Deniz Feneri Soygunu

“GUGUK DEVLETİ”NDEN “GAK-GUK DEVLETİ”NE…

Deniz Feneri Soruşturmasının Savcılarının Dosyadan Alınması ve Yargıtay ile Danıştayın Yapısını Değiştiren KHK’ler ile Yasama-Yürütme-Yargı Tümüyle AKP’de Birleşmiş, Anayasa Rafa Kalkmıştır!

Biz devrimci hukukçular, sınıflı toplumlarda hukukun sömürülen alt sınıfları boyunduruk altında tutmaya yarayan bir baskı aracı olduğunu bilir ve ifade ederiz. Ancak, sınıflar savaşının kaçınılmaz sonucu olarak, “burjuva hukuku” yalnızca “burjuvazinin hukuku” olamaz. İçerisinde yer yer, emekçi sınıfların mücadeleleri veya politik devrimlerin zaferleri sonucunda egemen sınıflardan koparılıp alınmış

kısmi edinimlerin de bağıtlandığı, Engels’in deyişiyle “sınıflar arasında denge” kuran kazanılmış haklar, reformlar vardır. Bir de burjuvazinin sosyal devrimlere öncülük ettiği ve derebeyliğe karşı kazanılmış 18-19’uncu Yüzyıllardan kalma “temel haklar” vardır. Bunlar da emekçi sınıfların çıkarına sonuçlar verebildiği ya da devrim mücadelesine bazı olanaklar sağlayabildiği oranda, devrimciler tarafından savunulacak, sahip çıkılacak noktadadırlar. Örneğin Yargı Bağımsızlığı (lafta da kalsa) ve Yasama Ayrılığı (kanunların hükümetin dışında bir meclis tarafından yapılması) böyledir.

Sonuç olarak hukuk, burjuvazi elinde baskı ve sömürüsüne “yasallık” sağlayan bir avadanlık, bir oyuncak; emekçiler-devrimciler açısından ise savaşılacak bir alandır.

Somut gündemimize gelirsek, bizim başından beri söylediğimiz gibi, Tayyipgiller, ne burjuva hukukunun demokratik kırıntılarını/kalıntılarını, ne de emekçilerin kazanımlarını tanımazlar, bilakis en ufak demokratik gelişime düşmandırlar. Onlar; genelde insanlığın, özelde ise emekçi halkların ileriye doğru gelişmesini istemezler. Çünkü onlar Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının temsilcisidirler. Gericidirler, toplumu geriye, Ümmet Düzenine götürmek isterler. Bu anlamda, eğer adına hukuk diyebilirsek, onlar “Şerri Hukuk” ister. Despotizmi-Mutlak Monarşiyi, Din Devletini arzularlar. Ellerinden gelse Parlamentoyu (Meclisi) de, Anayasayı da tamamen kaldırmak isterler. Tayyip’in (yani AB-D Emperyalistlerinin) her söylediğinin kanun gücünde olmasını dilerler.

Bu anlamda, son Anayasa değişiklikleri (12 Eylül 2010 tarihli Anayasa değişikliği) ile HSYK’nin ele geçirilmesi sonucunda Yargı AKP’nin hukuk bürosuna dönüştürülmüştür. Biz bu nedenle son Anayasa değişikliklerine net ve etkin bir şekilde karşı çıkmıştık. Ne yazık ki gücümüz bu değişikliği ve sonuçlarını engellemeye yetmedi. Şimdilik!

İşte bu süreçte, ülkemiz açısından zaten hiç gerçekleşmeyen hukuk devleti, iyiden iyiye guguk devletine dönüşmüştü.

Ancak Tayipgiller, bir kez gemi azıya almışlardı. Karşılarına bir set oluşturabilecek Ordu-Yargı-Üniversite-Medya içindeki Yurtsever-Laik-Mustafa Kemalci güçler Ergenekon-Balyoz vb. uydurma CIA-Cemaat ortak patentli operasyonlarıyla sindirilmiş ya da yıldırılmıştı. Üçüncü kez sandık aldatmacısından da üstün çıkmışlardı. Artık taşlar bağlanmıştı, özgürce dolaşma imkânı doğmuştu. Bu süreçte Tayyipgiller, AB-D’li efendilerinin verdiği görevler olan “Ilımlı İslam” ve “Yeni Sevr” yolunda en küçük bir engel olabilecek, istemedikleri, beğenmedikleri, hatta hizaya gelmekte geciken tüm subayları-komutanları emrindeki CIA güdümlü Fettullahçı “özel” mahkemeler aracılığıyla tutuklatabilecek ve yine aynı nitelikteki savcıları-hâkimleri sürgün edebilecek, tenzil-i rütbe yapabilecek, görevden alabilecekti. Yani artık AKP elindeki “hukuk”, “gak-guk etmeyin biz ne dersek o olur” derekesine düşmüştü.

İşte Almanya’daki Deniz Feneri Derneği’nin, saf, masum üstelik de dindar insanları kandırarak, duygularını-inançlarını sömürerek topladıkları paraların Tayyipgiller’in has adamlarınca iç edilmesinden ve bu durumun Almanya’daki mahkemelerce kesin olarak tescil edilmesinden yola çıkarak, bu davanın Türkiye’deki izlerini sürerek soruşturma yürüten Savcılar Nadi Türkaslan, Mehmet Tamöz ve Abdulvahap Yaren’in, AKP’nin HSYK’since daha önce tayin edilen Ankara Cumhuriyet Başsavcısı İbrahim Ethem Kuriş tarafından bu dosyadaki görevlerinden alınmaları tam da bu “gak-guk etmeyin” halidir. Zira Nadi Türkaslan başkanlığında yürütülen (diğer iki savcı ona yardımcı olarak atanmıştı) bu soruşturmada cesurca bir adım atılmış, Tayyipgiller’in has yandaşları olan RTÜK eski başkanı Zahid Akman ve Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman’ın da aralarında bulunduğu 9 kişi tutuklanmıştı. Ayrıca, savcılık tarafından Kanal 7’de yapılacak aramanın haberi, yargı içindeki cemaat ajanlarınca Kanal 7’ye uçurulmuş ve bazı delillerin yok edilmesi sağlanmıştı. Söylentiye göre görevden alınan savcılar, bu Fettullahçı “köstebekleri” de tespit etmişti ve mahkemeden tutuklanmalarını isteyecekti. Tayyipgiller’in “başsavcı”sı bu cesur savcılara, yalnızca görevlerini yaptıkları için “gak-guk etmeyin” demiştir. Öyle ya, dolandırıcılığı-hırsızlığı-namussuzluğu yapanlar kendi adamlarıdır. Sen ne cüretle “bizimkileri” tutuklarsın? “Ancak bizim istediğimiz adamlar, biz istediğimiz zaman tutuklanırlar!”

Belirtmeden geçmeyelim, biz savcı Nadi Türkaslan’ı, üniversitedeki genç yoldaşlarımızın sıradan bir öğrenci eylemine rağmen Jandarmanın müdahalesi ve gözaltısıyla karşılaşmalarının sonrasında, yaralı da olmalarına karşın tutuklamaya sevk etmesiyle bizzat tanıyoruz. Dolayısıyla demokratlığı tartışılmaz değildir bizce… Ancak buradaki amacımız eski defterleri açmak değil, Tayyipgiller’in operasyonuna maruz kalmak için demokrat falan olmak gerekmediğini göstermektir. Görevini şekli olarak bile sürdürürken attığın adımlara dikkat etmemek, haddinden fazla cesur davranmak yeterlidir “gak-guk” sopası görmek için.

Diğer yandan, bu gelişmeyle aynı günlerde AKP jet hızıyla çıkardığı KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile Yargıtay ve Danıştay Kanunları başta gelmek üzere bir dizi kanunda değişiklik yaptı. Hukukçuları ilgilendirecek teknik ayrıntıları bir kenara bırakırsak, sonuç olarak Yargıtay ve Danıştay’da daire başkanı ya da başsavcı olabilmek için aranan 8 yıllık üyelik şartı 4 yıla indirildi. Yargıtayda tetkik hâkim olabilmek için 5 yılı doldurma şartı da kaldırıldı. Ve yargıya yeni hâkim ve savcı alımları kolaylaştırıldı.

Buradaki temel amaç, son Anayasa değişikliğinden sonra Şubat 2011’de AKP’nin HSYK’since Yüksek Yargıya atanan 200’den fazla üyenin (Cemaatin sözde hukukçularının) önemli pozisyonlara hızla yükseltilebilmesidir. Daha da önemlisi, bu değişikliğin KHK yoluyla yapılmasının Anayasayı da rafa kaldırmış olmasıdır. Zira Anayasa’nın 91. maddesine göre KHK, Bakanlar Kurulu’nca ancak TBMM’den alınmış bir Yetki Kanunu’na dayanarak, sınırları ve amacı TBMM tarafından belirlenmiş bir konuda çıkarılabilir. Ayrıca, daha önce TBMM’ce yapılmış bir Kanunun, KHK ile değiştirilebileceğine ilişkin bir hüküm de Anayasada bulunmamaktadır. Yani AKP hem TBMM’yi, hem de Anayasayı yok saymış, Yasama (kanun yapma) gücünü de kendi üzerine almıştır.

Denilebilir ki, zaten Meclisteki çoğunluk gücüyle AKP istediği yasayı çıkarıyordu. Bu uygulamaya neden ihtiyaç duydu?

Şundan: Meclis tatildedir ve bu düzenlemenin herhangi bir muhalefetle-tartışmayla zaman kaybetmeden hemen çıkarılması gerekmektedir.

“Gak-guk” saldırısının pervasızlığı işte bu boyutlara ulaşmıştır.

Bu arada, aynı KHK ile daha önce Danıştay tarafından iptal edilen, tabiplerimiz ve sağlık hizmeti açısından can alıcı bir konu olan “Tam gün” düzenlemesi de geri getirilmiştir. Danıştayın iptal kararını kim takar, devir “gak-guk” devri!

Biz bu süreci tam olarak görüyor ve yapılanların hukuksal analiziyle yetinmenin nasıl bir toyluk olacağını biliyoruz. Ama Tayyipgiller’in bu gidişinin bir de dönüşü vardır. Rüzgâr, er-geç bizden, gerçek devrimcilerden yana dönecektir. İnsanlık sağmal sürü değildir, sürgit güdülemez. Olayları görür, çıkarının nerede olduğunu kavrar, tavır alır, örgütlenir ve isyana geçer. Türkiye Halkları Birinci Kurtuluş Savaşı’mızda bunu gerçekleştirmiş ve yedi cihana ders vermiştir. İkinci Kurtuluşumuz Savaşı’mızla daha da fazlası gerçekleştirilecektir. 29.08.2011

KURTULUŞ PARTİLİ HUKUKÇULAR

Print Friendly, PDF & Email