Eğitime “çağ atlat”mışlar. Doğru… Fakat tersine, Ortaçağ yönüne

Adam; Yargı, Ordu, Ekonomi ve Türkiye’nin diğer en hayati altyapı ve üstyapı organlarını imha ettiği gibi Eğitimi de imha ederek dibe vurdurmuş, hâlâ bu ölümcül gerçekliği yok sayarak “Eğitim ve Öğretimde ülkemize çağ atlattık.”, diyor.

“Dünya Ekonomik Forumu”‘nun “Eğitim Kalitesi 2018” başlığıyla yayımladığı listede, eğitim kalitesi yönünden Türkiye, 137 ülke arasından ancak 99’uncu olabilmiş.

Haberi şu:

“Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF), “Eğitim Kalitesi 2018” başlığıyla yayımladığı listede 99’uncu sırada yer aldı. Ülkelerin eğitim sistemi kalitesine göre oluşturulan listede Katar, Malezya, Endonezya, İran ve Pakistan gibi ülkeler Türkiye’nin önünde sıralandı. Listenin başında İsviçre gelirken Yemen son sırada yer aldı.” (https://odatv.com/egitimde-dibi-gorduk-27081809.html)

Türkiye, “Ülkelerin ilköğretimdeki kalitelerine göre sıralandığı liste”de ise ancak 105’inci olabilmiş…

Bununla ilgili bölümse şudur:

“Türkiye, ülkelerin ilköğretimdeki kalitelerine göre sıralandığı listede genel listeye oranla daha da gerilerde yer aldı. Ülkelerin 1’den 7’ye kadar puanlandığı listede Türkiye yalnızca 3.1 puan alabildi. Buna göre, 137 ülke arasında 105’inci sırada bulunan Türkiye’yle birlikte 3.1 puan alan diğer ülkeler Gine, Etiyopya, Bangladeş, Honduras, Gürcistan ve Kuveyt oldu. Mozambik, 2.1 puanla ilköğretim kalitesinde son sırada yer alırken listenin ilk üç sırasını 6.7 puanla Finlandiya ile 6.2’şer puanla İsviçre ve Singapur oluşturdu.” (agy)

Yaratmış oldukları bu felaketi yok sayıyor, Kaçak Saraylı Hafız.

Yani ünlü deyimiyle, “Bozguna zafer havası çal”ıyor…

Eğitimi yerle bir etmiş, hâlâ da hızını alabilmiş değil. Tümden kökünü kazıma derdinde. Şöyle diyor, 2018-2019 Eğitim Öğretim Yılı’nın başlaması dolayısıyla yayımladığı mesajda:

“Türkiye’nin yeni bir yönetim sistemiyle birlikte, her alanda yeni bir döneme girdiği günlerden geçiyoruz. Bu dönemde, sabır, emek, samimiyet ve fedakârlık isteyen uzun bir süreç olan eğitim-öğretim konusunda da, tarihi nitelikte değişimlere hazırlanıyoruz.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/1084295/Erdogan__Egitimde_tarihi_degisimlere_hazirlaniyoruz.html)

Adam Laik Eğitimi bitirmiş. Her biri birer hurafeden ibaret olan sözde dini menkıbelerle, El Kaide, El Nusra ve IŞİD anlayışındaki cihatçılık övgüleriyle doldurmuş ders kitaplarını. Karma eğitimi ortadan kaldırmak için sinsice dolaplara, düzenlere girişmiş; bütün din sapkını ya da birer din derebeyliği olan tarikatları, cemaatleri okullara sokmuş; kamu arazilerini bunlara peşkeş çekmiş; Laik, Bilimsel, Demokratik Eğitimin temelini dinamitleyerek berhava etmiş; hâlâ da bu yapıp ettiği imha ve ihanet hareketleri hızını kesmemiş Hafız’ın…

Öyle ya; 10 yıllar öncesinden karnında taşıdığı ihaneti açık etmişti; “Hem laik hem Müslüman olunmaz. Bu ikisinin bir arada olması ters mıknatıslanma yapar. Ya laik olacaksınız, ya Müslüman!”, diye.

Eee, bu Kaçak Saraylı Hafız’ın “Abi” diye hitap ettiği, Kanlı Pazar’ın eli kanlı katillerinden, AKP’giller’in bir önceki Meclis Başkanı İsmail Kahraman; “Laiklik yeni anayasada olmamalıdır. Dini anayasa yapılmalıdır.”, diye fetvada bulunmuştu.

Hep söyleyegeldiğimiz gibi, adamlar Ortaçağ’ın Ümmetçilik Konağında kayıtsız şartsız egemen sınıf olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin siyasi plandaki temsilcisidirler.

Bu sebeple de Laikliğe, Bilime, Özgür Düşünceye ve Demokratik Topluma düşmandırlar. Bunlar hep Ortaçağ’ın Ümmetçilik günlerinin özlemi içindedirler. Bu sosyal sınıf eğilimi, onların beyin hücrelerine kodlanmıştır. Başka türlü düşünüp davranmaları mümkün değildir.

Eğitimi adım adım Pakistan Peşaver Medreseleri’nin El Kaide’ci, IŞİD’ci yetiştiren eğitimine dönüştürmektedirler.

Bunların başka gidebilecekleri hiçbir yer de yoktur. Dikkat edin; diğer konularda olduğu gibi Eğitimde de istikrarlı bir biçimde oraya doğru yol almaktadırlar.

Bunlara deriz ki; Boşuna kıvranıp durmayın. Peşaver Medreseleri’nin kurucusu Molla Mevlana Abdul Hak ya da Taliban’ın yetiştiricisi Molla Muhammed Ömer gibi birer molla bulun, Türkiye’deki tarikat şeyhleri arasından. Ya da ne bileyim, getirin Pakistan’dan, Afganistan’dan bu medreselerde yetişmiş o mollaların öğrencisi Ortaçağcı Yezid Dincilerini Türkiye’ye. Onların emrine, yönetimine verin eğitimi tümden.

Onlar kuruverirler size Peşaver, Celalabad, Kandahar’dakine benzer medreseleri. Oralarda yetiştirirsiniz gönlünüzce, dininizin ve kininizin takipçisi olacak yeni nesilleri.

Türkiye de kısa süre içinde baştan ayağa dönüşüverir bir Pakistan’a ya da Afganistan’a…

Tabiî Türkiye, aynı zamanda da bin yıl öncesinin Ortaçağ günlerine gidiverir…

Gönlünüzde ve kafanızda yatan tamı tamına budur be Kaçak Saraylı Hafız…

Senin de budur, avanenin de budur, “Hocam” dediğin Fesli Kadir’in de budur, “Abi” dediğin İsmail Kahraman’ın da budur, Davud’un oğlunun da budur, Kraliçe’nin Gülü’nün de budur, yeni Meclis Başkanın Milyar Ali’nin de budur. Hepinizin de budur, özetçesi…

Zaten dikkat ederseniz, tıpkı Afganistan ve Pakistan gibi bir bataklığın içine de soktunuz Türkiye’yi. Tüm insani ve vicdani değerleri olduğu gibi, insanını da çürüttünüz.

Dünyayı ve Türkiye’yi ekonomik, sosyal, siyasi olaylarıyla görebilen, anlayabilen, kavrayabilen, değerlendirebilen ve bunları açıkça, yüreklice ortaya koyabilen insan bırakmadınız neredeyse.

OECD’nin hazırladığı ve kamuoyuyla paylaştığı şu eğitim raporuna bakar mısınız bir, arkadaşlar?

Burada da 34 ülke arasında Türkiye sonuncu olmuş eğitim kalitesi bakımından. Yani 34’üncü olmuş. Haber şu:

***

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD her yıl hazırladığı eğitim raporunu bu yıl da kamuoyuyla paylaştı.

Ülkeler bazında eğitim, öğretim, bilimsel çalışmalar ve diğer pek çok konu başlığı altında bulgu ve istatistiklere sahip 456 sayfalık raporda, biz de ülkedeki herkes gibi en çok Türkiye’nin konumunu merak ettik.

Raporda yükseköğretimin en çok hangi alanlarda yoğunlaştığıyla ilgili tablo, gelecekte en çok hangi ülkelerin bilim, matematik, mühendislik, bilgi teknolojileri gibi konularda zirveye oynayacağına dair bir öngörü sunuyor.

Ülkelerdeki yükseköğretimin dağılımları üç farklı konu başlığına göre oranlanmış. Bunlar:

Bilgi ve iletişim teknolojileri

Doğa bilimleri, matematik ve istatistik

Mühendislik, üretim ve inşaat

Türkiye, belirtilen alanlarda %20’nin altında bir oranda kalarak listenin en sonunda yer almış durumda.

Detaylarıyla birlikte tablonun tamamı şu şekilde:

İşte, Türkiye’nin eğitim alanında da içine düşürüldüğü cehennemcil felaket budur, arkadaşlar…

Din temelli eğitim, yani Batı’da Kilise, Doğu’da Medrese eğitimi, Ortaçağ’ın Derebeylik Düzeninin eğitimidir. Devletle dinin iç içe geçtiği bir sistemin eğitimidir. Bu eğitim sistemi, Doğa Bilimlerine de, aklın tabulardan arındırılmış özgürce işleyişine de karşıdır, düşmandır.

Batı, bu Derebeylik Düzenine adım adım başkaldırarak daha üst bir üretim yordamı olan ve ona uygun toplum biçimini oluşturan Burjuva Düzenine geçebildi, İngiltere’de ilkin. 14’üncü Yüzyıl’ın sonlarında başladı bu gelişim, 15’inci Yüzyıl boyunca sürdü ve 16’ncı Yüzyıl başlarında da Burjuva Düzeninin kuruluşuyla sonuçlandı.

Buradan da, bilindiği gibi Kıta Avrupası’na sıçradı daha sonra.

İşte bu sebepten, yani insan aklı din dogmalarının prangasından kurtulup Doğayı ve Toplumu özgürce görüp kavrayabildiği için Modern Doğa ve Toplum Bilimlerini geliştirebildi.

Dikkat edelim, arkadaşlar; 15’inci Yüzyıl’da gelişmişlik düzeyi bakımından Batı Toplumlarıyla Osmanlı Toplumu başabaştı.

Fakat onu takip eden zamanlarda, Batı gittikçe Derebeylikten kopup Burjuva Toplum Biçimine doğru yol aldı. Bilim de buna paralel olarak bir gelişim sürecine girdi.

Osmanlı Toplumu ise, tam tersine bir gidişin içine girdi. Derebeylikten çıkmak şöyle dursun, gittikçe Derebeyliğin bataklığına saplandı. Yani Ortaçağ’ın en karanlık yüzyıllarına doğru bayır aşağı yuvarlanmaya devam etti.

Çünkü Batı, Burjuva Toplum Düzenine geçerken, Ortaçağ kalıntısı sınıf ve zümreleri tasfiye etti.

Doğu’da ise, Sümer’den bu yana kök salmış, bin yıllar boyu tüm gelip geçen toplumların canına okumuş, onlarca medeniyetin batıp çıkmasına sebep olmuş Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye, Osmanlı Toplumunu da, tüm İslam Toplumları gibi aşağıya çekti. Gelişmesine, modernleşmesine izin vermedi.

Çünkü Batı’da sömürgen sosyal sınıflar, ortalama bin yıllık bir geçmişe sahipti, genel olarak.

Doğu’da, yani bizde ise 6 bin yıllık bir geçmişe sahipti.

Bu sömürgen, üretim dışı, asalak, insanlık düşmanı, kökü geçmiş çağlarda kalmış, yani tâ Sümer’de, Asur’da, Babil’de, Hitit’te kalmış Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye, her geçen gün daha güçlü biçimde Osmanlı’nın toprak düzenine saldırdı, bu temel üretim alanını çökertti, derebeyleşmenin en koyu bataklığına çekip götürdü, orada çürüttü. Ve bu sebeple de Osmanlı’yı çökertti.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Avrupa ve ABD Emperyalistlerinin av alanına, paylaşım alanına çevirdi. O savaşta, bilindiği gibi, Osmanlı parçalandı, çöktü ve varlığı son buldu.

İşte onun yıkıntıları üzerinde Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın zaferiyle Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk.

Antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin bugün tek başına iktidar olma günleri bitmiştir. Bunlar ancak Uluslararası Emperyalizmin yani ABD ve AB Emperyalistlerinin birer uydusu, kuklası, işbirlikçisi olarak bizim gibi kapitalizmce geri ülkelerde varlıklarını sürdürebilirler.

Bunların en kodamanları Finans-Kapital aşamasına ulaşmıştır, daha önce de belirttiğimiz gibi. Onlar da Uluslararası Finans-Kapitalistlerin ve onların birer yürütme kurulundan ibaret olan emperyalist devletlerinin onursuz, kişiliksiz, yerel ortakları ya da şubeleri konumundadırlar.

Tayyipgiller de köken olarak Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının içinden gelmiş olmak ve onların çıkarlarını savunur olmakla birlikte kodamanlaşmışlar, Finans-Kapitalistleşmiş şirketlerini oluşturmuşlar ve ABD-AB Emperyalistleriyle uydu pozisyonunda kaynaşmışlardır.

Bunlar, işte tüm bu sınıf kökenlerinden ve eğilimlerinden dolayı, ne antiemperyalist olabilirler, ne laik olabilirler, ne de laik, bilimsel, demokratik eğitimden yana olabilirler…

Bunların gönlü de, kafası da hep Ortaçağ’ın ümmetçilik konağına doğru akar durur…

Velhasıl; bunlardan kurtulmadıkça Türkiye’nin içine düşürülmüş bulunduğu cehennemcil felaketlerden kurtulması olası değildir.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

18 Eylül 2018 

HKP Genel Başkanı
Nurullah Ankut

Print Friendly, PDF & Email