Bayır aşağı gidişlerini durduramayacaklar

Bu son seçim tiyatrosu sonrasında, karamsarlıklara kapılıp ümitsizliğe düşen saygıdeğer halkımıza;

Aslında buna hiç gerek yok. Boş yere kendinizi harap etmeyin.

Bakın, Kaçak Saraylı Reis ve avanesi, yaptıkları onca kanunsuzluğa, onca dolaba, düzene rağmen ne sonuç aldı?

Yüzde 7.5 oy kaybıyla karşılaştı, 2015 1 Kasım Seçimlerine göre.

Bu da neyi gösteriyor, arkadaşlar?

Kaçak Saraylı ve avanesinin yani AKP’giller’in, artık durdurulamaz bir biçimde bayır aşağı gitmeye başladığını…

Bunların ihanetlerini, vurgunlarını, kanunsuzluklarını, yolsuzluklarını, talanlarını, ABD işbirlikçiliklerini ve durup dinlenmez bir biçimde yalan ve hile yapmakta olduklarını gayrı en yakınlarındaki taraftarları bile itiraf etmek, yazıp çizmek zorunda kalıyor.

Bakın, çarpıcı bir örnek:

Damardan Tayyipçi ya da yandaş Yeni Akit’in bir yazarı olan Ali Osman Aydın, nasıl ellerini yıkamaya çalışıyor…

AKP’giller’in yaptığı onca yalana, dolana, sömürüye, vurguna ben dahil değildim. Üstelik ben bu yapılanları eleştirdim de, demek istiyor. Çünkü gidişin sonunun hezimetle noktalanacağını ve hayâsızca işlenmiş bunca suçun hesabının sorulacağını biliyor.

Ben suça dahil değildim, hiç de olmadım, diyerek kendine savunma hazırlıyor.

Aynen aktarıyoruz, aşağıdaki itirafnamesini:

***

AK Parti neden oy kaybetti?

Seçimler bitti.

Kaybedecek vakit yok, acilen muhasebe yapmamız ve oyların neden düştüğünü cesaretle analiz etmemiz gerekiyor.

Çok yakında yerel yönetim seçimleri var.

Ama daha önemlisi parti sosyolojisinin dayandığı taban kayıyor.

Gençlik kayıyor.

Yetişkinler kayıyor.

Aile kurumu kayıyor…

Bu tabanı kaybetmek ya da küçültmek gelecek adına çok şeyi yitirmek anlamına geliyor.

Basra harap olduktan sonra, üzülmenin, “ah vah” etmenin anlamı olmayacak…

O yüzden kimileri hoşlanmayacak ama biz yine de taban kaymasına, oy kaybına neden olan faktörlerden birkaçını sayalım.

NEDEN OY KAYBEDİLDİ?

Eleştirisizlik: Öyle bir duruma gelindi ki, eleştiride bulunan herkes ve bizzat eleştirinin kendisi “haince bir iş” olarak görülmeye başlandı. Eleştiri yapanlar, memleket düşmanlarıyla işbirliği yapmış kimseler gibi yaftalandı. Kim eleştiride bulunuyorsa “kesin bir hesabı vardır” diye bakıldı. Eleştiride bulunduğu için teşkilattaki görevinden aforoz edilenler oldu. Hiç değilse bu kişiler gözden düştü ve ilk rotasyonda bürokrasideki mevkilerini kaybettiler.

Eleştirenin uğradığı muamele, haklı nedenleri olup tenkit yapacak insanları da kendi kabuklarına çekilmeye zorladı. Eleştirenin düştüğü durumu görenler susmanın en iyi yol olduğu düşüncesiyle gidişata karşı kayıtsızlaştılar. Bu duruma Demokles’in kılıcı gibi başlar üstünde sallanıp duran FETÖ operasyonlarının varlığı da tuz biber ekti. Pek çok insan sırf sistemin yanlışlarını ifade ettikleri için FETÖ’cü olarak lanse edildiler. Böylelikle eleştirmeyen, eleştirmekten korkan ve makamını kaybetmemek için her şeye “hay hay” diyen bir kitle vücuda getirildi. İstişare toplantıları, gerçeklerin ortaya konmadığı, yalnızca idarecilerin duymak istediği şeylerin konuşulduğu, başkanların pohpohladığı mide bulandırıcı nefs arenalarına dönüştü.

Şımarıklık: Geçmişte AK Partinin sosyolojik temelini alt gelir gurubundan gelen insanlar oluşturuyordu. Sigortasız işlerde çalışarak aldıkları aylıklarla teşkilat giderlerine katkıda bulunanların, masa sandalye eksikliğini maaşıyla kapatmaya çalışanların sayısı hiç de az değildi.

Zamanla bu kitlenin bir kısmı, iktidarın nimetleriyle tanıştı. Buna paralel olarak eski araç, AUDİ marka bir yenisiyle değiştirildi. Akabinde, oturulan evler, semtler değişti. Tatil mekânları değişti. Önceleri tatillerde memlekete gidiliyordu ancak sonra yurtdışından azı kurtarmamaya başladı. Politik konjonktür ve karar verici siyasilere olan yakınlık teşkilat içindeki nice insanı hiç olmayacak bir işe, müteahhitliğe cesaretlendirdi. Böylelikle kalabalık ve üretken! bir müteahhit sınıfı doğuverdi.

Erişilen mali kaynaklar, dünyanın baştan çıkarıcı nimetleri, siyasetin kazanımları, seçmenin hesap sormazlığı ve geçmişin unutulan yoksullukları bu insanları toplumdan da toplumun yaşadığı gerçeklikten de kopardı. Yol açıcı Erdoğan liderliğinin arkasında, “Kudüs, Suriye, Myanmar, 15 Temmuz, dava şuuru, Müslüman kardeşliği, mazlum coğrafyalar” sloganlarının şemsiyesi altında bu sınıf, servetine servet, iktidarına iktidar kattı. Din adeta bir sömürü malzemesi olarak kullanıldı. Sponsorlu “Hayırlı Cumalar” mesajları atıldı.

Servetler arttıkça kibir, kibir arttıkça da gösteriş, riyakârlık arttı. Makam sahibinden oğluna, kızına, damadına ve hatta kimi zaman yakın akrabalara kadar göz alıcı bir saadet zinciri oluştu… Bazı yerlerde deyim yerindeyse, yerel hanedanlar ortaya çıktı. Bu sınıfın çocuklarından bazıları sahip oldukları akıl almaz servetten dolayı şuurca Ak Parti misyonundan koparak, azılı muhalifler haline geldiler.

Netice olarak, siyasetten devşirilen servet, aşırı müreffeh bir yaşama dönüştü. Bu yaşam insanları şımarıklaştırırken Anadolu’daki AK Partili profilinden de kopardı. İktidarın çevresinde bir elit meydana geldi. Bu elit halk içine koruma aracı konvoylarıyla çıktı ve vatandaş için ulaşılmaz biri haline geldi. İnsanlar sokaklarda beş yüz dolarlık gözlüklerle seçim çalışması yapan, yüz elli bin dolarlık araçlarla mahalle çalışmalarına katılan ve beş sene önceki halini herkesin iyi bildiği teşkilatçılar görmeye başladılar.

AMERİKAN RÜYASI YERİNE, AK PARTİ RÜYASI…

Frank Capra filmlerinin alt motifidir Amerikan rüyası. O rüyanın içinde yeteri kadar kurnaz, yeteri kadar hırslı, yeteri kadar yetenekli ve elbette yeteri kadar acımasız herkese bir yer vardır. “Amerikan Rüyası” size çoğu zaman en kolay yoldan, umduğunuz şeyi veren bir sihirli değnek gibidir. Amerika’yı bir zamanlar fırsatlar ülkesi yapan değer budur.

AK Parti iktidarında bir anda ortaya çıkan zenginleşmeler, nüfuzlanmalar, söz sahibi olmalar, makam elde etmeler insanlarda “Amerikan Rüyası” etkisi uyandırdı. AK Parti ile aynı aidiyete sahip olmayan bazı fırsatçılar kolay yoldan ikbale ulaşmak için AK Parti saflarına sızmaya hatta oralarda yer işgal etmeye ve hatta el üstünde tutulmaya başlandılar.

Emekli maaşıyla, asgari ücreti ile, evde bakım maaşıyla Erdoğan’ı destekleyen kitleler fırsatçıların rüya gibi yükselişini, makam ve mansıba boğuluşunu hayretle izlediler. Onların ne kadar sahte olduklarını gördükleri halde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mücadelesi hatırına bu yükselişlere ses çıkarmadılar. Ancak fırsatçıların söz konusu yükselişi, makamları işgal edişi samimi kitleleri deyim yerindeyse partinin ikinci sınıf mensupları, proletaryası haline getirdi. Kırgınlıklar, kızgınlıklar partiden kopuşa neden oldu.

Kraldan çok Kralcılık:

Basında AK Parti’yi savunan insanların profili giderek bozuldu. Troller, eyyamcılar, menfaatperestler, samimiyetsizler, nevzuhurlar, terbiyesizler vitrini kapladı. Parti bu kimseler eliyle öyle savunuldu ki bu kişilerin abartılı savunmalarını, öfkelerini, kibirlerini, üsttenci dillerini ve Erdoğan adına yaptıkları tehditleri görenler AK Parti’den adeta soğudular. Çünkü Erdoğan, elinde sanki sihirli değnek varmış da sorunları bir dokunuşla çözecekmiş gibi tasvir edildi bu kişilerce. Bu kötü vitrin, bu mübalağalı savunma oy kaybettirdi. Benzer bir durum sokak çalışmalarında da yaşandı.

Ehliyet ve liyakat: Harita mühendislerinin kurumsal dergi çıkarttığı, inşaat mühendislerinin kültürel etkinlik düzenlediği, torpili olanın makam sahibi yapıldığı bürokrasi görünümü vatandaşta rahatsızlık uyandırdı. “Emaneti ehline verin” emri görmezden gelindi. Kimi göreve getirilenler liyakatsiz olunca görevde kalmanın tek yolu da robot itaati göstermek oldu. İnisiyatif kullanmak, ilkeli duruş sergilemek giderek zorlaştı. İstifa müessesesi unutuldu. Rızkın sahibinin Allah olduğu bazıları tarafından göz ardı edilerek makam verenlere rızkın sahibi muamelesi yapıldı. Görevin gereği değil, hatırın gereği yapılmaya başlandı. Ehliyet sahibi olmayan kişiler elinde kamu kaynakları gelişigüzel kullanıldı.

Bunlara ek olarak, yanlış aday göstermeler, Hoca efendilerle açıktan girilen polemikler, kendini devlet yerine koyan ve hesap sorulamayan idareciler, AK Partililerin kendi aralarında yaptıkları teşkilat çalışmaları Parti’nin kendi insanından oy alamamasına neden oldu…

CHP’nin düşen oylarının sebebine gelince…

İnanın CHP’nin düşen oyları beni hiç ilgilendirmiyor.

Ama AK Parti’nin ki öyle değil…

Çünkü Ak Parti’yi doğuran mahallede doğdum, büyüdüm. Bu topluluk iktidarla buluşmamışken de içlerindeydim, bundan sonra da içlerinde olacağım. Dolayısıyla AK Parti’ye ne olacak meselesi benim için sadece siyasi bir mesele değil…

Yazdıklarımıza öfkelenecek, bize husumet besleyecek olanlar için şimdiden söyleyeyim… Şayet Ak Parti sizin de dediğiniz gibi, sadece bir siyasi parti değil de, İslam coğrafyasının umudu, mazlum halkların sığınağıysa, böyle bir partinin seçim sonuçlarına da yansıyan, aksayan yanlarını söylemek yalnızca benim değil, kendini bu değerlere ait gören herkesin görevidir. Çünkü bu Parti sadece teşkilatlarda görev yapanların, onu ekranlarda savunanların, makam koltuklarını dolduranların değil, milletindir… (https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/ali-osman-aydin/ak-parti-neden-oy-kaybetti-24828.html)

***

Ne diyor, Ali Osman Aydın Efendi?

“Yol açıcı Erdoğan liderliğinin arkasında, “Kudüs, Suriye, Myanmar, 15 Temmuz, dava şuuru, Müslüman kardeşliği, mazlum coğrafyalar” sloganlarının şemsiyesi altında bu sınıf, servetine servet, iktidarına iktidar kattı. Din adeta bir sömürü malzemesi olarak kullanıldı. Sponsorlu “Hayırlı Cumalar” mesajları atıldı.”

Yani diyor ki; insanları Allah’la aldattık. Dini siyasete alet ettik. Bir siyasi enstrüman olarak kullandık ve bu sayede servetlere servetler kattık, iktidarlara iktidar kattık…

Kapağı AKP’ye atan, malı götürdü… Kapasitesi oranında, yapılan vurgundan payını aldı… Dolayısıyla da eski tırışka arabaları “Audi”lerle değiştirdi…

Tatillerindeyse, memlekete ziyareti filan unuttular. Yurtdışından aşağısı kesmez oldu bu sınıfı…

Bizi izleyen arkadaşlar bilir; biz bunlar için tâ 2005 yılında yayımlanan “Tayyipgiller Kökeni ve Sınıf Yapısı” adlı iki ciltlik kitabımızda bunların normal bir siyasi parti filan olmadığını, çıkar amaçlı bir suç örgütü olduğunu, başka türlü ifadelendirirsek; mafyatik bir yapıya sahip olduğunu ortaya koymuştuk kanıtlarıyla.

Aradan geçen bunca yıl sonrasında tespitimiz, artık pek çok yazarçizer tarafından, hatta AKP’giller’in yukarıda görüldüğü gibi bazı yazarları tarafından bile görülür, kabul edilir ve dile getirilir oldu.

Tabiî çok yavaş da olsa, halkımızın bir bölümü de bunların mide bulandırıcı içyüzlerini görüp kavramaya başladı. AKP’giller’in 2015 Kasımı’ndan bu yana kaybetmiş oldukları iki buçuk milyon oy, bunu gösterir.

O iki buçuk milyon oy, aslında aile bütünlüğü içinde ele aldığımız zaman 8-10 milyon insanın bunlardan uzaklaştığını gösterir.

Yazar, tabiî Tayyip’i korumaya çalışıyor. Sanki bu yapılan vurgundan, soygundan haberi yokmuş ya da bunu engelleyemiyormuş gibi göstermeye kalkışıyor. Bu da, apaçık bir şekilde, konumunu koruma telaşından kaynaklanıyor. Malum; Tayyip’e dolaylı biçimde bile olsa dil uzatıldığı anda, anında hain ilan edilerek kapı önüne konuverir, o yandaş şahıs.

Yazar bir de; parti içinde uyarı, eleştiri yasaklandı, diyor…

Çünkü bir diktatörlük oluşturuldu.

Her şeyin karar vericisi, en tepedeki despot oldu.

Onun sözü üzerine kimse söz söyleyemez oldu.

Örgüt içinde yükselerek vurgundan, talandan daha büyük oranda pay kapmak isteyenler, Tayyip’i yüceltme yarışına girdiler. Bu işte öylesine kendilerinden geçtiler ki; kimi Tayyip’i peygamberle, kimiyse Allah’la eş görmeye kadar sapkınlığı götürdü.

Bütün mesele nedir, biliyor musunuz arkadaşlar?

Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı, bunların sınıf temellerini oluşturur. İşte bütün bu vurgunlar, soygunlar, yalanlar, dümenler ve ihanetler, bu sınıfın karakteristiğinden kaynaklanır.

Bu sınıf, üretimle ilgilenmez. Sadece üreticilerle tüketiciler arasında aracılık eder. Her ikisini de borçlandırarak faiz alır, mal alıp satarak kâr elde eder. Alınteri akıtmadan, üreticilerin ve tüketicilerin sırtından servetine servet katar.

Tarihteki ilk egemen sosyal sınıftır bu. Din adamlarıyla da, ilk çıktığı andan itibaren hep iç içe olmuştur. Dincilikleri de oradan kaynaklanır. Hep söyleyegeldiğimiz gibi, bunların aslında Kur’an’da ortaya konan Hz. Muhammed Dini’yle zerre miktarda olsun ilgileri yoktur. Bunlar dini, dünya menfaati sağlamak için kullanırlar sadece.

Hatırlanacaktır; daha önce de aktarmıştık birkaç kez. Ne demişti, 8’inci Yüzyıl’da yaşayan, namuslu ve içtenlikli din adamı Abdullah bin Mübarek?

“İnsanların en alçağı, din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır.”

Demek ki, bu namuslu adam, bu sahte dindarların, bu Muaviye-Yezid Dincilerinin vurgunlarından ve soygunlarından o denli iğrenmiş ki, bu altın değerindeki özdeyişi söylemiş…

Tarih bize apaçık biçimde göstermektedir ki, bu yola sapan onlarca İslam Devleti çöküp dağılmış, tarumar olmuştur ülkeleri.

Çünkü vurgun üzerine, soygun üzerine, yalan, hile, düzen ve aldatma üzerine inşa edilen hiçbir düzen, hiçbir iktidar, hiçbir kral, hiçbir despot, hiçbir sultan, uzun süre saltanatını sürdürememiştir.

İnsanlar, bunların mide bulandırıcı içyüzlerini, bütün hilelerini, dümenlerini görmeye başladılar mıydı, bunların sonu yaklaşmıştır gayrı.

Acıklı sonlarından da hiçbir güç ve hiçbir şey kurtaramaz bunları…

Devrilecekler, çökecekler ve bütün kanunsuzluklarının, bütün hırsızlıklarının, bütün ihanetlerinin; ABD, İngiltere ve İsrail’e, Avrupa Birliği’ne ettikleri piyonlukların hesabını vereceklerdir…

Şu soruyu soralım arkadaşlara:

AKP’giller ve Kaçak Saray’ın Arka Bahçelisi, şu an baskın seçim kararı aldıkları güne kıyasla daha mı güçlüdürler, yoksa daha mı zayıftırlar, güçsüzdürler?

Kuşkusuz daha güçsüzdürler, daha zayıftırlar, daha moralsiz ve daha güvensizdirler. Korkuları daha da artmıştır.

Bütün devlet imkanlarını kullanmış olmalarına rağmen, her türlü kanunsuzluğu çekinmeden yapmış olmalarına rağmen, sonuçta iki buçuk milyon oy kaybına uğramışlardır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, durdurulamaz biçimde bayır aşağı gitmekte olduklarını görmüş ve anlamıştırlar. Dolayısıyla da, güvensizlik içindedirler, korku içindedirler, bu gidişin sonunun hezimetle sonuçlanacağının paniği içindedirler.

Göreceksiniz, arkadaşlar; bu gidiş hızlanarak sürecektir.

Ve AKP’giller, Arka Bahçeli’leriyle birlikte çoktan hak etmiş bulundukları hazin sonla karşılaşacaklardır.

Bu sebeple de moral bozmaya hiç gerek yok…

Ne diyordu, Gezi Günlerindeki sloganımız?

Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

4 Temmuz 2018

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email