Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA şürekâsının hazin siyasi serüveninin bir bölümüne dair

perincek26 Ekim 2014 tarihinde Kıvılcımlı’yı Anma Salon Toplantısı’nda HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un yaptığı konuşmadan:

Bir diğer tarafa (Ulusalcı Cephe deniyor ya) baktığımız zaman yoldaşlar, bu tarafta eski CIA Solu var: İP.

O hareket, insanları kandırmaya devam ediyor. Onun da geçmişini, kimliğini ortaya koyup netçe görmemiz, göstermemiz gerekiyor. Genç kuşakları kandırmasına izin vermememiz gerekiyor.

Biz ne diyoruz bunlara?

Bin kalıplılar, diyoruz. Kalıptan kalıba girer bunlar. Bir gün NATO’cu olurlar, bir gün Orducu olurlar, bir gün Mustafa Kemalci olurlar, bir gün Kemalizm düşmanı olurlar, bir gün Ordu düşmanı olurlar. Bunların tek kalıpları yok, bin kalıpları var…

Bir Dinleyici: Tayyipçi oldular Hoca’m, Tayyipçi…

Nurullah Ankut Yoldaş: Evet, şimdi onlar hakkında da birkaç belge ortaya koyacağız genç kuşakların bunları somutça, elle tutulurca görmesi, kanmaması ve tanıması için.

Bu gördüğünüz kitap, Doğu Perinçek tarafından yazılan; “Sahte TKP’nin Revizyonist Programının Eleştirisi”dir.Aydınlık Yayınları’ndan…

Ne zaman yayımlamış?

Birinci Baskı Aralık 1976, arkadaşlar.

Sahte TKP’yi eleştiriyor yani İsmail Bilen, Zeki Baştımar’ın, bizim “Eski Sahte TKP” dediğimiz TKP’nin programını eleştiriyor. Kendisi Şefik Hüsnü yolunu ve 1926’daki Programı savunuyor güya. Mihri Belli’yi eleştiriyor. Birkaç cümle okuyacağım buradan da:

“(…) Türkiye devrimci hareketi, geçmişte emekçi yığınlarla güçlü bağlar kurmayı, işçi ve köylü kitleleri içinde kök salmayı gerçi başaramadı (bunun sebepleri dikkatle incelenmelidir), fakat proleter devrimciler  düşe kalka da olsa(“Proleter Devrimciler” terimi de Usta’mıza ait bildiğimiz gibi. Usta’mız bunu eserlerinde ortaya koyar. Bu, Usta’mızdan aşırıyor bu terimi. – N. Ankut) daima emekçi yığınlara yöneldiler. Mihri Belli, geçmişten bu geleneği getirmedi.(Dikkat edelim, arkadaşlar. – N. Ankut) Onun aklı-fikri subaylarda ve burjuva aydınlarındaydı.”

Yani M. Belli’nin subaylarla ilişki kurmasını, genç subaylarla, yani Kemalist aydınlarla ilişki kurmasını eleştiriyor. Onun aklı-fikri onlarlaydı, diyor.

Şimdi aklı-fikri subaylarla ve bu Kemalist aydınlarla olan kim, yoldaşlar?

Kendisi değil mi?

Subayları partisinde yönetime getiriyor, genel başkan yardımcılıkları veriyor vesaire, değil mi?

Usta’mıza geliyor şimdi.

“Kıvılcımlı ise, daha 1930’larda Parti dışına atılmış, o zamanlardan oportünist bir çizgi izlemeye başlamıştı.”

İftiraya bakın, arkadaşlar. Aslında bu, İ. Bilen’in namussuzluğu, iftirası. 1930’larda parti dışına atıldı, diyor. Bunun bizzat namussuzluk ve sahtekârlık olduğunu bu geçtiğimiz yıllarda düzenlenen “Kıvılcımlı Kurultayı”na katılan Kıbrıs Komünist Partisi TemsilcisiZeki Baştımar’dan bizzat dinlediğini ortaya koyarak açıkladı, belgeledi.

Hani Usta dışarı çıkınca Kıbrıs’a gidiyor bildiğiniz gibi. Kıbrıs’ta, Kıbrıs Rum Komünist Partisi’ne başvuruyor; bana bir pasaport verin onunla tedavi olmak için Moskova’ya gideyim, diye.

O da tabiî ki Komünist Partisi olarak kime soruyor, Kıvılcımlı’yı tanımıyor, Usta’mızı?

Sözde Türkiye Komünist Partisi’ne soruyor.

Ne diyor İsmail Bilen?

O’nu biz 1930’larda partiden attık, diyor. O Maocu, parti düşmanı, Troçkist. Yani o yüzden attık, diyor.

Ve Kıbrıs Rum Komünist Partisi pasaport vermiyor Usta’mıza o sebeple.

Sonra karşılaştıklarında (o zamanlar Dünya Komünist Partileri toplantıları olurdu. Onlar yayımlanıyordu, o toplantılarda sunulan bildiriler. Kitaplar da var, o dönem yayımladılar Eski Sahte TKP’liler.) Kıbrıslı bu kişi soruyor Zeki Baştımar’a: yahu diyor, Kıvılcımlı’nın bu 1930’larda Partiden atılma işi nedir?

Yok yahu, diyor Zeki Baştımar; Laz İsmail’in, affedersiniz, bok yemesi o, diyor. Ben o zaman tatildeydim. O bakıyordu, onun bok yemesi bu. Yok öyle bir şey, diyor.

Ve o Kıbrıslı Rum komünist, geçen senelerde düzenlediler ya “Kıvılcımlı Kurultayı”nı, orada anlattı bunu. Usta’mız da “Kim Suçlamış?”da bunun namussuzluk olduğunu ortaya koyuyor. O namussuzluğa sarılıyor bu da (Perinçek de). İ. Bilen’in yalanını kullanıyor, 1930’larda partiden atıldı, diye.

O, en eski oportünizmin (Bakın, düzenbazlığa bakın. Usta’mız Eneski Sosyalizm’in temsilcisi ya oradan nazire yapıyor güya. Boldlamış da. – N. Ankut) temsilcisi olarak darbeciliği ve milliyetçiliği savundu. Bu görüşlerini çeşitli teori ve tezlerle temellendireli yıllar olmuştu.” (Doğu Perinçek, Sahte TKP’nin Revizyonist Programının Eleştirisi, Aydınlık Yayınları, Aralık 1976, s. 37)

Bugün milliyetçiliği savunan kim, arkadaşlar? Eski Demirel döküntüleriyle, ANAP döküntüleriyle, MHP döküntüleriyle“Milli Merkez”ler kurmaya kalkan kim? “Milli Anayasa Forumları” düzenliyoruz diye il il dolaşanlar kim, arkadaşlar?

Bunlar değil mi?

İşte bu, kalıptan kalıba sıçrar böyle.

Şimdi, “Atatürk’te birleştik” diyor. Bir sloganı da bu değil mi, arkadaşlar, İP’in?

“2000’e Doğru Dergisi”nde, Mart 1987’de. Bakın neler yazıyor, arkadaşlar: “Atatürk ve Allah”. Doğu Perinçek’in makalesinin başlığı:

“Resmi Atatürkçülük iflas etmiştir. İçtihat kapısı kapanmıştır. Toplumumuzda canlılık belirtisi kalmamış, hiçbir fikir üretemeyen, en taşlaşmış ideolojik çevre onlardır. Üniversitelerin en emeksiz, en cahil, en eyyamcı artık içi geçmiş unsurlarıyla bazı emekli askerler mollalarınkinden farksız bir ilim anlayışının temsilcileri olarak gözüküyorlar. Şeyhçidirler. Hepsi o. Öte yandan Kemalizmin devrimci geleneğine bağlı olanların ise nesli tükenmektedir. Çünkü Kemalizm bir ideoloji olarak devrimci rolünü tamamlamıştır.”

Evet, arkadaşlar 1987’de İP’in şefi D. Perinçek söylüyor bunları, yazıyor.

İşte bunlara biz, bin kalıplılar, derken iftira atmıyoruz. Ya da haksızlık yapmıyoruz.

Bunlar, bizzat D. Perinçek, diğer bir iki PDA’cı adamıyla birlikte “Bekaa Hacıları”ndan değil mi?

Abdullah Öcalan’la Bekaa’da görüştüler, konuştular, gerillaları teftiş ettiler ve gülleştiler, birbirlerine güller sundular.

  1. Perinçek ne dedi?

Ben oraya gittiğimde, aslında Abdullah Öcalan’a bugünkü görüşlerimi anlattım. Yabancıların emrine girme, Türkiye’de kardeşçe biz bu Kürt Meselesi’ni çözelim. Yani ben o gün de bugünkünden farklı bir şey söylemedim, dedi.

Şimdi o konuşmalarını da kitaplaştırdı, bakın kitap da ortada.

O zaman ikisinin de birbirine ihtiyacı var. Yani bir çıkar ortaklığıydı o zaman yaptıkları.

12 Eylül Faşist Diktatörlüğünü açıktan savunmuştu Doğu Perinçek ve onun Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP)’i.

Mesela bu siyasetin Avrupa’daki bir örgütlenmesi vardı o günlerde de, bugün de var ya… Hani Avrupa’da da Aydınlık Gazetesi’ni basıyorlar şimdi.

Örgütlerinin adı: “Avrupa-Türkiye Halk Birlikleri Federasyonu (HDF)”. 12 Eylül Faşizminin en saldırgan günlerinde 1981 Baharında, yine o zamanın çok okunan dergilerinden “Yankı”, bu örgütü de Avrupa’daki 12 Eylül Darbesine karşı olan örgütler listesinde göstermiş. (Yankı Dergisi, 23-29 Mart tarihli 521. Sayı)

Bunlar, pek alınmışlar bu nitelemeye. Doğu Perinçek’ten başlamak üzere en küçük birimlerine kadar hepsi 12 Eylül Faşist Darbesinin şak şakçısı-yandaşı-işbirlikçisi ya… Hiç gecikmeden bir düzeltme yazısı göndermişler Yankı’ya. O yazıları da derginin 13-19 Nisan 1981 tarihli sayısında yayımlanmış. Bakın o düzeltme yazılarında ne diyorlar Faşist Diktatörlük hakkında, kısa bir bölüm aktaralım:

“12 Eylül 1980 askeri harekatına karşı Federasyonumuz olumlu tutum almıştır. Askeri Yönetimi sağcı ve sahte solcu terör örgütleriyle başarılı mücadelesinde desteklemiştir. Her türlü terörist ve bölücü örgüt tarafından Türkiye’ye karşı yürütülen kampanyaya karşı Türkiye’yi savunmuştur ve bu tutumuyla da yurt dışındaki bütün örgütlerin düşmanlığını üzerine çekmiştir.
“Federasyonumuz işkencelere karşı çıkmıştır. Askeri yönetimden işkencelerin önlenmesini dilemiştir. Bugün Türkiye’de işkence uygulamış olanlar, bunu halkın nazarında Milli Güvenlik Konseyi’ni küçük düşürmek için yapmışlardır.”

 “Türkiye Halk Birlikleri Federasyonu (HBF) adına;

Avrupa Disiplin Kurulu Başkanı Halil İ. Özak

“Yönetim Kurulu Başkanı E. Ümit Ağca

 “Denetim Kurulu Başkanı Yıldırım Dağyeli”

Bu imzacılardan Yıldırım Dağyeli’yle hatırladığım kadarıyla 1970’te yani 12 Mart Faşizmi öncesinde ben de tanışmıştım. O zamanlar Doğu Perinçek ve PDA, tam ihanete karmamıştı. Bu kişi, gelip bizi Cağaloğlu Çatalçeşme sokaktaki Sosyalist Gazetesi’nin bürosunda ziyaret etmişti. Kendisinin PDA’nın Avrupa’daki görevlilerinden olduğunu söylemişti. İsmi romantikliğinden dolayı ilgimi çekip belleğimde kalmıştı. Oradan anımsadım. Neyse geçelim…

Bunların 12 Eylül Faşizmini desteklediklerine dair onlarca belge var da şimdi zaman yok. Onları ileride ortaya koyacağız… Şimdilik bununla yetinmiş olalım.

Evet, işte bunlar böyle açıkça, netçe bir CIA, Pentagon Operasyonu olduğundan hiç kimsenin şek ve şüphe etmediği 12 Eylül Faşizmini desteklemişlerdir.

Öyle olunca da Sol ortamdan tümüyle dışlanmış ve lanetlenmişlerdi. Çünkü 650 bin insan işkencelerden geçirilecek, 100 küsur insan işkencede hayatını kaybedecek, 26 insan idam edilecek, tarifsiz işkencelerden geçirilecek, 90 gün gözaltı uygulanacak ve sen o Faşist Diktatörlüğü savunacaksın.

Solculukla, devrimcilikle ilgisi olabilir mi bunların?

Daha önce NATO’yu, Amerika’yı savunmuşlardı. Oradan hareketle bir CIA operasyonu olan 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünü de savundular.

Lanetliler ya… O yüzden Kürt Hareketine, Abdullah Öcalan’a yamanarak meşruiyet kazanmak istedi. Ondan gitti Bekaa’ya. Çok kurnaz. Stratejik, sistematik bir zekâsı yok. Pratik, günlük bir zekâsı var. Onu da böyle düzenbazlığa kullanır. Yahu ben gidersem, Abdullah Öcalan’dan bir meşruiyet belgesi alırsam, o nasıl olsa Türkiye’de sol ortamda etkili; beni de sol ortamın içine sokar yeniden. Ben de iadeyi itibar etmiş olurum, diye düşündü. O amaçla gitti.

O zaman Abdullah Öcalan da Bekaa’da. Türk Sol Hareketinden de kendisini, hareketini, çizgisini savunan insanlara ihtiyacı var. O da bu yüzden görüşmeyi kabul etti. Yani karşılıklı bir menfaat birliği yaptılar. Öcalan da Perinçek’in bu yaklaşımına; ben emperyalistlerle işbirliği yapmam, birlikte çözelim bu işi. Ben ayrılıktan yana değilim, kardeşlikten yanayım, filan diyerek görüş belirtiyor.

Ama geçenlerde açıklandı İmralı’daki ziyaretçilerine açıkça söylüyor. Barzani’yle sürtüşmeleri var ya şu anda. Barzani, “Bağımsızlık bile diyemiyor Öcalan” diye eleştirdi ya kendisini… “Öcalan: Basına yanlış şeyler yansıdı. “Öcalan bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten bilmem neden vazgeçti” dediler. Ben hiçbir şeyden vazgeçmedim.”(İmralı Tutanakları, 3 Nisan 2013) dedi.

Yani Doğu Perinçek’e göre Abdullah Öcalan bilinçsiz, tıfıl, haşarı bir öğrenci. Bu, gidip abi rolünde ona akıl vermiş oluyor güya. Kendisini öyle konumlandırıyor şimdi, gençlere öyle satıyor.

Nisan 1990 tarihinde; “Teori Dergisi”nde Arslan Kılıç ile (Arslan Kılıç şu anda yine ekibinde değil mi? Teori’nin yöneticilerinden, Teori Dergisi’nin.) yaptığı bir röportaj var. O röportaja bakalım şimdi. Bakalım ki, Doğu Perinçek’in o günlerde Kürt Meselesi hakkındaki  görüşleri neymiş. Genç yoldaşımdan rica edeyim.

“Devletin iki dayanağı: askeri güç ve aşiret reisleri”. Başlık bu, arkadaşlar.

A. Kılıç: Devlet-aşiretler ilişkisi?

D. Perinçek: Devletin artık bölgede askeri dayanağı dışında bir gücü kalmamış. Askeri gücün ulaşamadığı ya da tek başına kontrolü sağlamaya yetmediği yer ve durumlarda boşluğu aşiret reisleri, ağalar, beyler dolduruyor. Onlara açık ve resmi anlaşmalarla devlet adına hareket etme yetkisi verilmiş. Bilindiği gibi, devlet eskiden, hâkim sınıf karakterinden dolayı, bölgede toplumsal ve siyasal ilişkiler alanında bunlara dayanıyor, bunlara destek oluyordu. Öte yandan Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkarılan aşiret reisliği, ağalık, beylik gibi unvan ve statüleri hiç değilse resmi düzeyde kaldıran yasalar vardı. Burjuva cumhuriyetçi ideoloji nedeniyle, devlet aşiret reislerini resmen muhatap almıyor, yasal toplumsal statüler, kurumlar vb. olarak tanımıyordu. Bunları evrimci kapitalist gelişmenin yavaş ve kendiliğinden burjuvalaştırma yoluyla tasfiyesi sürecine terk etmişti. Şimdi devlet, ağalığı, aşiret reisliğini, açıkça ve resmen muhatap aldı. Bölgede görevli generaller, aşiret reisleriyle güvenlik toplantıları yapıyor, tutanaklar imzalıyor, yeminler ediyorlar. Valiler, kaymakamlar, aşiret reisleri ile devleti temsilen görüşmeler yapıyorlar, devlet adına aşiret ilişkileri düzenliyorlar ve bunları kamuoyuna da açıklıyorlar…

A. Kılıç: Evet geçenlerde televizyonun 20.00’daki ana haber bülteninde, hem de önemli haberler arasında ve görüntülü olarak, yanılmıyorsam Van valisinin hasım iki aşireti barıştırma töreni veridi… Otorite ve kontrolü onlara dayanarak sürdürme siyaseti, aşiret reisliğini, devlet televizyonunun gözünde generallik, nahiye müdürlüğü filan gibi resmi bir statü ve unvan durumuna getirdi.

“D. Perinçek: Atatürk Yüksek Kurulu’nun belgelerinderejimi sürdürmek için ‘oralarda ağalığa dayanmak gerektiği’,  devletin resmi politikası olarak açıklanıyor. Bir süre önce Nokta dergisinde, eski Asayiş Kolordu Komutanı İsmail Selen açık açık,  ‘orada aşiret yapısı dağılmamalı, biz orada, askeri güç yanında ancak aşiret ağalarına dayanarak tutunabiliriz’ dedi. Hatta Tahir Adıyaman geçenlerde 2000’e Doğru’da yayınlanan röportajında, kuşkusuz bu siyasetten cesaret alarak, Olağanüstü Bölge Valiliği’nin kendilerine verilmesini istiyordu. Şu anda Türk devleti orada son çare olarak onlarla açıktan işbirliği halinde.

“Ama aşiretlerin tümü de devletle birlikte değil. Kurum olarak ona yaslanıyor, ama bir kısım aşiretler de, milli baskı, milli eşitsizlik nedeniyle devlete karşı bir konuma hızla kayıyorlar.

“Bölgede gerilla hareketinin halk içinde geniş, yaygın bir sempati yarattığı çok açık. Onun dışında, şehirlerde yer yer aydınlar ve öğrenciler arasında reformcu Kürt örgütlerinin belli bir etkisi var, ama gerilla hareketi ile karşılaştırıldığında çok zayıf. (….)

A. Kılıç: Gerilla savaşının geliştiği bölge,  feodal ilişkilerin,  feodal kültürün, ataerkil ilişkilerin en yoğun olduğu bölge idi geçmişte. Gelişen milli uyanış ve devrimci mücadele bu ilişkileri hızla çözüyor mu? Toplantılarınıza kadın katılımı nasıldı ve bölgedeki gerilla savaşı kadını özgürleştirmede köklü dönüşümler yaratıyor mu?

“D. Perinçek: Kesinlikle ve büyük ölçüde, tahminlerin ötesinde yaratıyor. En güzel cevap dağda kadın gerilla var… Öte yandan…

A. Kılıç: Evet, işte en köklü özgürleştirici sanırım. Kadın, erkeğin yaptığı en zor, onun tekelindeki işi yapıyor ve erkeklerin de yer aldığı birliklere komuta ediyor, emir veriyor, onları yönetiyor…

“D. Perinçek: Evet öte yandan şunu da duydum: Gerillalar öldürülmüş, öldürülen kızların  ‘muayeneleri yapılmış ve kız çıkmışlar’  diye hararetli bir şekilde konuştuklarına da tanık oldum insanların.

“En uç, en ileri mücadele biçimlerine kadınlar giriyor. Bu aynı zamanda, mücadelenin toplumu değiştirdiğini  ve geleneksel ilişkileri parçaladığını gösteriyor. Türkiye’de kamuoyu, hele bir kısım sosyalistler dikkat etmiyor; orada bir anti-feodal devrim yaşanıyor. Cumhuriyetin yapamadığını şimdi orada yoksul köylüler yapıyorlar. Toprak ağalığı, şeyhliği paramparça ederken, kadın-erkek ilişkilerindeki geleneksel köstekleri de adım, adım parçalıyorlar. Herkes işin milli yönüne,  askeri cephesine bakıyor. Hareketin demokratik özgürleştirici yönünü görmüyorlar. Özellikle altını çiziyorum: Kadın-erkek eşitliği ile bugün en köklü anti-feodal gelişme, yoksul köylü mücadelesiyle oluyor. Yani birey’i, özgür birey’i, ayağa kalkan köylü yaratıyor. İstanbul’dan, yorgun, bırakmış kimseler aracılığıyla ‘kollektif mücadele insanı kişiliksizleştirdi, ezdi’, özgür bireyler yerine ezik insanlar üretti.’ filan gibi edebiyatlar yapıladursun; birey’in özgürleşmesi adına kollektif mücadele düşmanlıkları yapıladursun, işte özgür birey’in  en olmadığı yerde onu yaratan da kollektif mücadele. Adam bir kollektif içinde olduğu zaman, sırt sırta verip birleştiği zaman ayağa kalkabiliyor ve itiraz edebiliyor. İtiraz ettiği zaman da adam doğuyor, adam oluyor. İtiraz etmeyen, boyun eğen, maraba ve yanaşma, jandarmadan korkan, kaymakamın önünde iki büklüm olan adam, özgür-birey değil ki. O bireyi mücadele içindeki kollektifler yaratıyor, özgürleştiriyor.

“Toplantılarımıza gelince… Kadın katılımı azdı, çok azdı. Diyarbakır’da geniş bir kadın katılımı vardı, ama diğer yerlerde azdı. Van’daki toplantıda sinema salonunda herkesten söz aldık, bir dahaki toplantıya herkes eşiyle, kızlarıyla, kadın akrabalarıyla gelecek diye…

“Askeri Çözüm  İflas, Anti-feodal Devrim, SP İntifada…

A. Kılıç: Söyleşimizi bir toparlarsak…

“D. Perinçek: Şu dört noktada toparlamak mümkün: Bir, askeri çözüm kesinlikle iflas etmiş durumda. İki, köklü bir anti-feodal devrim yaşanıyor. Üç, SP (Yani Sosyalist Parti, İP’in o zamanki versiyonu, adı. – N. Ankut) hızla gelişiyor. Dört, Kürt intifadası (Kürt Ayaklanması. – N. Ankut) geliyor.”

Evet, yani röportajın ana fikri bu.

TC’nin askeri çözümü iflas etmiştir. Antifeodal bir devrim var, Sosyalist Parti hızla gelişiyor oralarda, Kürt Ayaklanması geliyor…

PKK’ye bundan daha iyi bir güzelleme yapıldığını herhalde pek görmedik. Şimdiki Sevrciler, İbrikçiler bu kadar yetenekli olmadıkları için… Bu kadar eğitimli değiller, böyle başarılı güzellemeler yapamıyorlar. Çok kaba onların yazıp çizdikleri.

O zamanki çizgisi neymiş, arkadaşlar?

PKK, tarihinin her döneminde şu yazıya imza atar mı?

Atar.

Ve şimdiki Doğu Perinçek, buradaki görüşlerinin 180 derece karşısında mı?

Karşısında.

İşte bin kalıplılar derken, kalıplarından biri de bu, arkadaşlar.

Başlangıçta, 12 Mart öncesinde Kürt dostu, 12 Eylül öncesi Kürt düşmanı, PKK düşmanı. 12 Eylül’ü açıktan savununca da tecrit ediliyor, doğal olarak Sol Ortamdan. Bu tecritten kurtulmak için sonradan, 1985’ten sonra yeniden PKK’ye yanaşıyor. Çünkü nasıl kurtulabilirim, bu tecridi nasıl yırtabilirim, diye düşünüyor. Çözüm olarak da  PKK’yi görüyor. PKK’ye yamanırsam Abdullah Öcalan beni kurtarır, diyor, yanaşıyor.

Asıl amacı hem tecritten kurtulmak hem de şu anki HDP’nin yerine geçmek. Onu amaçlıyor. Bir taşla iki kuş yani… Dikkat edersek, Sosyalist Parti hızla gelişiyor, diyor. Abdullah Öcalan’ın onayı ve teklifiyle Kürt illerinde mitingler yapıyor, toplantılar yapıyor. Şimdi de Ulusal Kanal’da o mitinglerden bazılarını yayımlıyorlar, belki rastlamışsınızdır. Ama Öcalan da kurt tabiî. 4 milletvekilliği veririm sana, diyor. D. Perinçek ise partiyi istiyor. Diyor ki, tamam sen Bekaa’daki önder ol. Legalitedeki önder de ben olayım ve hareketi ben götüreyim. Öcalan da buna gelmiyor tabiî. Biliyor ki, dışarıdaki, Türkiye’deki hareketi bu bir götürdü mü, yarın kendisine sırtını döner. O bakımdan, o da ona gelmiyor. O yüzden sonradan yine kopuşuyorlar.

Yani bunların hesapları bir ilke hesabı değil. İkisi de bir düzen, bir oyun peşinde, çıkar hesabı içinde. Bu sebepten Bekaa’daki görüşmelerinde banda alınıp sonradan İP’in Kaynak Yayınları’ndan yayımlanmış olan kitapta dile getirilen görüşlerin hiçbiri onların içtenlikli düşünceleri, öz görüşleri değildir.

Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin kalıpları daha çok… Başka kalıpları da var.

Bir Dinleyici: Bu sayede 1992 1 Mayısı’nda bizim dışımızda tüm Sol’u arkasına taktı.

Nurullah Ankut Yoldaş: Arkasına taktı evet. Ali Başkan o görüşmelerin içindeydi. HÖC bile gitti korkusundan, Doğu Perinçek’in önderliğinde Gaziosmanpaşa’da yapılan 1 Mayıs’a. Ali Başkan yürüttü görüşmeleri o zaman. HÖC’ün temsilcisi de, o zaman görüşmeleri yapan kişi şu anda sağ. Sözleştik biz. Sadece ikimiz gitmeyecektik. 1970’ten bu yana (CIA Sosyalizm’i dedi bunlar için Usta’mız) biz ilişkilerimizi kestik bu hareketle. Ama bütün Sol peşine takıldı. Çünkü Abdullah Öcalan Bekaa görüşmesi sonrasında dergilerinde, gazetelerinde; “Doğu Perinçek iyi yolda, gelişiyor” diye yazılar yazdı. Bugünün ibrikçileri de tabiî hiç olmamış saydılar 12 Eylül’deki ve daha önceki ihanetlerini, Doğu Perinçek’in peşine takıldılar yeniden. HÖC’ün temsilcisi 1 gün önce mi geldi Ali Başkan?

Ali Başkan:  Evet son gün geldi. O da akşam. Sözleştik, 1 Mayıs’ı Saraçhane’de kutlayacaktık.

Nurullah Ankut Yoldaş: Saraçhane’de kutlayacaktık ikimiz 1992 1 Mayısı’nı. HÖC’ün sözünden dönme gerekçesi de şuydu: Ya, polisin bize nasıl sert davrandığını biliyorsunuz. O bakımdan biz böyle tecrit, dışarıda, az bir güçle yapmayalım, orada kalabalığın arasına girelim.

E, şimdi gençleri de Okmeydanı’nda ne diyorlar?

Ellerine tahta tüfekler alıp: “Titre Oligarşi Parti Cephe Geliyor”.

E, sen 1 Mayıs’ı Saraçhane’de yapmaya cesaret edemiyorsun 1992’de…

Şimdi bunları olmamış sayıyorlar ve gençlik, yeni nesil de bilmiyor bunları tabiî. Ama bizler yaşadığımız için, bunları size aktarmakla mükellefiz. Sorumluluğumuz bizim geçmişimizi neyse öylece sizlere tanıtmak, anlatmak, bilgilendirmek… Çünkü geçmişi olmayanın geleceği de olmaz. Herkes ne ise gelmişiyle geçmişiyle ortaya çıkacak.

Ulusal Kanal’da konuşup Aydınlık’ta yazıyorlar, Doğu Perinçek 45 yıldan beri mücadele veriyor, diye… Bazı askerlere ve siyasete yeni girmiş gençlere, yutturuyorlar bunu. Sabahattin Önkibar’a yutturuyor. O da savunuyor; “Doğu Perinçek 45 yıldan bu yana mücadele veriyor. 40 küsur kitabı var. Bekaa’ya A. Öcalan’a nasihatte bulunmaya gitti”, diyerek.

Verdiği mücadele de işte yukarıda gördüğümüz şekilde… Kalıptan kalıba geçmek yani… 40 küsur kitabının 30 tanesi de işte yukarıda paragraflar aktardığımız kitabı türündendir. Yani bugünkü hattının 180 derece karşıtını savunan kitaplardır. Ama gençler kanıyor tabiî. Gençler masum tabiî. Bunun bu kadar fırıldak, bu kadar düzenbaz olduğunu düşünemez ki insanlar…

Bazı dışımızdaki iyi niyetli olmakla birlikte bilinçsiz arkadaşlar da diyor ya, tamam işte yan yana gelmek lazım, güçleri birleştirmek lazım. Bugün, yan yana gelmek zamanıdır.

Hayır, arkadaşlar…

Biz ne dedik?

Ben 25 yıl boyunca Türkiye Halklarına ve Türkiye Devrimci Hareketine karşı ihanet çizgisini izledim. Suç işledim ben. Türkiye Devrimci Hareketinden ve Halkından özür diliyorum. Beni affetsin, derse, gelir, dedik. Kaldı ki şu anki çizgisi de çok somutça görüldüğü gibi, ihanetle doludur. Cezaevinden çıkar çıkmaz Tayyip Erdoğan’a sarıldı. Fethullah’a karşı onunla ittifak etti. Son 1 mayıs kutlamalarında CIA yapımı Türk-İş’le beraber Tayyip’in meşru saydığı bir alanda yani Kadıköy’de yer aldı. Taksim’e giden gerçek devrimcileri de aşağılık suçlamalarla karalamaya çalıştı. Tayyip ağzıyla konuştu. Vb. vb…

Devrimcilikte birliğin şartı bu. Kimse yanlışın, ihanetin üstünü, öyle kedinin pisliğini örttüğü gibi örterek kendini temize çıkarmaya kalkmasın. Kalkarsa birlik de olmaz, içtenlik de olmaz, yol da yürünmez.

Biz o yüzden teorimizde, hattımızın savunulmasında, gerçeklerin ortaya konmasında titiziz, ısrarlıyız. Bizi bazı bilinçsiz arkadaşlar, sekter olarak, uzlaşmaz olarak görebilirler ama böyle birlik olmaz. Herkes gelmişiyle geçmişiyle neyse öylece, hiç kaçamaksız, hilesiz ortaya koyacak kendisini ilkin.

Bir sporcunun bile, bir güreşçinin, bir boksörün, bir futbolcunun, takımın kariyeri denince; geçmişte kazandığı galibiyetler, yenilgiler, beraberlikler yazar, arkadaşlar. Oradan öğrenirsin sen onun kariyerini geçmişini. Sporda bile bu ahlâk var. Açın interneti, belli spor karşılaşmalarına bakın; boks olsun, futbol olsun çıktı mı sporcular; kazandığı maçlar, kaybettiği maçlar, nasıl kazandıkları yazılıdır.

Devrimcilikte niye geçmişini gizliyor insanlar?

Yok, böyle bir şey. Böyle bir şey olmaz. İnsanlık da olmaz bu. Hatadan arınmanın tek yolu var: Samimi olarak açıkça, netçe, hiç kaçamak yapmaksızın özeleştiri yapacaksın. Hatanı ortaya koyacaksın. Hiç kütleştirmeden, küçültmeye kalkmadan, önemsizleştirmeye kalkmadan.

Kıbrıs konusunda yine aynı… Kıbrıs Harekâtı’nda; “Faşist Denktaş. Militarist Türk Ordusu NATO’nun emrinde, gitti bağımsız bir ülkeyi işgal etti. Faşist Denktaş’la işbirliği yaptı” diye “Kıbrıs Meselesi” diye kitabı var böylece.

Ondan sonra da ne yaptı?

Denktaş’la beraber “Talat Paşa Komitesi” kurdu.

İşte böylesine kalıptan kalıba girer. Girmediği, çıkarı gerektirdiğinde girmeyeceği kalıp, etmeyeceği ihanet yoktur.… NATO’yu, Amerika’yı, Faşist Diktatörlükleri savunmaktan tutun da türban savunuculuğuna, Mustafa Kemal ve Laik Cumhuriyet düşmanlığına varıncaya kadar… Hangi meseleyi ele alsak mutlaka o meseleye ilişkin iki zıt ucu da savunmuştur bu adam. Kürt Meselesi’nde olduğu gibi; bazen gider gider gelir. PKK’ye düşman olur, dost olur sonra, yeniden düşman olur. İP çizgisi budur.

Not: Doğu Perinçek ve PDA’ya ilişkin alıntı yaptığımız belgeler biri hariç; 1978-79 yıllarında çıkarmış oldukları günlük Aydınlık Gazetesi’nin profesyonel çalışanlarından olmuş, sonradan bunlardan kopmuş Turgut Balya adlı şahsınhttp://www.turgutbalya.com adlı internet sitesinden alınmıştır.

 

Print Friendly, PDF & Email