Bunların ruhiyatı, acımasızlık, vicdan yoksunluğu ve insan düşmanlığı üzerinde şekil-lenmiştir

Dikkat edin, büyüğünden küçüğüne hiçbirinde acıma duygusuna, empati yapma yeteneğine, insan sevgisine, hayvan ve doğa sevgisine rastlayamazsınız. Ortak paydalarıdır, bu yoksunlukları, yoksullukları.

Peki, bu nereden kaynaklanır?

Ya da başka türlü sorarsak soruyu; onlardaki bu özelliğin sebebi nedir?

Temsilcisi oldukları sınıfın karakteridir. Yani sınıf karakteridir bu özellik…

Bildiğimiz gibi, bunlar MÖ 4 bin yıllarında ilk kez Aşağı Mezapotamya’da Sümer Medeniyeti’nde görülen, Tarihin ilk sömürücü, vurguncu, egemen sınıfı Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının siyasi plandaki, kültürel plandaki, dini plandaki, felsefi plandaki temsilcileridirler.

Bu sınıfın sınıf karakterini, iki ciltlik “Tayyipgiller, Sınıf Yapısı ve Kökeni” kitabımızda ayrıntılıca işledik. Ama şimdi oraya girmeyelim.

Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın “Türkiye’de Sınıflar ve Politika” kitapçığından konuya ilişkin bölümü, çok özlüce ve özetçe konduğu için aktaralım:

Türkiye’de, Finans-Kapital’in, yarınına güvensiz bıraktığı “Vahşi Kapitalist” zümreleri, sosyal ve politik stratejide; Babil çağından kalma ANTİKA TEFECİ – BEZİRGÂN sınıfı ile hiç karıştırılmaya gelmez. Burnunun ucunu şalgam diye ısırmaya ve bindiği dalı her zaman keyif için kesmeye hazır olan Tefeci – Bezirgân sınıfından herşey beklenir. Halk çoğunluğunu bugün hala OY DAVARI biçimine sokan odur. Bu şartlanmış zavallı yığınları tuza koşan kurbanlık koyun saflığıyla Finans-Kapital peşinde sürüleştirip sürükleyen odur. Şehirlerdeki modern “Vahşi” kapitalistler işçilerle karşı karşıyadırlar. Ama Finans-Kapital ile de, az çok gırtlak gırtlağa gelirler. Kasabalarda örümcek ağlarını kurmuş bulunan TEFECİ-BEZİRGÂN hacıağalar sınıfı tekelci Finans-Kapital sayesinde kendi vurguncu ve soygunculuğunu yürütmekte ve halka soluk aldırmamakta çıkarlıdır.

Taşranın Tefeci-Bezirgân sınıfı, dünkü bugünkü acemi çaylak sömürgenleri değildir. Binlerce yıllar tortulaşmış ve milletin ciğerine iliğine işlemiş GERİCİLİĞİN en ağır değirmen taşıdır. Bu sınıf Türkiye KÖYLERİNİ Sümerler çağından beri SÖMÜRGE’leştirmiştir. Türkiye köylülerimizi dünya yüzüne çıkartmayan “Köy Enstitüsü” kadar basit modern tekniğe ve kültüre bile kavuşturtmayan ve her gün biraz daha halkımızı hep öbür dünyaya, “AHİRETE” ısmarlayan yolsuz güç, Tefeci-Bezirgân sınıfıdır. Bu sınıf köydeki kentteki mutlak ve zalim ve müstebit SOYGUNUNU ve ETKİSİNİ yürütmek için gerekli en şeytanca domuzuna yolları yüzyıllar boyu, baba mirası olarak benimsemiş ve büyük bir bilinçle uygulamıştır, uygulamaktadır da.

Demokrat Parti gibi Türkiye yığınları için anlaşılmaz yabancı bir terimi yüzde yüz Öztürkçe “DEMİR-KIR-AT” biçiminde somutlaştırıp popülarize eden ve en ücra köylere dek dev petrol şirketlerinin benzin istasyonları ile sokan sınıf odur. 27 Mayıs ihtilaline rağmen Anayasa’nın ve Siyasi Partiler Kanunu’nun açık yasakları oportada durduğu halde, “Demir-kır-at” sembolünü pervasızca Adalet Partisi’ne mal eden ve AP şubeleri önüne kızıl neonlu, tek ayağı kalkık ak atlar olarak dizen odur. DP’nin açtığı, AP’nin geliştirdiği büyük Finans-Kapital kumarında en hırslı, en kinli ve en ateşli taşra oyuncuları kasaba tefecileri, eşrafları, ayanları denilen vurgunculardır.

Türkiye Finans-Kapitalistlerinin sayıları parmakla sayılacak kadar azdır. Bu azlık vaktiyle (1945’lerde) Amerikan telkini ve baskısı altında çok partililiğe geçilirken, sırf sayısı yüzünden küçümsenmiş ve önemsenmemişti. Hala da Türkiye’nin hatta sol düşünür ve sosyalist iktisatçı geçinir kişilerinde ve çevrelerinde “YOK” sanılacak kadar kendisini kamufle etmeyi bilmiştir. Bu “yokculara” o zamanki CHP’yi salık verebiliriz. CHP uluları kendi kanatları altında üreyip türemiş Finans-Kapital palazlarını gülünç derecede azınlıkta ve Bayar ile Menderes kertesinde “Başıbozuk” gördükleri için önemsememişlerdi. Tersine, okşayıp şımartarak, valisine, polisine öğüt ve garanti vererek, başa güreşe itmişlerdi.

Ne var ki, kazın ayağı o azlık Finans-Kapital plutokratlarında değildi. Onların dünya ölçüsünde uluslararası Finans-Kapital şebekeleri ve birlikleri vardı. Ankara’nın “DEVLETÇİĞİ” onlar için yaratılmıştır. Herhangi bir devlet dairesinde beklediği yağlı tahsisatı koparamayan, yahut gecikmiş sayan her yerli ve yabancı Finans-Kapitalist, hemen tırnağı sökülmüşçe bir çığlık koparır ve kopan yaygara bütün emperyalist metropollerinde (Paris, Berlin, Londra, Vaşington’un “yetkili” çevrelerinde) top patlamışça yankılar sökün ettirir.

O yüzden, Türkiye’nin bir avuç Finans-Kapitalisti: Herkese, hele biraz sivrilmiş veya sivriltilmiş büyük “Devletlu” larımıza, bütün bir dünya kalabalığı imiş gibi görünürler. Ancak bu görünüşün ardında gölgesi hiç yitmeyen ve bitmeyen az çok gerçek yerli bir kabus vardır. Bu kabus devletçiliğimizin bütün subaşlarını şu veya bu fırsatla kesmiş etkili Tefeci-Bezirgân hacıağa, eşrafayanın ta kendisidir. Onlar döllerini Türkiye’de ve gerekirse emperyalist anayurtlarında her türlü “Yüksek Tahsil” diplomalarıyla silahlandırıp Türkiye ekonomi ve politikasının köşe başlarını kestirtmişlerdir. Kendi dölleri yetişmezse, anahtar noktalara çıkmış başka Türkiye burjuva aydınlarını kendilerine damat, bacanak, kayınbirader, enişte yaparak, kendi ağları içine en dişi metodlarla çekmeyi ve orada hazmetmeyi anadan doğma bilirler. Türkiye’de Finans-Kapital egemenliğinin bütün Anadolu’yu ve Rumeli’yi canevinden sarmış geniş yerli mekanizması bu korkunç ve tecrübeli, sinsi ve atak Tefeci-Bezirgân taşra, eşrafayan ve hacıağalarıdır.

İşte bu Finans-Kapital ortağı Tefeci-Bezirgân sermaye sayesindedir ki, Türkiye’ye yabancı bir kanserin metastaz hücresi gibi sokulup yayılan Finans-Kapitalizm kendini sosyal bir tabana oturmuş saymaktadır. Gene o sayede dünyanın en kozmopolit uluslararası “Kurşuni Efendi Hazretleri” olan ve hiçbir vatan ve millet sınırını kendi hisse senetleri ve şirket buyrultuları üstünde tanımayan Finans-Kapitalizm, Türkiye’de kendisinden beklenmedik bir “VATANSEVERLİK” ve sözde “MİLLİYETÇİLİK” spekülasyonlarını ve provokasyonlarını parti teşkilatları, gençlik komandoları biçiminde teşkilatlandırıp dayatabilir. Bu dayatma ile hatta en aklı başında geçinen, en sınangılı ulu “DEVLETÇİLERİMİZ”in bile dirençlerini yıprata yıprata kırar geçirir.

Türkiye’de “kozmopolit” olma bakımından Finans-Kapitale tıpatıp uygun ve çarkla dişli gibi iç içe gelen tek bilinçli ve kasıtlı sosyal sınıf Tefeci-Bezirgân sınıfıdır. Çünkü bu sınıf oldu olasıya modern “MİLLET” karakterini bilmemiş ve tanımamıştır. İlk Mekke ve Medine kentlerinden beri Antika Toplumun kutsal “ÜMMET” düzeyini yaşamaktadır. Ümmetçiliği aşamadığı için, kendiliğinden “VATANSIZ” ve “MİLLETSİZ” olan Tefeci-Bezirgân sınıfı, ister istemez 1300 yıllık Hilafet ve Saltanat düşkünlüğüne bağlıdır. Saltanatı kendi toprağının devletçiliğinde bulamadığı gün, Finans-Kapitalin uluslararası yapısına giren yerli şubesini başına taç etmekte sakınca bulmaz. O zaman gözünü kırpmaksızın bütün kasaba eşraf ve agavatını Türkiye devrimci güçlerine karşı, Sen Bartelmi katliamlarına taş çıkartan, kana susamış eğilimiyle Haçlılar Seferi açmış durumda buluruz.

Bu durum, Türkiye’de hayli sol ve sosyalist edebiyatı, kitaplarda okumuş, millete “turist bakışlı” kimseleri şaşırtmaktadır. Bu kimseler formüllerini biraz gözü kapalı ezberledikleri bir MODERN KAPİTALİST SINIF” önünde bulunuyormuş izlenimine aldanırlar. Bir avuç Finans-Kapitalist ile ülke düzeyine yaygın fakat yeri geçmiş çağlarda duran Tefeci-Bezirgân sınıfının kaynaşması bu izlenimi “Hafız-ı Kapital” olanları kolayca aldatabilir. Aldanılmamalıdır. (Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye’de Sınıflar ve Politika, Derleniş Yayınları, s.17-20)

Kıvılcımlı Usta, ne kadar açık ve duru koyuyor meseleyi, değil mi?

İzleyen arkadaşların bilebileceği gibi, biz İşçi Sınıfı Bilimi ışığında olaylara yaklaşırız. O bilimin düşürdüğü ışık altında görüp değerlendiririz olayları. Bu da bize, sınıflara bölünmüş bir toplumda, sınıf esasına göre bakıp, meseleleri değerlendirmemizi emreder. Çünkü, Medeniyete geçişle birlikte, toplumlar, çıkarları ve durumları birbirine zıt sosyal sınıflara ayrışır. Zaten siyaset dediğimiz şey de, bu sosyal sınıfların arasındaki sınıflar savaşından başka bir şey değildir.

Bu savaş, bazen gizliden gizliye, içten içe; bazen de şiddet araçlarıyla birlikte, kanlı savaşlar biçiminde tezahür eder.

Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı, üretimle ilgilenmeyip sadece üreticilerle tüketiciler arasında aracılık yaptığı için, asalak bir sınıftır. Yani üreticinin ürününü yok fiyatına alır, tüketiciye fahiş fiyata satar. Aynı zamanda da, azgın orandaki faizle borç vererek, hem üreticileri, hem tüketicileri haraca bağlar.

Hiç alınteri akıtarak üretim yapıp, alınterinin karşılığını elde edip geçim sağlamadığı için, ezilen ve sömürülen yığınların neler çektiğini, ne zahmetlerle ürünlerini elde edip pazarlara sürebildiklerini hiç düşünmez ve bilmez. Bununla da ilgilenmez. Onun bildiği tek slogan, “alalım, satalım, para kazanalım”dır. Asalaktır, vurguncudur, sömürgendir.

Kıtlıklar, afetler, savaşlar onun için bayram sayılır. Çünkü böyle durumlarda hem üreticileri, hem de tüketicileri korkunç miktardaki kâr ve faizle, kanlarını kuruturcasına sömürür, soyar. Yüzde birkaç yüze çıkarır, kâr ve faiz oranını.

İşte onların ekonomide oynadıkları bu kanser tümörü benzeri rol, onların ruhiyatlarının şekillenmesinde belirleyici miktarda rol oynar.

Hani Marks Usta da der ya, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” adlı, “Das Kapital”in hazırlık çalışması sayılan, ünlü eserinde:

“Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesiyle örtüşür. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç biçimleriyle örtüşen bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” (Karl Marks, age, Önsöz)

Gerçekten de, altın değerinde bir ekonomik, politik, psikolojik tahlil, değil mi arkadaşlar?

İşte tam da bu sebepten, yani AKP’giller’in ekonomide oynadıkları bu asalak, sömürgen, vurguncu rol, onlarda vicdan teşekkülüne imkân vermiyor.

Onları başka hiçbir canlı türünde rastlanmayacak biçimde acımasız kılıyor, his yoksunu kılıyor, insan düşmanı yapıyor.

Tabiî aynı zamanda da gözü doymaz bir hırsla sömürme, soyma, talan etme ve kamu malı aşırma özelliği, hatta kişilik karakteri veriyor onlara.

ABD Emperyalist Haydutlarının 1950 sonrası uygulamaya koydukları “Yeşil Kuşak Projesi” çerçevesinde önleri tümüyle açıldı, bu sınıfın. Bunlar için din, daha doğrusu tersyüz edilmiş, içi boşaltılmış sahte din, yani Muaviye-Yezid Dini, biricik siyasi ideolojidir. Ortaçağ’ın Ümmetçilik Konağını yaşadıkları için de, bunlar kendiliğinden, Kıvılcımlı’nın da belirttiği gibi vatansız ve milletsizdir. Yani hiçbir ulusal değer taşımazlar.

Bunlar, işte bu sınıf karakterlerinden dolayı, vatanlarını ve halklarını kolayca ABD-AB Emperyalist Haydutlarına peşkeş çekebilirler. Çekmişlerdir de, tanık olunduğu gibi…

İşte bu yüzden, ABD bunların en hırslı, en acımasız, en gaddar, en zalim olanlarından temsilcilerini devşirip, örgütledi, partileştirdi, iktidara taşıdı. 15 yıldan bu yana da iktidarda tutmaktadır. Bunlar da, yine bilindiği gibi, Emperyalist ABD-AB çakalı ve Siyonist İsrail ne istediyse vermektedir. Onların bir dediğini iki etmemektedir.

İşte bu özelliklerinden dolayı, bu sınıfın iktidardaki partisi AKP’giller, Gezi İsyanı’mız günlerinde 10 küsur gencimizi büyük bir acımasızlıkla, gaz fişekleriyle vurdurtarak katlettirdi.

Berkin’imizin annesini bile yuhalattı, Antep Mitinginde “hülooğğ”cularına. Evladını öldürttüğü bir annenin acılarını ve feryatlarını hiçe sayıp yuhalattı onu. Onların Büyük Patronu, işte böylesine bir acımasızlığa sahiptir. Zaten de o yüzden içlerinde o, en büyük olmuştur.

Bunlar, tam bir kanunsuzlukla işlerini, ekmeklerini ve öğrencilerini ellerinden aldıkları Nuriye’mize, Semih’imize ve onların yürekleri kan ağlayan annelerine de zerrece acımazlar. Tersine, “oh olsun, ölsünler”, derler.

Bunlar, işte bu sınıf karakterlerinden ötürü ABD-AB Emperyalist çakallarına ve Siyonist İsrail’e piyonluk etmişlerdir, 15 yıldan bu yana. Ve Ortadoğu’da bu emperyalistlerin katlettiği 10 milyon masum Müslümanın kanına, bunların da elleri bulanmıştır.

Emperyalistlerin suç ortağıdır bunlar. Dikkat edelim, hâlâ da gözleri kana doymuş değildir, efendileri olan emperyalist devletler gibi.

Fakat, hep söylediğimiz gibi, bütün zalimliklerin sonu gelir. Bütün diktatörler yıkılır. Türkümüzde de dendiği gibi “Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz.” Sürgit hükümdar olmaz…

Bunların da sonu gelecek kuşkusuz, Tarihteki benzerleri gibi.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

30 Haziran 2017

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email