ORTAÇAĞCILARIN LAİK CUMHURİYETİN ENKAZINI PAYLAŞMA SAVAŞINDA CUMHURİYETİN HUKUKU DA İLGA EDİLİYOR

OHAL_HKPORTAÇAĞCILARIN LAİK CUMHURİYETİN ENKAZINI PAYLAŞMA SAVAŞINDA CUMHURİYETİN HUKUKU DA İLGA EDİLİYOR

15 Temmuz kanlı hesaplaşmasını; mevcut rejimle ekonomik ya da siyasal fark içermeyen, devlete çöreklenmiş bir grubun, devleti ele geçirmiş bir başka egemen gruba karşı politikaya ve devlet mekanizmasına hâkim olma savaşı olarak izledik. İdeoloji bakımından aralarında fark yoktur. Her ikisi de Cumhuriyet, laiklik ve Mustafa Kemal düşmanıdır. Amaçları Kuvayimilliye kazanımlarını yok etmektir.

Hikmet Kıvılcımlı’nın yıllar öncesindeki tanımlamasıyla; “Devrimi, PUÇİZM yahut PRONONÇİAMENTO denilen hükümet darbeciliği bizde “Babıali Baskını”, Avrupa’da Faşist “Yürüyüş” diye maskara örneklerini gördüğümüz ya bayağı, yahut gerici hükümet darbelerinden yeterince ayırt etmek gerekli olur. Doğrusu, devrim de en sonunda bir hükümet devrilmesiyle neticelenir. Ama faşist yahut ilkel ve anarşist Puçlardaki gibi kitlesiz hareket değildir. Devrim, büyük yığınların ilgisi ve ayaklanmasıyla yapılır. Devrimde sınıfların kavgası ve altüst olması vardır. Hükümet darbelerinde ne sosyal, ne ekonomik rejimde, ne sınıf ilişkilerinde ve durumlarında herhangi bir nitelik değişikliği görülmez. Hükümet darbeleri bir memlekette esasen egemen durumda olan sınıflar veya zümreler arasında olur. Bir egemen sınıfın çeşitli zümreleri birbirlerine düşebilirler. (…) Her ne olursa olsun, bütün eski ve yeni hükümet darbelerinde HALKIN İLİŞİĞİ YOKTUR. Kitleler bir sabah ansızın uyanınca gördükleri “değişiklik” önünde şaşa kalırlar. Bazen de, üst tabakaların oyunlarına kapılırlar, basit birer dama paytağı gibi harcanırlar. Hükümet darbesi sonunda görülür ki, üst sınıflar üstünlüklerini, alt sınıflar altlıklarını muhafaza edip durmaktadırlar.”  (H.Kıvılcımlı, Devrim Nedir)

15 Temmuz gecesi Türk Ordusu’nun üzerinden oynanan kanlı iktidar oyunu ise tümüyle beraber yıktıkları Laik Cumhuriyet’in mirasının çok kanlı biçimlere bürünmüş, acıklı bir muharebesidir. ABD Emperyalistlerinin emri, planı, programı, projesi ve yönetimi doğrultusunda yapılan Türkiye’yi, BOP’a yani Yeni Sevr’e götürmek ve o cehennemde parçalayıp boğmak için yapılmıştır.

Bu nedenle olağanüstü hal, göstere göstere yaşanan işkence ve linç eylemlerini, hukuk devleti iddiasındaki AKP iktidarını meşrulaştırmanın ABD emperyalistlerinin isteklerinin uygulanmasının en iyi aracı olarak görülmüştür.

 

OHAL NEDİR?

Dünya emekçi sınıflarının ve mazlum halklarının kanları ve etleri ile kazandıkları uluslar arası metinlerde insan hakları, temel hak ve özgürlük olarak geçen insana dair birçok kazanımların Parababaları devleti tarafından rafa kaldırılması hallerinden biridir. Yani temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırarak halk hareketlerini, emekçi yığınların başkaldırılarını engelleme ve durdurma yöntemidir.

Bizde de 1982 Anayasasında (madde: 119-122 ) tarif edilen Olağanüstü Hal Uygulaması, var olan hukuk düzeninde tabiî afet ve ağır ekonomik bunalım, Şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması sebepleriyle ilân olunan, geçici olarak temel hak ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulmasına veya vatandaşlar için para, mal ve çalışma yükümlülüklerinin getirilmesine imkân veren bir olağanüstü yönetim usûlü olarak belirlenmiştir.

Pozitif hukuk bakımından, Anayasa’nın Olağanüstü Hal kurumuna, “yaygın şiddet” ya da “yaygın şiddet belirtisi” hallerinde imkân tanıdığı görülmektedir. Temel hak ve özgürlüklerin rafa kalkması hali olan OHAL, meri biçimiyle dahi, yaygın şiddet hali sona erdikten sonra uygulanamaz. Pensilvanyalı suç örgütünün hükümet darbesi girişiminin ve bundan kaynaklanan yaygın şiddet halinin tümüyle bastırıldığı bilinmekte, görülmektedir. Bu durumda, OHAL ile bir başka hukuksal/siyasal program hedeflendiğini anlamak zor değildir.

Kaldı ki, yaygın şiddet hali kaygısı taşıyan bir iktidarın, insanları sokağa çağırması ve sokakları boşaltmama telkininde bulunması tümüyle çelişki halindedir.

Elbette AKP’gillerin bu hukuken ve siyaseten çelişme halinin, asıl siyasal/hukuksal amaçlarını gizlemeye dönük bir tutarsızlık olarak görmek gerekir: Cumhuriyet Hukuku ve Cumhuriyet kurumlarını tümüyle tasfiye etmek!

Tayyip Erdoğan’ın, 20 Temmuz gecesi Konya’da yaptığı ve video konferans sistemiyle bütün meydanlara kurulan dev ekranlardan verilen konuşmasında, “Türkiye’nin yeni ve daha öncekilere hiç benzemeyecek bir kuruluş dönemine girdiğini” ilan etmesi, bu amacın doğrudan ikrarıdır.

Tam olarak buna uyan bir düzenleme ile, OHAL ilanından hemen ertesi günü çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname, doğrudan temel haklar alanına yönelmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki savunma hakları ve avukat hakları anında kırpılmıştır. Avukatın sanıkla özdeşleştirilme yasağı, sır saklama yükümü ve hakkı, savunmanın en temel kuralları yok edilmiş; tutukluya avukat görüşme yasağı, avukatla görüşmesini kaydetme, avukatla tutuklunun görüşmesinde görevli bulundurma, avukat ve tutuklunun birbirine verdikleri belgelere, savunmaya ilişkin olup olmadığına bakılmaksızın el koyma gibi evrensel savunma prensiplerine ve yürürlükteki Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 149-154. maddelerine ve Avukatlık Kanunu’nun 146. maddesine aykırı düzenlemeler getirmiştir.

İkinci OHAL kararnamesi ile de 27 Temmuz tarihinde (KHK/668), savcının emriyle avukat bürolarında arama (Av. Kan. 58 uyarınca ancak mahkeme kararıyla aranabilirdi), avukatın SADECE SAVUNMAYA DÖNÜK BELGELERİNİN ayrıca mühürlenmesi ve buna mahkemenin karar vermesi kuralının (CMK 130) iptali, avukatın dosya içeriğini inceleme ve örnek alma yetkisinin savcı kararıyla kısıtlanabilmesi (CMK 153/2 uyarınca hâkim kararı gerekirdi) yine savunma hakkına aykırı tedbirler olarak getirilmiştir.

Yine AİHM ve AYM kararları uyarınca gelişen tutukluluk incelemesinin şüpheli-sanığın ya da müdafinin varlığında yapılması kuralı da OHAL kararnamesi ile birlikte sayılan suçlar açısından yok edilmiştir.

Tüm ipleri eline alan AKP’gillerin kümülatif cezalandırma anlayışı göstermektedir ki, bu sürecin genel karakteri AKP’giller “hukuk”u bakımından bu toptancı düşman ceza hukuku olacaktır.

 

KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELER BİR KARŞI DARBE SİLAHI NİTELİĞİNE GELMİŞTİR.

OHAL, olağan hukuk (burjuva hukuku da olsa) günlerinde, temel hak ve özgürlüklere ilişkin yasama kuralının istisnasıdır. Temel Hak ve Özgürlüklerin ancak kanunla (yasama faaliyetiyle) düzenlenebileceğine ilişkin anayasa kuralı “Kanun Hükmünde Kararname” ile bu alana ilişkin düzenleme yapma yasağı, OHAL ilanında kalkar (AY. 91. Md.).

Özetle, başta emekçi sınıflar gelmek üzere, insanlığın yüzyıllar süren mücadelelerinin ürünü olan uluslararası sözleşmelerde ve yine bu muhtevadaki ulusal mevzuattaki kazanımlara aykırı düzenlemeler yapabilecektir AKP. Üstelik meclisi de bypass ederek. Buna OHAL denen garabet zemin ve KHK silahı bir arada olanak sağlamaktadır. AKP’gillerin elde ettikleri bu hukuksuz “yetki”yi; giderek devrimci-demokrat, ilerici, yurtsever, halkçı, Mustafa Kemalci halk örgütlerinin yönetici ve üyelerinin tasfiye edilmesinde de kullanabilecekleri tehlikesi mevcuttur.

Nitekim Anayasanın 91. maddesi 5. fıkrası, OHAL’de KHK’ların Cumhurbaşkanı başkanlığında Bakanlar Kurulunca çıkarılmasına cevaz vermektedir. Dolayısıyla Tayyip’in istediği hukuk üstü pozisyonun adıdır OHAL.

Yine Bakanlar Kurulu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini askıya aldığını ilan etmiştir.

Oysa buna dayanak olduğu iddia edilen Anayasanın 15. maddesi ve AİHS’in 15. maddesi, bu sözleşmenin 2. 3. 4. ve 7. maddelerinin askıya alınamayacağını ifade etmektedir. Bunlar yaşam hakkı, işkence yasağı, kölelik ve angarya yasağı ile suç ve cezada kanunilik ve kanunların geriye yürümezliği kuralıdır. Görünen o ki AKP tüm bu kesin ve vazgeçilemez, devredilemez insan haklarını da ihlal edecektir.

Askıya alınamaz 7. maddenin yok sayılması ise, tam da Tayyip’in kafasındaki İdam cezasının geçmişe yürümesi olanağı olarak düşünülmektedir.

Yine OHAL döneminde çıkarılan KHK’ların Anayasa Mahkemesi’ne götürülememesi de bir başka olağanüstü rejim düzenlemesidir.

Onlarca yılda, formel de olsa meclis tartışmalarından, yasama faaliyetlerinden geçen, onam tarihindeki cumhurbaşkanının denetiminden geçen, ve yürürlükle birlikte Anayasa Mahkemesi’nin yargısal denetimine sunulabilen bir kanun, bir gün içinde bakanlar kurulu kararnamesiyle mülga edilebiliyor. Buna da hukuk deniyor. Doğru, OHAL hukuku!

 

OHAL SADECE FETULLAHÇI SUÇ ÖRGÜTÜNE Mİ UYGULANACAKTIR? HAYIR!

OHAL’ın 23 Temmuz tarihli birinci kararnamesi (KHK/667) 6. maddesi uyarınca; bu kararname “Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından” uygulama bulacaktır. Yani, TCK 302-339 ile TMK kapsamındaki tüm suçlar. Örneğin Anayasayı İhlal suçu, son yıllarda AKP ve FETÖ tarafından çokça kez işlense de, geçmişte devrimcilere atılan bir suçtur. Bugün de “toplumsal muhalefet”in kimi unsurlarına isnad edilebilir durumdadır. Ya da elde ettiği bir belge üzerine haber yapan bir gazeteci, bu belgenin “devletin güvenliğine dair” ilan edilmesiyle Türk Ceza Kanunu’nun 327. maddesinden yargılanabilecek ve hakkında bu OHAL kararnamesi uygulanabilecektir. Yine TMK isnadının muhatabı da bu ülkede yıllarca devrimciler-demokratlar olmuştur bilindiği gibi.

En önemlisi, bu her iki KHK tüm “TOPLU SUÇLAR” bakımından uygulanabileceği hükmü taşımaktadır. Örneğin toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına aykırılıktan açılan yüzlerce soruşturmada, örneğin 1 Mayıs eylemlerine katılan yurttaşlara, 30 gün gözaltı, avukat görüşme yasağı, ve görünen o ki işkence yapmak mümkün olabilecektir.

Özetle, kararnamede alınabilecek “tedbirler”, yalnızca Pensilvanya suç örgütü için değil, bu suçlara süje yapılabilecek her kesim ve birey içindir. Böylece bu suçlar isnad edilen kişiler, sorgusuz sualsiz 30 gün gözaltı, avukatsız bırakma ve fiili durumdan görüleceği üzere işkence altında tutulma uygulamalarına maruz kalabilecektir.

AKP iktidarına ve daha çok da ona kanan insanlara şöyle sesleniyoruz: “Hiç unutmayalım; hukuk devletinden söz edebilmemiz için hukuka yalnız yönetilenlerin değil, yönetenlerin de harfiyyen uyması gerekir. Bir hukuk devletinde hiç kimsenin suç işleme serbestisi yoktur. Hiç kimse kanunlar üstü değildir. Herkes, hangi kademede olursa olsun, oranın çalışma esaslarını belirleyen kanunlara uymak mecburiyetindedir. Ben en tepedeyim, istediğimi yapmakta hürüm, kanun manun da sallamam, dediniz mi; devleti hukuk devleti olmaktan çıkarırsınız. Onu bir diktatörlüğe, krallığa dönüştürmüş olursunuz. Dolayısıyla da hukuk devletinin kanunlarına karşı suç işlemiş duruma düşersiniz. Bir mücrim olursunuz. Her türlü devlet yetkiniz boş düşer. Bir devlet adamı değil, sadece bir suçlu olursunuz artık.” (Nurullah Ankut)

Marks’ın dediği gibi: Bir toplum homojen olduğu sürece, tek bir sosyal etik yaratabilir ve dolayısıyla sosyal bir iradeye ve ortak bir sosyal yarara cevap veren hukuki ilişkiler kurabilir. Buna karşılık, çelişik çıkarların tahakküm için çarpıştıkları bir toplumda böyle bir şey mümkün değildir.

Biz, evrensel ve insancıl hukuk kazanımlarını hiç bırakmayarak, halkın ortak sosyal yararına bir hukuku kurmaya çalışarak, ancak bunun tam da eşit bir toplumda mümkün olabileceği bilinciyle, Sosyalist bir toplum inşasına omuz vererek, AKP ya da FETÖ de dahil, her türden gerici diktatörlük hukukunu yeneceğimizi biliyoruz.

Davamız, Halkların Kurtuluş Davasıdır! 29.07.2016

HALKÇI HUKUKÇULAR

 

 

 

 

Print Friendly, PDF & Email