkü bıçağı gırtlağa sapladılar.

“Geçen dört yıllık kanlı, karanlık muharebede verdiğin milyonlarca kurban yetmiyormuş gibi, şimdi de memleketini bütün Türkiye’yi ve Anadolu’yu, üstünde işlediğin küçük tarlaya varıncaya kadar, Avrupa canavarları aralarında bölüşüyor, kendilerine mal ediyorlar. Fransa, İngiltere ve bunların yardakçısı, Amerikan, Yunan gibi yeryüzünde menfaatten, altından başka ne hak, ne hakikat, hiçbir şeyi tanımayan ve insanlık namına hiçbir şeyi temsil etmeyen devletler, bütün Türkiye ve Anadolu’daki askerlerin silahlarını, eski martinili tüfeklere ve altı patlar Rüvölverlere varıncaya kadar toplanmasını emir ediyorlar. Bununla da Türk işçi ve köylüsünü, talancı Avrupa Emperyalistlerine karşı hakkını müdafaadan aciz bir kadın veya bir çocuk haline getirmek istiyorlar.

“Avrupa’nın alçak bezirgânları Yunan’ın İngilizlere satılmış kancık palikaryaları buna muvaffak olacaklar mı? (Palikarya, genç Rum kabadayısı anlamına gelen Yunanca bir sözcük. – N. Ankut)

Bunlar Türkiye topraklarını kendilerine mahsus bir çiftlik, bu topraklar üzerinde yaşayan mazlum işçi ve köylüyü ise kendileri için kul-köle haline getirebilecekler mi?

“Şüphesiz ki hayır, onlar bu hasis ve murdar muratlarına kavuşamayacaklar… Çünkü bir kere fakir ve mazlum fakat hak ve adaleti, şeref ve namusunu müdafaa için her biri bir aslan parçası olan Türkiye’nin cesur askeri, kahraman işçi ve köylüsü bu alçakça harekete karşı koyacak, kendi toprağından kendisi için zindanlar yapılmasına, kendi gözleri önünde evlad ü iyalinin basmacı Frenk bezirgânlarına esir ve hizmetkâr olmasına asla razı olmayacaktır.

“Bundan başka, Türkiye’nin fukara ve mazlum halkları üstünde işlenecek bu kasaplığa Fransa, İngiltere, Amerika, Yunan vb. memleketlerdeki dert ortaklarımız, işçi ve köylü yoldaşlarımız da razı olmayacaklar.

“Arkadaş! Bu zalim dünya yüzünde, bir kulluk ve açlığı yaşatan hükümet ve devletler var; bir de bu kulluk ve açlığı çeken milletler. Hükümet ve devletler, Fransa, İngiltere ve Yunanistan’da Klemenso, Loyd Corc veya Venizelos cellatı elinde kanlı satır halinde kullanılıyor.

“Halklar ise yüzde doksan beşi sizin gibi fukara ve köylüden ibaret olan halk, bu satırlar altında doğranıp eziliyor. Muharebe millet farkı olmaksızın Fransız’dan, Alman’dan, Yunan, Türk, Rus veya İtalyan’dan milyonlarca köylü ve işçiyi ejderha dişleri arasında çiğneyip mahvederken, yalnız zenginler elindeki o devletlere hâkimiyet, istibdat ve zulüm fırsatı veriyor.

“Sanki korkunç ve müthiş muharebeye kadar ışığa çıkmayan bu hakikati şimdi bütün milletlerin askeri olan işçi ve köylü anladı. Ve onun için yeni memleketler fethetmek, başka milletleri kendisine esir etmek maksadıyla açılan muharebelere Fransız ve İngilizler de içinde olmak üzere hiçbir millet işçisi razı olmuyor.

“Onlar bilakis kendi devletlerinin insafsız hareketlerini protesto ediyorlar. Rusya hudutlarında köylü ve işçi inkılâbını, Bolşevikliği söndürmek için gönderilen Fransız, İngiliz, Amerikan askerleri kumandanlarını yalnız bırakıp Rus Kızıl Ordusu’yla kardaşlığı ilan eyliyorlar.

“Arkadaşlar! Biliniz ki, Fransız, İngiliz, Amerikan ve Yunan emperyalistlerinin Türkiye’yi yok etmeye çalışmaları, yeryüzünde yeniden yeniye kanlı, ateşli muharebeler açmaya sebep olmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

“Bundan elli sene evvel Almanların Fransızlara zorla kabul ettirdikleri insafsız sulh şartları nihayet koca Almanya’nın başını nasıl yedi ise, şimdi Almanya’nın, Türkiye’nin büsbütün paylaşılması işi de Fransız, İngiltere ve hele Yunanistan Hükümetlerinin varlığını öyle yarım asır beklemeye lüzum kalmaksızın ezip mahv edecektir.

“Amerika Hükümeti Reisi Bezirgân Wilson, bundan daha birkaç ay evvel alem-i insanlığa hitap ederek, dünyadaki bütün milletlerin hayır ve saadeti ve harbin or­tadan tamamen kaldırılmasını temin edecek bir sulhun yapılmasını teklif ediyordu.

“Şimdi ise Almanya ve Türkiye hakkında reva görülen bir kasaplığın başında duranlardan biri, yine bu Wilson cenapları. Bu hal gösteriyor ki, bizim için bu bü­yük bezirgân devletlerin başında herhangi bir Wilson veya Klemenso veya herhangi bir bey ve paşa bulunsun, hayır ve selâmet beklenemez.

“Dünya yüzündeki insanlar arasında sulhun devam etmesi için bunun dünya durdukça devam edecek, ilahî ve vicdanî bir hak ve adalet esasına müstenid olması lazım gelir. Bu hak ve adaleti insanlara bahş edecek, insanları yeryüzünde kardeş gibi yaşatacak kim?

“Yoldaşlar! İnsanlar arasında hak ve adalet ile beraber ebedi sulh ve selâmeti tesis edecek bir kuvvet varsa, o da hakikaten buna muhtaç olan ve kolunun gücü ak­lının kârı ile yeryüzünü şanlatan işçi ve köylü milletidir. Bütün insanlık âleminin zulm altında cefa çekmiş, ezilmiş fakir ve muhtaçlarından, bütün dünyanın millet­lerinden bir millet olarak doğan işçi ve köylülerdir ki, bu köhne ve zalim kâinatı yıkıp onun yerine öz icadı olan yenisini kuracaktır.

“Bu yeni dünyada insanlar, şeytan zenginler ve ahmak rençberler diye ikiye ay­rılmayacaklar ve belki, kolunun gücüyle çalışıp, alnının teriyle gün gören bütün namuslu insanlar birleşip kardaşça yaşayacaklar, böylece ise yer, toprak, zenginlik kavgası harp bütün o bildiğiniz dehşetleriyle cehenneme gönderilmiş olacaktır.

“İşte aziz yoldaşlar; bizim istediğimiz hak ve adalet dünyası, işte bütün Rusya ve Macaristan’ın alkanlar içinde yürüyüp varmak istediği ebedi sulh ve selam.

“Böyle bütün dünyayı ve insanları kapsayacak olan bir sulhu, topraklar altın­daki kömür madenlerini bile aralarında bir türlü paylaşamayan ve hırs ve intikamlarını insan kanı akıtmakla söndüren Wilson, Klemenso veya Venizeloslardan bek­lemenin büyük bir hayalperestlik, aynı zamanda nasıl bir akılsızlık olduğu böylece pek aşikâr meydana çıkmış oluyor.

“Bütün dünyanın proletaryası gibi, biz Türkiye’nin mazlum ve fakir işçi ve köy­lüleri de bilmeliyiz ki, bizim kanımızla beslenen, esaslı düşmanımız bu krallar, im­paratorlar bu çorbacı bezirgân, banker, bu bey, ağa, paşalar… Hülâsa hiç çalışmak­sızın bizim sırtımızda bir bit ve tahtakurusu gibi yaşayan bu sefil mahlûklardır.

“Bizim kazancımızı, hakkımızı yiyen, dünya malı için muharebeler icad edip bizim kanımız pahasına varislere sahip olan, bugün Almanya ve Türkiye’yi yarın da Rusya’yı veya diğer bir memleketi paylaşarak son sermayemiz olan az kadar toprağı elimizden almak ve can-u paremiz evlad ü iyalimizi kendilerine kıyamete kadar esir etmek isteyen hep bu menhus (tufeyli)lerdir.

“Hemşehriler! Son damlaya kadar kanımızı emmek isteyen bu alçak ve arsız güruha ve bu gürüh-ı haşaratın başında durdukları yağmacı devletlere karşı ayaklanmak bizim bugünkü en büyük borcumuz, en mukaddes vazifemizdir. Memleketimizde bu Avrupalı eşkıyaya yardım eden zenginlerin ve hangi fırkadan olursa olsun hükümetlerin canları cehenneme.

“Hemşehriler! Biliniz ki bugün Türkiye’nin de inkılâpçı Rusya ve Macaristan Hükümetlerinin de en büyük düşmanları; Emperyalist Fransa, İngiltere, Amerika ve Yunanistan… vb. ile bu devletlere memleketimin içinden yardım eden hain burjuvalardır.

“Fakat gam yemesin, o canavar devletler ve bu hain burjuvalar, şimdi bütün dünyanın mazlum işçi ve köylüsü -herhangi milletten olursa olsun- proletaryanın birleşmiş düşmanını, hunhar emperyalizm ve burjuvazya âlemi pek iyi tanınıyor. Ve işçiler sırtında yaşayan burjuvazyanın foyası meydana çıktıkça proletaryanın kuvveti çoğalıyor. Fransız ve İngiliz orduları içindeki işçi ve köylü arkadaşlarımız, askerler hakikati anladıkça bölük bölük silahlarını bırakıp inkılâpçılar tarafına geçiyorlar. Onun için kralların, bezirgânların orduları bozuldukça biz inkılâpçı işçi ve köylüler sıralarımızı sıklaştırmalıyız. Silahı elden bırakmamalıyız.

“Arkadaşlar, biliniz ki bizim karnımızı doyuran nasıl kol kuvvetimiz ise, hakkımızı müdafaa edecek de elimizdeki silahımızdır. Rusya’da başlayıp bütün Avrupa’ya ve Türkiye’ye doğru bütün şarka yayılan bu yeni kavga insanlık yaşayışında son ve şanlı en kati muharebe olacak ve bu kızıl harp meydanında bütün dünya işçilerinin, şimdi o bütün dünyaya hâkim olma tecelli ve çelik tırnaklı zalim ve katil burjuvazya âlemini yenmesiyledir ki, hak ve adalet güneşi üzerimizde parlayacaktır.

“Onun için hemşehriler, Türkiye’deki işçi ve rençber arkadaşlar! Toprağınızı, hakkınızı, hürriyetinizi müdafaadan çekinmeyiniz. Dünyada yalnız olmadığınızı unutmayınız. Başka milletlerin de sizin gibi ezilmiş işçi ve köylü kızıl ordularıyla birleşip size tecavüz eden canavarlara nefes aldırmayınız.

“Geceler uzun olsa da, doğan gün sizindir. Hak, adalet, zafer, ikbal, istikbal sizin hep sizindir yoldaşlar.

“Yaşasın bütün dünyanın aynı ışık etrafında toplanmış işçi ve köylüleri!

“Yaşasın hain ve canavar Avrupa Emperyalistlerini korkutan içtimai inkılâp!

“Yaşasın Rusya ve bütün Avrupa amelesine ruh ve kuvvet veren Bolşevizm!

“Türk İşçi ve Köylü Komünist Teşkilatı” (Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, s. 69-72)

Gördüğümüz gibi yoldaşlar, Pontus meselesinde, Yunan ve Ermeni meselelerinde; Mustafa Suphi Yoldaş’la ve TKP’nin ilk kurucusu, savaşçısı yoldaşlarla tam bir uyum içindeyiz.

Bunları yazan, Yavuz Aslan. Kitabının adı da “Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi”dir. Bir burjuva tarihçisi… Antikomünist bir yazar. Ama bu gerçekleri bizim Sevrci Solculardan, Sahte, Sahtekâr Solculardan daha iyi görüyor ve ortaya koyuyor. Hiç değilse az da olsa aydın namusu, bilim adamı sorumluluğu var, bilim insanı sorumluluğu var. Bizimkilerde o da yok. O yüzden ciddiyetsiz, diyorum ben onlara. Soytarı, diyoruz. Boşuna değil soytarı dememiz. Bir hakaret sözcüğü değil. Devrimcilik böylesine soytarılık derecesine düşürülemez. Buna izin vermeyiz biz. Onlar kendileri ciddiye almıyorlar ama biz hayatımızı koyduk bu davaya. Ömrümüzü vakfettik seve seve. Dünyanın en yüce davası!.. Bir milyon kere dünyaya gelsek, hiç tereddütsüz yine vakfederiz böyle yüce bir davaya hayatımızı!

(Alkışlar…)

Bundan yüce, bundan değerli hangi dava olabilir?

Olamaz hiçbir şey!

(Alkışlar… Sloganlar: Yaşasın Devrimci Mücadelemiz…) (Nurullah Ankut, Lenin Sonrasının Marksizmi-Leninizmi Işığında Dünya ve Türkiye, Derleniş Yayınları, Cilt:3, s. 371-377)

***

Çok açık biçimde görüldüğü gibi, yoldaşlar, Doğu’nun büyük devrimcilerinin de, Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve On Beşler’in de tek meşru mirasçısı ve savunucusu biziz.

Bizim dışımızdaki hangi sözde sol grup bu tespitlerin, bu bildirilerin altına imza atabilir?

Hiçbiri…

Peki, öyleyse, Denizler’in ve Mahirler’in ideolojilerini reddedip onların savunduğu tezlerin 180 derece karşıtını savunup ama hiç utanıp arlanmadan onların kahramanlıklarını sömürmek için onlara sahip çıkar görünen, bizim “Sevrci Soytarı Sahte Sol” olarak adlandırdığımız gruplar apaçık bir biçimde sahtekârlık yapmıyorlar mı?

Yapıyorlar. Hem de bal gibi yapıyorlar…

Bu gruplar, tıpkı Denizler ve Mahirler gibi, Mustafa Suphi ve On Beşler’i de ideolojilerini reddederek kahramanlıklarını sömürüyorlar. Yani burada da açık ve kesin bir ahlâksızlık, düzenbazlık yapıyorlar.

Onların ne Mustafa Suphi ve On Beşler’le bir bağı ve ilgisi var, ne de Denizler’le, Mahirler’le… Tabiî ne de Kıvılcımlı Usta’yla…

Onlar tarihsizdirler, köksüzdürler.

Şerefle anabilecekleri bir geçmişleri ve tarihleri yoktur onların.

Onlar, olsa olsa Bin Kalıplı CIA Sosyalisti Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin 1969’lar ve 1970’lerde savunduğu, hepsi de CIA tezlerinden ibaret olan ideolojiye bağlıdırlar. Dolayısıyla da, onların kart babası Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA’dır.

Onlar, Ermeni Soykırımı Emperyalist Yalanının savunucularıdır. Onlar, “Atalarımız katildi, soykırımcıydı”, diyerek kendilerinin demokrat olabileceğini sanan zavallı soytarılardır.

Onlar, Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mıza saldırırlar. Antiemperyalist bir savaş filan yoktur, olan Türk Yunan Savaşıdır, gibi gerçekleri tersyüz eden, ciddiyetsiz, zırva tezleri savunarak demokratı oynarlar.

Onlar, Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın Önderi Mustafa Kemal’e düşmandırlar. Onun Tam Bağımsızlık ilkesine düşmandırlar. Laiklik ilkesine düşmandırlar. Ve Türk Ordu Gençliği’ne düşmandırlar. Ordu Gençliği’nin devrimci geleneğine düşmandırlar. Vatana düşmandırlar.

Onlar, ABD ve AB Emperyalist haydutlarınınsa, düşmanı olmak bir yana, dostudurlar, yandaşıdırlar.

Onların bugün savunduğu tüm tezler ya da ideoloji, ABD Emperyalistlerinin “Project Democracy” kapsamı içindedir. İşte bu sebepten, ABD Dışişleri Bakanlığı yani CIA, onları “Demokrasi Kahramanı” ve “Umut Kaynağı” ilan etmiştir, 2007’de.

Demek ki, bunların devrimciliği, solculuğu filan sahtekârlıktan başka hiçbir şey değildir. Onlar, ABD ve AB Emperyalist haydut devletlerine hizmet etmektedirler aslında. Bilerek ya da bilmeyerek; isteyerek ya da istemeden…

Önce de söylediğimiz gibi bu sözde sol grupların tepesini tutmuş olan etkin şefler, devşirilmiş durumdadır, CIA tarafından. Tabanlarını oluşturan yığınlar ise, zavallı gafillerdir. Okumayan, araştırmayan, gerçeklerin peşinde koşmayan ve zihnini özgürce kullanamayan, futbol takımı taraftarı benzeri kişilerden derleşiktir. Hasbelkader, o gruplar içinde yer almış, futbol kulübü taraftarlığı gibi taraftarlaşmış, düşünce kalıpları oluşturmuş, acınacak durumdaki insanlardır.

Bu sol grupların bir bölümü de, önce de söylediğimiz gibi, PKK zılgıdı altında terörize olmuş, sinmiş, korkmuş, pısmış, uydulaşmıştır. Devrimci onurdan, inançtan ve tabiî ideolojiden de yoksun olmanın verdiği zaafiyetten dolayı PKK önünde diz çöküp onun ibrikçiliğine soyunmuşlardır.

Yöneticiler bazında baktığımız zaman, bunların iflah olması söz konusu değildir. Kaybedilmiş kişiliklerdir bunlar.

Tabanlarındaki gafil kitlelerse, uyandırılabilir ve uyandırılmalıdırlar. Ömürlerini emperyalistler safında ve hizmetinde geçirmekten kurtarılmalıdırlar. Onlara gerçek devrimciliğin ve devrimci teorinin ne olduğu, devrimci metot ve mantığın ne olduğu anlatılmalı, öğretilmeli, kavratılmalıdır.

Biz de buna çabalıyoruz. Tüm yazıp çizdiklerimiz, konuşmalarımız bunun içindir. O kardeşleri kurtarmak istiyoruz yanlış yoldan. Onlar, kendilerince devrimcilik yaptıklarını sanıyorlar. Yaptıklarının karşıdevrime hizmet olduğunu göremiyorlar. Göstermeye çalışıyoruz işte biz.

Tabiî o arkadaşların da önyargılarından kurtulup zihninde oluşmuş olan düşünce kalıplarından sıyrılıp, aklını özgürce ve Diyalektik Mantıkla kullanabilmek için uğraşmaları gerekmektedir. O cesareti ortaya koyabilmeleri gerekmektedir.

Belki geç olacak ama sonunda bunu da başaracağız…

Bu Sevrci Soytarı Sahte Sol’un şeflerine de diyoruz ki;

Kime hizmet ederseniz edin. Neyi savunursanız savunun. Ama kendinizi sol olarak tanımlamaktan vazgeçin. Devrimciyiz deme sahtekârlığından vazgeçin.

Tarihimizi bize bırakın. On Beşler’i, Denizler’i, Mahirler’i, Kıvılcımlı’ları ağzınıza almaya kalkmayın. Hele hele savunur görünmeye hiç kalkmayın. Tarihimizi, önderlerimizi ve şehitlerimizi sömürmeyi bırakın…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

11 Mayıs 2017

Nurullah Ankut

HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email