HKP; AKP’giller’in pısırıklığından cesaret alarak Adalarımızı işgal eden Yunanistan’la ilgili UCM’ye suç duyurusunda bulundu

Partimizin daha önceki açıklamalarında ve Genel Başkan’ımız Nurullah Ankut’un değerlendirmelerinde sıkça konu edildiği gibi, AKP’giller uluslararası anlaşmalarla kesinkes Türkiye’ye bırakılmış 18 Adamızın Yunanistan tarafından işgal edilmesine göz yummuştu. AKP’giller’in bu vatan satıcı yönünü çok iyi bilen Yunanistan Devleti işgal ettiği Adalarımızı yerleşime açmakla kalmamış, uçaksavarlar da dahil olmak üzere Adalarımızı gerçek anlamda silah deposuna çevirmişlerdi.

Buldukları her fırsatta her konuyla ilgili demagojik de olsa açıklamalar yapan AKP’giller şu ana kadar konuyla ilgili tek bir söz bile söylemediler, ölü numarası yaptılar, bildiğimiz gibi. Meclisteki diğer üç Amerikancı Partidense herhangi bir tepki zaten beklenemezdi.

Ancak Türkiye’nin tek ve gerçek muhalefet partisi Halkın Kurtuluş Partisi, Adalarımızın Yunanistan Devletine peşkeş çekilmesine sessiz kalamazdı, kalmadı da. Şimdiye kadar konuyla ilgili birçok eylem ve suç duyuruları gerçekleştiren partimiz bugün de işgalci Yunanistan Devletini Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’ye şikayet etti.

Bodrum Belediyesi önünde saat 13.30’da yapılan eylemde basın açıklamasını HKP Genel Sekreter Yardımcısı Av. Tacettin Çolak yaptı. Açıklamada Lozan Anlaşmasının Türkiye Cumhuriyeti lehine bir kazanımı olan 18 Ege Adasının Yunanistan’a peşkeş çekildiği, Yunanistan’ın bu adalar yakınlarında yurttaşlarımızı katlederek suç işlediği dile getirildi. Ayrıca Kardak Krizi’nin yıldönümü olan 29 Ocak tarihinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın bu kayalıklara çıkamayıp gerisin geri döndüğü belirtildi.

Av. Tacettin Çolak, basın açıklamasını “Halkın Kurtuluş Partisi demokratik halk iktidarını kurduğunda bu adaların hukuksuz işgalini sonlandıracak ve sorumlulardan bunun hesabını soracaktır!” diye bitirdi. “Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!”, “Emperyalistler! İşbirlikçiler! Geldikleri gibi gidecekler!” sloganlarıyla sonlanan bu eylemin ardından Kurtuluş Partililer, Yunanistan’ın 18 adamızdaki hukuksuz işgalini ve işlediği cinayetlerin savaş suçu olduğunu içeren ve bu konuda Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım’ın da tanık olarak dinlenmesi gerektiği belirtilen dava dilekçesini Bodrum PTT’sinden Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesine yolladılar.

Bodrum’daki açıklama ve suç duyurusunun ardından HKP’liler Kardak kayalıklarının olduğu bölgeye giderek burda da bir açıklamada bulundular.

Kardak kayalıklarına giderken Jandarmanın engellemesine maruz kalan HKP’liler bu duruma tepki gösterdiler. HKP ‘nin vatan topraklarına sahip çıkmasının Jandarma tarafından engelenmeye çalışılmasının trajikomik bir durum olduğunu söylediler.

 

 

 

PTT ÖNÜ >>>   blob:https://web.whatsapp.com/d1bc53d1-c47c-4c82-ae5f-5ac677cb2343

Basın açıklaması metnini ve UCM’ye gönderilen suç duyurusu dilekçesini aynen yayımlıyoruz:

EGE DENİZİNİ KENDİNE AİT BİR GÖL OLARAK GÖREN YUNANİSTAN HAKKINDA ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ’NE BAŞVURUYORUZ

 

Bilindiği gibi yıllardır, Yunanistan tarafından Ege’de Türkiye’ye ait olan adaların işgal edilmesine ve bu işgale seyirci kalanlara karşı mücadele ediyoruz.

Yunanistan, 2004 yılından bu yana Lozan Antlaşmasının 12’inci maddesi gereğince Türkiye’ye bırakılan bu adalara bayrak çekmiş, asker çıkarmış, silah ve mühimmat yığınağı yapmış, yerleşime açmıştır.

Oysa AKP iktidarı 13 yıldır bu açık işgale ve saldırganlıklara karşı sessiz kalmış ve onaylamıştır. Hatta utanmadan pasaportlarıyla ve yatlarındaki Türk Bayrağını kapatarak bu adalara tatil yapmaya gittiler.

Son olarak 29 Ocak 2017 günü ise; Genelkurmay Başkanı ve yanındaki omzu kalabalıklar, içinde bulundukları savaş gemisi ve özel kuvvetlerden oluşan iki şişme bot eşliğinde geldikleri Kardak kayalıkları yakınında Yunanistan hücumbotlarının tacizi karşısında tornistan ederek Bodruma geri dönmek zorunda kaldılar.

Yani, Yunanistan Ege Denizi’ni kendisine ait bir göl gibi görmekte ve bizdeki siyasiler ve askerler de seyretmekteler. İşgal edilen topraklara savaş için gitmesi gerekenler, “turistik gezi” dahi yapamadan dönmekteler. Oraya savaşmaya değil de “paşa paşa” sıvışmaya giden bu “Komutan”lar, milletimizin onurunu çiğnetmişlerdir.

Lafa gelince, “Bize Sevr’i gösterip Lozan’a razı ettiler”, “Şöyle bağırsan sesimizin duyulacağı adalarımızı verdiler” diye Cumhuriyetimizin kurucularına iftira atan “Başkomutan” ise yapılan bu açık saldırılar karşısında ölü numarası yapmaktadır.

Halkın Kurtuluş Partisi olarak; Ülkemizin Egemenlik Haklarının ayaklar altına alındığı bu acıklı duruma itiraz ediyoruz. Sorumluların hesap vermesini istiyoruz.

Bizim yıllardır yaptığımız suç duyurusu dilekçelerimizi kırk ayrı yere sorarak elleri titreyerek alanlar ve yıldırım hızıyla takipsizlik kararı verenler bu kararlarıyla aynı zamanda Vatan Topraklarımızın Yunanistan’a peşkeş çekilmesine katkı sunmuş olduklarından Vatana İhanet Suçunun failleri olarak yargılanacaklardır.

 

Saygıdeğer Bodrum Halkı;

Lozan Antlaşması’nın 12’nci maddesi ve 1947 Paris Barış Konferansı’nın 14’üncü maddesi uyarınca Türkiye’ye bırakılan, BM kayıtlarında Türkiye toprağı olarak tescil belgesi bulunan, 1943 Tarihli İngiliz ve 1951 Tarihli Amerikan haritalarına göre de Türkiye’ye ait oldukları açıkça görülmekte olan adalarımızı işgal eden Yunanistan; bununla yetinmemiş Türk Vatandaşlarına karşı da Askeri Birlikleriyle saldırmış, bazı Türk Vatandaşlarını yaralayıp tutuklamış, bazılarını ise öldürmüştür. Örneğin;

  • İstanköy Adası açıklarında Türk Kaptan Mustafa Ateş, Yunan Sahil Güvenlik Botu’ndan açılan ateşle 14 Nisan 2014 tarihinde vurularak öldürülmüştür.
  • Türk karasularında balık avlayan biri kadın dört Türk Vatandaşına Bodrum Turgutreis’e 3 mil uzaklıktaki Çatal Ada ile Topan Adası arasında, hiçbir uyarıda bulunmadan Yunan Sahil Güvenlik ekipleri tarafından aniden ateş açılmış ve balıkçılar yakalanarak İstanköy Adası’nda tutuklanmışlardır.
  • Yine 13 Nisan 2013 tarihinde, Türk vatandaşı A.K., sişme bot ile taşıdığı 20 Suriyeli kaçağı Bulamaç Adası’na indirirken Yunan Sahil Güvenlik ekipleri tarafından yakalanmıştır. A.K. Yunan mahkemesi tarafından tutuklu olarak yargılanmış ve Eylül 2013’te 50 yıl hapis cezası ve 115 bin Avro para cezasına çarptırılmıştır.

 

Saygıdeğer Bodrum Halkı;

Yunanistan’ın bu saldırıları, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin 102. maddesinde tanımlanan, DEVLET GEMİSİ İLE DENİZ HAYDUTLUĞU suçunu oluşturmaktadır.

Yine bu saldırılar;

Birleşmiş Milletler Antlaşmasının  “Amaçlar  ve İlkeler” maddesinde öngörülen;

“Tüm üyeler uluslararası anlaşmazlıkları, uluslararası barış, güvenlik ve adaleti tehlikeye sokmadan barışçıl yollarla çözümlemelidir;

Tüm üyeler başka bir devlete tehdit oluşturmaktan ya da başka bir devlete karşı güç kullanmaktan kaçınmalıdır” şeklindeki hükümlere,

Yine, 24 Ekim 1970 tarihinde toplanan 1883’üncü BM Genel Kurulu’nda kabul edilen ”BM Antlaşması Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusunda Bildirge” ile kabul edilen ilkelere de açıkça aykırıdır.

Sonuç olarak; Yunanistan’ın Ege Denizindeki adalarımızı işgal etmesi, balıkçılarımızı katletmesi ve tutuklaması Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’nin kuruluşunu öngören Roma Statüsünün “Divanın Yargı Yetkisine Giren Suçlar”ı düzenleyen 5’inci maddesinde öngörülen “Savaş Suçları” ve “Saldırı Suçu” kapsamına girmektedir.

Her ne kadar bu suçlar nedeniyle UCM’ne başvurma yetkisi Statünün 14’üncü maddesi gereğince Statü’ye taraf devletlere bırakılmış ise de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkilileri Statünün tarafı olan ve UCM yargısını kabul eden Yunanistan’ın, “Savaş Suçları” ve “Saldırı Suçu”na karşı 2004 yılından bu yana hareketsiz kalmaktalar.

Bir başka anlatımla T.C Devleti yetkilileri; Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki Uluslararası Hukuka açıkça aykırı saldırgan eylemleri karşısında, askeri ya da diplomatik alanda ülkenin ulusal çıkarlarını koruyucu bir politika geliştirme mecalinden yoksundurlar.

AKP’giller; Yunanistan’ın Uluslararası Hukukun onay vermediği ve veremeyeceği toprak işgalleri, öldürmeler, tutuklamalar ve tacizleri karşısında hareketsiz kaldığından, Halkın Kurtuluş Partisi de insanlığa karşı sorumluluğu gereği, siyasi faaliyet yürüttüğü ülkenin ve vatandaşlarının ihlal edilen hak ve çıkarlarının korunması bakımından UCM savcılığına bu suç duyurusunu yapmak durumunda kalmıştır.

Dilekçemizde, Adalar İşgaline karşı bilgi ve belgelere sahip olan ve yıllardır T.C Hükümeti yetkililerini uyaran Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri Emekli Kurmay Albay Sayın Ümit YALIM’ın da TANIK OLARAK dinlenmesini UCM’den talep ettik.

Ege Denizi’ndeki bu işgalin kısa vadede kaldırılması mümkün görülmemektedir. Ancak HKP öncülüğünde kurulacak Demokratik Halk İktidarında bu işgal kesince sonlandırılacak, sorumlulardan hesap sorulacaktır. 02.02.2017

HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ

Suç Duyurusu Dilekçesi:

ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ SAVCISI’NA

(TO THE PROSECUTOR OF INTERNATIONAL CRIMINAL COURT)

 

SUÇ İHBARINDA BULUNAN…: Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı

Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA

 

V E K İ L İ……………………………….: Av. Tacettin ÇOLAK

Halit Ziya Bulvarı No: 33 Kat: 2/203 Konak/İZMİR

 

İHBAR EDİLEN DEVLET………: Yunanistan (GREECE) Devleti’nin;

Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Savunma Bakanı, Genel Kurmay Başkanı ve Suça Karıştığı Tespit Edilecek Diğer İlgililer

 

SUÇ TARİHİ………………………..: Ekim 2004 ve sonrası

YASAL DURUM…………………..: 1913 Tarihli Londra Antlaşması,

1924 Tarihli Lozan Antlaşması’nın 12. ve 15. Maddeleri,

Lozan Antlaşmasının Eki olan 2 Nolu Haritası,

1947 Tarihli Paris Antlaşması,

 İHBARA KONU OLAYLAR 

(THE CIRMINAL COMPLAINTS ARE BASED ON THE FACTS):

 

1- Öncelikle belirtelim ki, Türkiye Devleti; Roma Statüsü’nün hazırlandığı Diplomatik Konferansa aktif olarak katılmış ise de Statüyü imzalamayan, çekimser kalan 21 devletten birisidir.  Ancak, Yunanistan Devleti Roma Statüsünü imzalamış ve UCM kuruluş yasasına göre mahkemenin yargı yetkisini kabul etmiştir.

2- Her ne kadar Statünün 14’üncü maddesi gereğince Statü’ye taraf devletlerce mahkemeye başvuru yapılabileceği kabul edilmiş ise de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkilileri Statünün tarafı olan ve UCM yargısını kabul eden Yunanistan’ın, Ege Denizi’ndeki, Statünün “Divanın Yargı Yetkisine Giren Suçlar”ı düzenleyen 5’inci maddesinde öngörülen “Savaş Suçları” ve “Saldırı Suçu”na karşı 2004 yılından bu yana hareketsiz kaldığından, müvekkil Halkın Kurtuluş Partisi de insanlığa karşı sorumluluğu gereği, siyasi faaliyet yürüttüğü ülkenin ve vatandaşlarının ihlal edilen hak ve çıkarlarının korunması bakımından UCM savcılığına bu suç ihbarını yapmak durumunda kalmıştır.

Bir başka anlatımla T.C Devleti yetkilileri; Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki Uluslararası Hukuka açıkça aykırı saldırgan eylemleri karşısında, askeri ya da diplomatik alanda ülkenin ulusal çıkarlarını koruyucu bir politika geliştirme mecalinden yoksundurlar.

Son olarak; T.C Genelkurmay Başkanı, yanında Kuvvet Komutanları ile birlikte 29 Ocak 2017 günü Ege Denizi’nde yaptığı “inceleme ve denetlemeler” sırasında Türkiye’ye ait Kardak kayalıkları önlerine geldiğinde Yunanistan hücumbotlarının tacizi sonucu geri dönmek zorunda kalmıştır.

Yunanistan devleti tarafından yapılan 29 Ocak 2017 tarihli açıklamada da; “…. Türk gemileri Yunan karasularına girdikten sonra hemen gerekli tedbirler alındı ve uyarılarda bulunuldu. Türk gemileri bölgeden ayrılarak Bodrum istikametine yöneldi”

(http://www.posta.com.tr/yunanistan-dan-kardak-aciklamasi-haberi-1262425) denilerek bu tacizin yapıldığı kabul edilmektedir.

Bu saldırganlık, Yunanistan’ın Ege’de Türkiye’nin hükümranlık haklarını ihlal ettiğinin son örneğidir. Bundan sonra da boyutlanarak artacağı kuvvetle muhtemeldir. Bu nedenle, T.C Hükümeti ve Askeri yetkilileri, Yunanistan’ın Uluslararası Hukukun onay vermediği ve veremeyeceği toprak işgalleri, öldürmeler, tutuklamalar ve tacizleri karşısında sessiz kaldıklarından, müvekkil siyasi parti harekete geçme zorunluluğunu duymaktadır.

3- Gerçekten de, Statünün tarafı olan Yunanistan Devleti ve Yunanistan Vatandaşlarınca Ege Denizi’nde Türkiye’ye ait adaların işgali, kara suları içinde Türk Vatandaşlarına ateş edilmesi, yaralanması, öldürülmesi ve tutuklanması fiilleri 2004 yılından bu yana sürekli tekrarlanmaktadır. Aşağıda yer ve zaman belirtilerek ayrıntılıca anlatılacak olan bu suçların “Savaş Suçu” ve “Saldırı Suçları” kapsamında kaldığı çok açıktır.

4- Öte yandan Statü’nün “Yargı Yetkisinin Kullanılmasına İlişkin Önşartlar” başlıklı 12. maddesinde, hangi hallerde UCM’nin yargı yetkisine sahip olacağı düzenlenmektedir.

Statü’nün 12/2-a maddesine göre; UCM’nin yargı yetkisini kullanabilmesi için, fiil, Statü’ye taraf bir devletin ülkesinde işlenmişse bu devletin, bir gemi veya uçakta işlenmişse, tescil devletinin Statü’ye taraf olması gerekir.

Statü’nün 12/2-b maddesine göre de; suçlanan kişinin vatandaşı olan devletin Statü’ye taraf olması da, UCM’nin yargılama yetkisini kullanabilmesi olanaklı olacaktır.

Demek ki UCM; Roma Statüsü’nde düzenlenen suç tiplerinin, Statü’ye taraf bir devletin ülkesinde işlenmesi halinde veya tescil devletinin Statü’ye taraf olması şartıyla, açık denizde bir gemide veya uluslararası hava sahasında bir uçakta işlenmiş olması halinde veya suç isnadı altında bulunan kişi ya da kişilerin vatandaşı olduğu devletin (olayımızda olduğu gibi) Statü’ye taraf olması halinde, yargı yetkisini kullanabilecektir.

İşte biz de bu nedenle Sayın UCM Savcılığına başvurmaktayız.

5- Yunanistan Devleti yöneticiler ve vatandaşları tarafından Türkiye Devletinin Egemenlik Haklarına ve Türk Vatandaşlarına karşı işlenen suçları aşağıda belgeleriyle birlikte Sayın Mahkemenize sunuyoruz.

a-) Bilindiği gibi, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’nın 12’nci maddesinde; “İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan Adaları ile birlikte Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, Türkiye’nin egemenliği altında kalacaktır.” denilmektedir. Böylece Türkiye, Asya kıyısına 3 milden daha yakın olan bölgede adı açıkça bildirilmeyen başka ada ve adacıklara da sahip olmuştur. Lozan’ın bu düzenlemesiyle, Türkiye Ege’de sayısı 60’ı bulan ada ve adacığa sahip olduğu Uluslararası hukuk uzmanlarınca da kabul edilmektedir.

b-) Yine 1943 Tarihli İngiliz ve 1951 Tarihli Amerikan Haritalarında, Eşek, Bulamaç ve Kalolimnoz adaları ile Türkiye’nin Ege Kıyılarına 3 milden daha yakın olan ada ve adacıkların da Türkiye’ye ait olduğu gösterilmektedir. (EK-1, 2)

Türkiye’nin taraf olmadığı 1947 Paris Barış Konferansı’nın 14’üncü maddesi ile, On İki Ada Yunanistan’a bırakılmış ve adaların silahsızlandırılması şartı koşulmuştur. Ancak bu 12 ada dışında kalan ada ve adacıklarda “Asya kıyısından 3 milden az bir uzaklıkta bulunan adalar, TÜRK EGEMENLİĞİ ALTINDA KALACAKTIR” şeklindeki Lozan’ın 12. maddesi uygulanmak zorundadır.

c-) Oysa bugün, tüm Uluslararası Sözleşmelerle Türkiye’ye bırakılan ve Asya kıyılarına üç milden az mesafede bulunan, içinde Eşek, Bulamaç, Marathi ve Kalolimnoz adalarının da bulunduğu Türkiye’ye ait 18 tane ada, 2004 yılından beri Yunanistan’ın açık işgali altındadır.

d-) Yine Ege Denizi’nde, Aydın sınırları içinde Didim İlçesinin hemen karşısında bulunan Marathi Adası da Yunanistan’ın işgali altındadır.

Bu konuda Türk Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri Ümit Yalım’ın açıklamaları söyledir;

“Aydın il sınırları içinde olan Marathi Adası, Nergizçik Adası’nın 0.4 deniz mili batısındadır. Misak-ı Milli Sınırları içinde yer alan bu ada Lozan Antlaşması ile Yunanistan ya da İtalya’ya devredilmedi. 4 Ocak 1932’de imzalanan Türk-İtalyan Sözleşmesi’nin birinci maddesinde de Marathi Adası’nın Türkiye’nin egemenliği altında olduğu belirtilmiştir. 1943 tarihli İngiliz haritasında ve 1951 tarihli Amerikan haritasında, Marathi Adası’nın Türkiye’ye ait olduğu açıkça gösterilmiştir”

Gerçekten de ekte sunulan 25 Ocak 1933 tarih ve 2313 sayılı Resmi Gazete’den de anlaşılacağı üzere, Türkiye ile İtalya arasında imzalanan “Anadolu Sahilleri ile Meis Adası Arasındaki Ada ve Adacıkların ve Bodrum Körfezi Karşısındaki Adanın Ciheti Aidiyeti Hakkında Sözleşmeye” göre MARATHİ ADASI Türkiye’ye ait olduğu kabul edilmiştir. Bu Sözleşme de 14.01.1933 tarih ve 2106 sayılı kanunla TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. (EK-3)

Ayrıca, Ege’deki Marathi Adası’nın Türkiye’nin egemenliğinde olduğunu tescil eden belge 24.05.1933 tarih ve 3191 seri numarasıyla o günkü adı Milletler Cemiyeti olan Birleşmiş Milletler’in Cenevre’deki Ofisi’nde saklanmaktadır. (EK-4)

6- Yunanistan’ın Ege’deki vatan topraklarımızı açıktan nasıl işgal ettiğine ve bu işgalin her geçen gün kalıcılaştırıldığına ve böylece Türkiye’nin egemenlik haklarının ortadan kaldırıldığına ilişkin belgelerin bir kısmını Sayın Savcılığınıza sunuyoruz.

  • 1923 Lozan Antlaşmasının 15. maddesine ek olarak konulan 2 no.lu  haritada, İtalya’ya verilen toplam 14 adanın ismi altı kırmızı çizgi ile çizilmiştir!… (EK-5)
  • Lozan Antlaşmasının 15. maddesine ek olarak konulan 2 no.lu harita. Harita İngiliz Savaş Ofisi (British War Office) tarafından, 1923 yılında hazırlanmış ve basımı yapılmıştır. (EK-6)
  • Yunan işgali altındaki Türk toprakları. (EK-7)
  • Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas, Yunan işgali altında bulunan Aydın/Eşek Adası’ndaki Yunan askerlerini ve Yunan Sancağını selamlıyor – 06 Ocak 2009 (EK-8)
  • Yunanistan  Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas Eşek Adası’nın Yunanlı Belediye Başkanı Evangelos Kottoros  ile birlikte Belediye Başkanlığı Binasının önünde – 06 Ocak 2009 Yunanistan, Türk topraklarını mülki ( devlet ) sınırlarının içine katmış!… (EK-9)
  • Türk topraklarına Türk Vatandaşları  pasaport ile girmektedir.!…. (EK-10)
  • Yunanistan Savunma Bakanı’nın Aydın/Eşek Adası’ndaki Yunan SAT Komandolarını denetlemesi 26 Haziran 2014  (EK-11)
  • Yunanistan Savunma Bakanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nın İzmir/Koyun Adası’ndaki Yunan askerleri ile birlikte hatıra fotoğrafı – 21 Ağustos 2015 Türk Adası’nda Yunan bayrağı dalgalanıyor, Yunan askeri dolaşıyor !… (EK-12)
  • Yunanistan Savunma Bakanı, Muğla/Kalolimnoz Adası’ndaki Yunan askerlerini denetliyor – 21 Ağustos 2015 (EK-13)
  • Yunan Savunma Bakanı Kammenos ile birlikte Hollanda Savunma Bakanı ve Hollanda Göçmen Bakanını taşıyan Yunan CH 47 Askeri Helikopteri, Türk Hava Sahasını 2 mil ihlal etti ve Türk topraklarına indi!… 08 Aralık 2015 (EK-14)
  • Yunan Savunma Bakanı, Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı, Hollanda Savunma Bakanı ve Hollanda Göçmen Bakanı, işgalci Yunan askerleri ile birlikte Aydın/Bulamaç Adası’nda!…08 Aralık 2015 (EK-15)
  • Yunan Savunma Bakanı, Hollanda Savunma Bakanı, Hollanda Göçmen Bakanı ve Eşek Adası Belediye Başkanı Kottoros ile birlikte Aydın/Eşek Adası’nda!.08 Aralık 2015 (EK-16)
  • Yunan Savunma Bakanı Kammenos ve Kara Kuvvetleri Komutanı Korg. Tellidis, İşgalci Yunan askerlerinin Noelini kutluyor !…  23 Aralık 2015  (EK-17)

7- Yunanistan, Ege Denizi’ndeki Türkiye topraklarını açıktan işgal etmekle kalmayıp Türk Vatandaşlarına karşı da Askeri Birlikleriyle saldırmış, bazı Türk Vatandaşlarını yaralayıp tutuklamış, bazılarını ise öldürmüştür. Örneğin;

  • Suriye’li kaçakları Bodrum’dan alıp İstanköy Adası’na bıraktığı iddia edilen Türk Kaptan Mustafa Ateş, Yunan Sahil Güvenlik Botu’ndan açılan ateşle 14 Nisan 2014 tarihinde vurularak öldürülmüştür. Öyle ki, olayın üzerinden beş gün geçmesine karşın, cenaze ailesine verilmemiştir.
  • Kendi karasularında balık avlayan biri kadın dört Türk Vatandaşına Bodrum Turgutreis’e 3 mil uzaklıktaki Çatal Ada ile Topan Adası arasında, hiçbir uyarıda bulunmadan Yunan Sahil Güvenlik ekipleri tarafından aniden ateş açılmış ve balıkçılar yakalanarak İstanköy Adası’nda tutuklanmışlardır.
  • Yine 13 Nisan 2013 tarihinde, Türk vatandaşı A.K., sişme bot ile taşıdığı 20 Suriyeli kaçağı Bulamaç Adası’na indirirken Yunan Sahil Güvenlik ekipleri tarafından yakalanmıştır. A.K. Yunan mahkemesi tarafından tutuklu olarak yargılanmış ve Eylül 2013’te 50 yıl hapis cezası ve 115 bin Avro para cezasına çarptırılmıştır. Oysa Didim açıklarındaki Bulamaç Adası Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir ve 6 millik Türk karasularının olduğu halde ve yine Türk vatandaşı A.K., Türk Karasularının içinde ve Türk Adasında insan kaçakçılığı suçu işlediği halde bu suçun yargılamasını Yunan mahkemesi yapmıştır.

8- Ege Adaları ile ilgili Uluslararası Hukuk’taki durum:

Yunanistan’ın yukarıda birkaç örneğini verdiğimiz saldırganlıkları açıkça Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin 102. maddesinde tanımlanan, DEVLET GEMİSİ İLE DENİZ HAYDUTLUĞU suçunu oluşturmaktadır.

Bilindiği gibi, Türkiye 1982 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Deniz Hukuku Sözleşmesini imzalamamış ve Sözleşmenin hiçbir maddesinin Türkiye’yi bağlamadığını, Türkiye’ye karşı uygulanamayacağını ve hukuken geçerli olmadığını deklere etmiştir. Esasen, BM Deniz Hukuku Konferanslarına katılan Türk heyeti, BM Deniz Hukuku Sözleşmesinin; “Karasularının 12 mile kadar çıkartılabileceğini” öngören 3’üncü maddesi, “Sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan devletler arasındaki karasularının Orta Hat kuralı ile sınırlandırılabileceği” 15’inci maddesi, “adaların rejimi” ile ilgili 121’inci maddesi başta olmak üzere, “Sahildar devletin kanun ve kurallarının yürürlüğe konulması” başlıklı 73 ve “Deniz haritaları ve coğrafi koordinatlara ilişkin listeler” başlıklı 84’üncü maddelerine de itiraz etmiştir. Bu nedenle Türkiye tarafından Deniz Hukuku Sözleşmesi imzalanmadığı için Ege Denizi’ndeki Yunanistan’a ait adaların; karasuları, bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı gibi deniz egemenlik alanları bulunmamaktadır.

Yine bilindiği gibi Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki karasuları 6 mildir. Oysa Ege Denizi’nin coğrafi yapısından dolayı Bodrum’la Yunanistan’ın İstanköy Adası arası 3 mildir. Ayrıca Türkiye’ye ait olan ancak 2004 yılından beri Yunanistan’ın işgali altında bulunan Keçi Adası’nın İstanköy Adası’na olan mesafesi de 2,5 mildir. Dolayısıyla Türk karasularının dış sınırı İstanköy Adası’nın kıyılarından geçmektedir. Yani yukarıda belirtilen Mustafa Ateş kaptan Türk karasuları içinde vurulmuştur. Dolayısıyla Yunan Sahil Güvenlik Botu açık bir şekilde Türk karasularında katliam yapmıştır.

BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin “Kesintisiz İzleme Hakkı”nı düzenleyen 111’inci maddesinin 3’üncü fıkrasına göre; İzleme hakkı, izlenen geminin kendi devletinin karasularına veya üçüncü bir devletin karasularına girmesiyle sona erer.” denilmektedir. Yani kendi ülkesinin karasularına giren geminin izlenmesi mümkün değildir. Ayrıca izleme hakkını kullanan geminin hiçbir şekilde ateş açma yetkisi de bulunmamaktadır. Oysa Yunan Sahil Güvenlik Botu, Türk karasularında izleme yaparken, silahsız ve savunmasız Türk teknesine ateş açmış ve Mustafa Ateş’i öldürmüştür. Böylece Yunan Sahil Güvenlik Botu’ndaki askerlerin, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni açık bir şekilde ihlal ederek cinayet işledikleri sabittir.

9- Ayrıca, Didim sahillerinden Bulamaç Adası istikametinde 3 mili geçen Türk balıkçı teknelerine, Yunan Sahil Güvenlik Botları tarafından ateş açılmaktadır. Türk Sahil Güvenlik Botları da aynı bölgede 3 milin ötesine geçemiyor. İşgal altında olan Bulamaç Adası Türk adası olup 6 millik Türk karasuları içindedir. Yunanistan Sahil Güvenlik Botları’nın Bulamaç Adası’nın doğusuna geçerek Türk Balıkçı teknelerine ateş açması, Türk karasularının açıkça ihlal edilmesi demektir.

Görüldüğü gibi, Yunanistan, Ege’yi sanki kendisine ait bir “göl” gibi görmekte ve sürekli olarak uluslararası hukuku ihlal etmektedir.

10- Belirtmeliyiz ki, Yunanistan, karasularını fiilen 12 mile çıkartmış durumdadır.  Bir başka anlatımla, Karasuları 6 mil iken, Ege Denizi’nin yüzde 48,85’i açık deniz, yüzde 43,68’i Yunan karasuları ve yüzde 7,47’si ise Türk karasularından oluşuyordu. Bundan sonra Türkiye’nin Ege’de karasuları herhalde kalmayacaktır.

Kaldı ki, Yunanistan, yıllar önce de (1978 yılında) kendisine ait olan ve Anadolu’ya yakın Yunan adalarına da Kıta sahanlığı tanınması gerektiğini ileri sürmüş ve bu yolla Türkiye’nin Kıta sahanlığının 6 millik dar bir kıyı şeridiyle sınırlanmasını istemiş ve konuyu Uluslararası Adalet Divanının önüne getirmiştir. Ancak Divan, Yunanistan’ın bu isteğinin “savaş nedeni olabileceği” gerekçesiyle “yetersizlik” kararı vermiştir.

11- Bilindiği gibi, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının  “Amaçlar  ve İlkeler” başlıklı maddesini göre; üye devletlerin Antlaşmada beyan edilen amaçları şunlardır:

  • Uluslararası barış ve güvenliği korumak;
  • Hak eşitliği ve halkların kendi geleceğini belirleme ilkelerine saygı göstererek milletlerarasında dostça ilişkiler geliştirmek;
  • Uluslararası ekonomik, sosyal, kültürel, insani sorunların çözümünde işbirliği yapmak ve temel insan hak ve özgürlüklerine karşı saygıyı teşvik etmek;
  • Bu ortak çıkarların elde edilmesi hususunda milletlerarasında uyum sağlayıcı bir merkez olmak.

Birleşmiş Milletlerin hareket edeceği ilkeler de şunlardır:

  • Tüm üyelerinin eşit egemenliğine dayanır;
  • Tüm üyeler iyi niyet çerçevesinde Antlaşmada belirtilen yükümlülüklerin gereklerini yerine getirmelidir;
  • Tüm üyeler uluslararası anlaşmazlıkları, uluslararası barış, güvenlik ve adaleti tehlikeye sokmadan barışçıl yollarla çözümlemelidir;
  • Tüm üyeler başka bir devlete tehdit oluşturmaktan ya da başka bir devlete karşı güç kullanmaktan kaçınmalıdır;
  • Tüm üye devletler, Birleşmiş Milletler Antlaşmasına göre vukuu bulan her faaliyetin uygulamasına tam destek vermelidir;
  • Antlaşmada geçen hiçbir madde Birleşmiş Milletler’e hiçbir devletin iç işlerine karışma yetkisi vermez.

12- Yine 24 Ekim 1970 tarihinde toplanan 1883’üncü BM Genel Kurulu’nda kabul edilen ”BM Antlaşması Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusunda Bildirge”ye göre;  

 “Her devlet uluslararası ilişkilerinde herhangi bir Devletin ülke bütünlüğü ya da siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanma tehdidinde bulunma ya da güç kullanmaktan ya da Birleşmiş Milletler’in amaçlarıyla ters düşen herhangi bir biçimde davranmaktan kaçınmak yükümlülüğündedir. Böyle bir güç tehdidi ya da güç kullanımı uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının ihlali anlamına gelir ve hiçbir zaman uluslararası sorunların çözümünde bir araç olarak kullanılmamalıdır.

“Saldırıdan kaynaklanan bir savaş, uluslararası hukuka göre sorumluluğu olan, barışa karşı işlenmiş bir suçtur.

“Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkeleri uyarınca Devletlerin, saldırıdan kaynaklanan savaş lehinde propaganda yapmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır.

“Her Devletin, başka bir Devletin var olan uluslararası sınırlarını ihlal etmek amacı ile ya da toprak anlaşmazlıkları ve Devletlerin sınırları ile ilgili sorunlar dahil olmak üzere uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde araç olarak güç tehdidi ya da güç kullanımından kaçınma yükümlülüğü vardır.

“Her Devletin, kendisinin taraf olduğu ya da başka bir şekilde saygılı olmak durumunda olduğu uluslararası bir antlaşma ile oluşturulmuş ya da bu antlaşma gereğince ortaya çıkmış ateşkes sınırları gibi uluslararası sınır tayinlerini ihlal etmek amacı ile güç tehdidi ya da güç kullanmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır. Yukarıda belirtilenlerin hiçbiri, kendi özel rejimleri altındaki bu gibi sınırların mevcut durum ve etkileri açısından tarafların konumlarına zarar verecek ya da geçici niteliklerini etkileyecek şekilde yorumlanamaz.

“Devletlerin güç kullanımını içeren misilleme hareketlerinden kaçınma konusunda bir yükümlülükleri vardır.

“Her Devlet, eşit haklar ve kendi geleceğini tayin etme ilkelerinin işlenmesi sırasında sözü edilen halkları, kendi geleceklerini tayin etme, özgürlük ve bağımsızlık haklarından yoksun bırakan herhangi bir zora dayalı eylemden kaçınma yükümlülüğüne sahiptir.

“Her Devletin, başka bir Devletin toprağına saldırı amacını taşıyan, ücretli askerler de dahil olmak üzere, düzensiz güçler ya da silahlı grupları örgütlemek veya örgütlenmelerini teşvik etmekten kaçınma yükümlülüğü vardır.

“Her Devlet, bir başka Devletin içindeki sivil mücadele hareketleri ya da terörist hareketleri örgütlemek, kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak ya da bunların içinde yer almaktan ya da bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik olarak kendi toprakları içinde yürütülen örgütlü etkinliklere rıza göstermekten, bu paragrafta sözü edilen hareketler güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği zaman, kaçınmakla yükümlüdür.

“Bir Devletin toprağı, Antlaşmanın hükümlerine aykırı bir biçimde güç kullanılmasından kaynaklanan askeri işgalin hedefi olmamalıdır. Bir Devletin toprağı, güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda, bir başka devletin ele geçirme hedefi olmamalıdır. Güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda sağlanan hiçbir toprak kazanımı yasal olarak kabul edilmeyecektir.” şeklinde ilkeler belirtilmiştir.

Yunanistan Devleti ve vatandaşlarının yukarıda belirttiğimiz eylemlerinin BM Genel Kurulu’nda kabul edilen bu ilkelere aykırı olduğu çok açıktır.

13-  Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’nin giriş bölümünde;

“Özellikle 9 Aralık 1994 tarih ve 49/60 Kararı ile uluslararası terörizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen beyannamesini içeren ekinde, BM’e üye Devletlerin, nerede  ve kim tarafından yapıldığına bakılmaksızın devletler ve halklar arasındaki dostane ilişkileri ve Devletlerin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürenler de dahil olmak üzere tüm terörist eylem, yöntem ve uygulamaları suç oldukları ve haklı gösterilemeyecekleri gerekçesiyle açık bir şekilde ve teyiden kınadığını keza hatırlatılarak” denilmektedir.

Türkiye ve Yunanistan Devletleri bu sözleşmenin taraflarıdır.

Ancak, Yunanistan Devleti, Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme”sinin çeşitli maddelerinde öngörülen ve açıkça Türkiye Devleti’nin Egemenlik Haklarını ihlal, Türk Vatandaşlarının yaşama hakkını ortadan kaldırma suçlarını işleyen ve kimisi bizzat kamu yöneticileri olan kendi vatandaşları hakkında gerekli yargılama yetkisini kullanmamaktadır.

14-  Roma Statüsünün giriş bölümünde ise:

“Bu Statü’ye taraf devletler,

“Bütün insanların ortak bağlarla birleştiği, ortak bir miras dahilinde kültürlerinin bir araya geldiği ve bu hassas mozaiğin her an dağılabileceğinden endişe duyulduğunun bilincinde olarak,

“Bu yüzyıl süresince milyonlarca çocuk, kadın ve erkeğin, insanlık vicdanını derinden etkilemiş, hayal edilemeyen katliamların kurbanı olduğunu akılda tutarak,

“Bu tür ağır suçların, dünyadaki barış, güvenlik ve esenliği tehdit ettiğini kabul ederek,

“Uluslararası toplumu bir bütün olarak yakından ilgilendiren, en ciddi suçların cezasız kalmaması ve ulusal düzeyde ve uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi suretiyle, bu suçların etkin bir şekilde kovuşturulmasının, güvence altına alınması gerektiğini teyit ederek,

“Bu suçların faillerinin, cezasız kalmasına son verme ve böylece bu tür suçları önleme konusunda kararlı olarak,

“Uluslararası suçların sorumluları üzerinde yargı yetkisinin kullanılmasının her devletin görevi olduğunu anımsayarak,

“Birleşmiş Milletler Şartı Amaç ve İlkeleri ile özellikle tüm devletlerin, herhangi bir devletin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına karşı güç veya tehdit kullanmaktan veya Birleşmiş Milletler Amaçlarına uymayan müdahalelerden kaçınmaları gereğini tekrar teyit ederek,

“Bu bağlamda Statünün hiçbir maddesinin, hiçbir devlete başka bir devletin içişlerine ya da silahlı çatışmalarına karışma yetkisi vermediğini vurgulayarak,

“Şimdiki ve gelecek nesillerin iyiliği için, uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren, en ciddi suçlar üzerinde yargı yetkisi olan, Birleşmiş Milletler Sistemi ile ilişki içinde, bağımsız ve daimi bir Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulması konusunda kararlı olarak,

“Bu Statü altında kurulacak olan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, ulusal ceza yargı yetkisinin tamamlayıcısı olduğunu vurgulayarak,

“Uluslararası adaletin uygulanacağına ilişkin, sonsuz güveni sağlama konusunda emin olarak,

Aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır” denilerek, Uluslararası Ceza Mahkemesinin kuruluşu gerçekleştirilmiştir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşunu düzenleyen 1’inci maddesinde;

“Mahkeme, daimi bir kurumdur ve bu Statüde sözü edilen, uluslararası toplumu ilgilendiren en ciddi suçları işleyen kişiler üzerinde, yargı yetkisine sahiptir ve ulusal ceza yargı yetkisini tamamlayıcıdır. Mahkemenin yargı yetkisi ve işlevleri bu Statü hükümleri çerçevesinde belirlenir.” denilmektedir.

Yine “Mahkemenin Yargı Yetkisine Giren Suçlar” başlıklı 5’inci maddesinde ise;

“Mahkemenin yargı yetkisi, uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren en ciddi suçlar ile sınırlıdır. Mahkeme, bu Statü’ye uygun olarak, aşağıdaki suçlar hakkında yargı yetkisine sahiptir:

“(a) Soykırım suçu;

“(b) İnsanlığa karşı suçlar;

“(c) SAVAŞ SUÇLARI;

“(d) SALDIRI SUÇU.”, şeklindedir.

 

Baştan beri anlatıldığı şekliyle ve ekte sunulan belgelerden de görüleceği üzere, Yunanistan Devleti kamu görevlileri ve vatandaşları tarafından, Uluslararası sözleşmelerle Türkiye Devleti’nin egemenlik alanına bırakılan adaların işgal edilmesi, Türk karasularında Türk Vatandaşlarının öldürülmesi, yaralanması ve tutuklanmaları açık bir şekilde Roma Statüsü’nün 5’inci maddesinde düzenlenen Savaş ve Saldırı Suçları kapsamında olup, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi alanına germektedir.

 

Bu nedenle, yukarıdaki açıklamalarımız çerçevesinde Türk Devleti yetkililerinin hareketsiz kalmaları, ülkenin egemenlik haklarını koruma aczi içine düşmeleri de dikkate alındığında, müvekkil siyasi parti tarafından Sayın Mahkemenize işbu başvurunun yapılması zorunlu olmuştur.

 

Ayrıca Türkiye’nin Ege’deki Egemenlik haklarının Yunanistan tarafından ihlal edildiğine, Türkiye’ye ait kara parçalarının açıkça işgal edilip yerleşime açıldığına, buralara askeri yığınak yapıldığına dair bilgi ve belgelere sahip olan ve yıllardır T.C Hükümeti yetkililerini uyaran Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri Sayın Ümit YALIM’ın da Sayın Mahkemeniz önünde TANIK OLARAK dinlenmesini talep ediyoruz.

 

SONUÇ OLARAK……..: Yukarıda ayrıntılıca anlatıldığı gibi,

Yunanistan Devleti vatandaşlarının eylemler SAVAŞ SUÇU ve SALDIRI SUÇU kapsamında bulunduğundan, Uluslararası Mahkemenin amacındaki “Bu suçların faillerinin, cezasız kalmasına son verme ve böylece bu tür suçları önleme konusunda kararlı olmak” vurgusu dâhilinde, suçluların yargılanmasını talep etmek üzere mahkemeniz savcılığına başvurma zorunluluğu doğmuştur. 02/02/2017

                                                                                         Halkın Kurtuluş Partisi
Vekili
Avukat Tacettin ÇOLAK

 

 

Print Friendly, PDF & Email