Başhaydut Faşist Bunak, Suudi Celladı, Bizdeki Yerel Taşeronu ve Kurbanları…

Artık gün gibi meydana çıktı ki; Cemal Kaşıkçı’nın katliam emrini, şeytani gülüşlü, İblis suratlı, ABD ve İsrail devşirmesi, hain CIA-Pentagon İslamcısı Veliaht Prens Muhammed bin Salman vermiştir.

Cinayetin baştan sona planlayıcısı, yöneticisi o insan sefaleti olmuştur.

Kaşıkçı evlilik işlemleri için Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğundan randevu talep edince, katliam planlarının uygulamaya konulması için gerekli hazırlıklara imkân sağlamak amacıyla birkaç gün sonrasına randevu gün ve saati verilmiştir.

İşte o arada katliam ekibi belirlenip, her biri yapacakları görevler konusunda bilgilendirilip, katliam anında ve sonrasında kullanılacak teknik araç gereçler hazırlanıp uçakla yola çıkarılmıştır, randevu saatinde İstanbul Konsolosluğunda olacak şekilde.

Nitekim; Muhammed bin Salman denen aşağılık celladın Koruma Şefi ve Suudi Adli Tıp Uzmanı, bu infaz ekibini yönetmiş, infazın gerçekleştirilmesinde başrolleri oynamıştır.

İnfazı ve cesedin ortadan kaldırılmasını sonlandırır sonlandırmaz da, dönüş yoluna çıkmışlar ve Riyad’a gitmişlerdir uçaklarıyla.

İnfazın birkaç gün sonrasında, Türkiye’de kalması halinde katliamın en önde gelen sorumlusu olarak okkanın altına gidip Türk Yargısının karşısına çıkabileceği ihtimalini gören Başkonsolos da hemen uçağına atlayıp topuklamıştır Riyad’a.

Cemal Kaşıkçı, başına kötü şeyler geleceğini öngörerek girmiştir Konsolosluğa. Ama onun düşünüp hesaba katmadığı şu olmuştur:

En yakın dost bildiği AKP yöneticisi Yasin Aktay’ın ve onun şefi Kaçak Saraylı Tayyip’in kendisini satabileceği…

Şöyle düşünmüştür Kaşıkçı:

Suudi görevliler çok kötü davranışlara girişebilirler bana karşı. Ama Konsolosluğun hemen kapısı önünde bekleyen nişanlım, kendisine tembihlediğim üzere Yasin Aktay’ı arayarak olaya müdahale etmesini ister, o da anında müdahale ederek, eğer gücü yetmezse Tayyip’e başvurarak onun müdahalesini sağlar. Suudiler de kötülüklerini hemen sonlandırırlar. Ben de kurtulurum…

İşte burada hayatının yanlışını yapmıştır, Kaşıkçı. Tayyipgiller’in beş paralık çıkarları için satmayacakları hiçbir kişi ya da değer olmadığını bilememiştir, anlayamamıştır.

Muhakkak ki nişanlısı Yasin Aktay’ı aradı, Kaşıkçı’nın Konsolosluktan gerekli sürenin aşılmış olmasına rağmen çıkamadığını görünce. Tabiî böyle bir durumda o da şefi Tayyip’i aradı. Tayyip de; “Boşver, biz olayın dışında kalalım. Ne halleri varsa görsünler.”, deyip satıp geçti Kaşıkçı’yı.

O da Suudilerle arayı bozmayarak onlardan bol miktarda bulunan dolardan biraz faydalanmayı hesapladı. “Biz olayı üstünü örterek yani örtbas ederek kamuoyu gözünden kaçırmış, gizlemiş, unutulmasına katkıda bulunmuş oluruz. Suudiler de eşek değil ya… Bunun karşılığında bize bir sakal atarlar.”, diye düşünmüştür.

Fakat işte burada da Tayyip yanılmıştır.

Başhaydut ortada dururken onun çömezine ya da kuklasına kimse pek bir şey koklatmaz.

Nitekim; olayın üzerinden 15 gün geçtikten sonra Riyad’a giden eski CIA şefi ve şimdinin ABD Dışişleri Bakanı, Faşist Bunak Trump’la da arası çok iyi olan Mike Pompeo, istediği yüz milyarları (tabiî dolar olarak) almıştır, Suudi Kralı’ndan ve onun azgın Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’dan.

Hatta sadece ABD adına aldığı yüz milyarlarla yetinmemiştir. Suriye başta gelmek üzere Ortadoğu’da inşa etmekte oldukları Amerikancı Burjuva Kürt Devleti’nin Suriye ayağı PYD ve YPG’ye verilmek üzere 100 milyon dolar da alınmıştır, hemen-anında. Bu 100 milyon dolar da ABD hesaplarına yatırılmıştır o anda. Malum ya; ABD aktaracak parayı artık, PYD-YPG’ye.

Yani Suudi Yönetimi, Tayyip’e metelik koklatmadığı gibi, Tayyip ve şürekâsının yıllardan bu yana; “Bunlar terör örgütüdür.”, dediği PYD ve YPG’ye de 100 milyon dolar hibe etmiştir.

İşte bunun üzerine Tayyip de katliam anını ve sonrasını içeren somut kanıt belgeleri, ses kayıtlarını ve diğer kanıtları sızdırmaya başlamıştır dünya medyasına. Kaşıkçı’nın öldürülmeden önce işkenceye uğratıldığı, bu aşamada parmaklarının kesildiği, sonra da tam IŞİD tarzı boğazı kesilerek katledildiği, cesedininse 7 dakika içinde Suudi Adli Tıp Uzmanı tarafından parçalara doğrandığı bilgisini ve bu arada bu katliam anında yaşanan ses kayıtlarını yani konuşmaların bir bölümünü sızdırmıştır medyaya. Cesedi de bulmak için arama çalışmalarına girmiştir.

Ortaçağcı hain baş cellât Muhammed bin Salman, hatırlanacağı gibi, olayın başında Cemal Kaşıkçı’nın Konsolosluğa girdikten 20 dakika sonra işlemlerini bitirerek oradan ayrıldığını ifade etmiştir medyaya.

Fakat iş umduğu gibi gitmeyince, yani dünya medyasının meslek dayanışmasından kaynaklanan ilgisinin ve sorgulamasının bir türlü ardı arkası kesilmeyince, geçen Cumartesi, yani ayın 20’sinde Kaşıkçı’nın konsolosluktaki, kendi deyişleriyle yaşanan bir “arbede”de, bir yumruk darbesi nedeniyle hayatını kaybettiğini açıklamak zorunda kalmıştır.

Yani faşist cellât, aynı konuda birbiriyle çelişen, birbirinin 180 derece karşıtı iki ayrı açıklamada bulunmuştur.

Faşist cellât, olayı araştırmak üzere bir komite oluşturulduğunu, komitenin de başında kendisinin olduğunu açıklamıştır, aynı konuşmasında. Cinayetle ilgili olarak da 18 kişinin tutuklandığını belirtmiştir.

Öyle görülüyor ki, Suudi cellâtlar, alçakça ve canavarca yapılan bu katliamın sorumluluğunu, tetikçi piyonlarının üzerine yıkıp geçeceklerdir. Klasik Şark yöntemidir bu. 6 bin yıldan bu yana Şark’ta bu insanlık dışı, şerefsizce oyun oynanır durur…

Kürt illerinde Ağa, hakkını aramaya kalkan ya da talep eden köylüyü yanaşmasına vurdurur. Sonra da köylüyü öldürdüğü için yanaşmayı cezalandırır. Onu ya kendisi öldürür ya da cinayetin bütün sorumluluğunu onun üzerine yıkarak devlete cezalandırtır.

Suudiler de besbelli ki aynı oyunun içindedirler şu an…

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Suudilerin bu alçakça oyununu, onların efendisi ABD Emperyalist Haydudu meşrulaştırarak olayın üzerini örtüp geçmiştir.

Yani Suudilerin oynadığı bu şerefsizce cinayet oyununu, bir yağma sofrasına dönüştürmenin neşesi ve sevinci içindedir onlar. Başka da hiçbir şey onları ilgilendirmemektedir.

Zaten daha önce de söylediğimiz gibi, CIA bu türden namussuzca infazları dünyanın her yerinde her gün yapmaktadır.

Bu sebeple, ABD haydutları için bu insanlık dışı katliamda yadırganacak, önemsenecek, üzerinde durulmaya değecek bir yön bulunmamaktadır.

Zaten Faşist Trump da ABD kamuoyunu bu insanlık dışı anlayışlarına alıştırmak ve aşina kılmak için, Arizona’daki seçim kampanyası sırasında şunları geveliyor, konuya ilişkin olarak:

“Çok ciddi bir mevzu ve ne kadar vereceğimiz konusunda Kongreyi de dahil edeceğim. Bazı tavsiyelerde bulunacağım. Çok zengin bir ülkeden, Suudi Arabistan’dan 450 milyar dolar değerinde büyük bir siparişimiz var. Bu 600 bin belki de daha fazla istihdam demek. Size bunları satmayacağız dediğimizde bu ülke için çok zararlı olur. (Onlara karşı) Yapacağımız başka şeyler var. Kongrenin söyleyeceği şeyleri de dinleyeceğim. Onlar da bu konuyla yakından ilgileniyorlar. Bunu Kongre ile yapacağım.” (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/trumptan-yeni-kasikci-aciklamasi-40992619)

Türkiye’ye gelirsek; AKP’giller de bu cinayetin hem önlenebilmesinde, hem de cinayet sonrası suçluların yakalanıp yargı önüne çıkarılmasında, üzerlerinde bulunan sorumluluğun gereğini yerine getirmemişlerdir.

Yani hem ahlâki değerler açısından, hem de konumlarından kaynaklanan sorumluluklar açısından suç işlemişlerdir. Olayın trajik biçimde gelişmesinde payları olmuştur, katkıları olmuştur, yardımları olmuştur.

Aslında yukarıda da söylediğimiz gibi, Kaşıkçı’nın nişanlısının kendilerine ulaştığı anda eğer olaya gerektiği şekilde dahil olup istenilen tepkiyi verebilselerdi, belki de cinayeti önleyebilirlerdi.

Hadi, önleyemediler, diyelim; ama en azından katillerin kaçmasına izin vermeyip, onları suç delilleriyle birlikte derdest ederek Türkiye Devleti’nin Mahkemeleri önüne çıkarabilirlerdi.

Önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, ortada bir cinayet söz konusu ise, ne şahısların diplomatik dokunulmazlığı kalır, ne de mekânların, yani konsoloslukların, başkonsoloslukların ve görevlilerinin.

Herhangi bir cinayet mahalline girer gibi girer buralara polis ve herhangi bir suçluyu yakalar gibi buradaki suçluları, ya da zanlıları diyelim, yakalayıp sorgular, yargı önüne çıkarır. Bütün bunları yapmayarak, görevini ağır biçimde ihmal etmiştir ve hatta kötüye kullanmıştır, AKP’giller iktidarı.

Başta katliam emrini veren Veliaht Prens Muhammed bin Salman olmak üzere; cinayetin 15 kişilik infaz timi ve Suudi Başkonsolosluk görevlileri, cinayet Türkiye Devleti toprakları üzerinde işlendiği için işledikleri ağır suçun hesabını vermek üzere bu devletin polisleri, savcıları ve hâkimleri önüne çıkarılmalıdırlar.

Bu vahşi cinayet bir kez daha göstermiştir ki, Suudi Arabistan adlı mafyatik Ortaçağcı çete devleti, tam anlamıyla bir suç örgütüdür, bir cinayet örgütüdür, bir ihanet örgütüdür. Bu alçak devlet, kendi durumuna bakmaksızın, Türkiye ve Türklerle de uğraşmaktadır, kuruluşundan bu yana.

İşte geçenlerde de aktardığımız üzere; Muhammed bin Salman adlı cellâdın açıklaması, onların ne denli hain birer Türk düşmanı olduklarını çok net biçimde ortaya koymaktadır.

Ne demişti bu cellât?

“Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman, Mısır temasları sırasında Türkiye hakkında küstahça açıklamalarda bulundu. Bin Selman, “Mısır ve Suudi Arabistan’ın düşmanları şeytan üçgenidir. Bunlar da Türkiye, İran ve teröristlerdir” dedi.

“(…)

“Salman’ın, “Mısır ve Suudi Arabistan’ın düşmanları şeytan üçgenini temsil ediyor. Bu da Türkiye, İran ve terör örgütleridir” dediği ortaya çıkarken (…)” (https://www.sozcu.com.tr/2018/dunya/suudi-prensten-kustah-turkiye-cikisi-2271114/)

Şeytan’ın tâ kendisi olan bu alçak, görüldüğü gibi, Türkiye’yi Şeytanlıkla suçluyor…

Hatırlanacağı gibi, bu alçaklar, Türkiye’nin parçalanması konusunda ortak çalışacaklarına dair İsrail’le de bir anlaşma yapmışlardır, 4 Haziran 2014 tarihinde, ABD’de, CIA’nın çekirdek örgütlerinden biri olan “CFR-Dış İlişkiler Konseyi” denen yerde. Anlaşmanın İngilizce orijinal metni, CFR sitesinde durmaktadır. İşte linki:

https://www.cfr.org/event/regional-challenges-and-opportunities-view-saudi-arabia-and-israel-0

İngiliz yapımı, şu anda ABD hizmetinde ve emrinde bulunan Suudi Arabistan adlı bu hain cinayet örgütü, hem Arap Halkı için, hem de Büyükelçilik gibi kurumlarının bulunduğu ülkeler halkları için büyük bir tehlike teşkil etmektedir.

O bakımdan, bunun kurumlarının Türkiye’den kaldırılması, onların izlerinin tozlarının silinmesi, halkımızın güvenliği ve menfaatleri açısından son derece önemlidir.

Yani bu alçaklarla her türden diplomatik, siyasi ilişki sonlandırılmalıdır. Bu alçakların Kaşıkçı Cinayetiyle ilgili tüm suçlularının da, başta Muhammed bin Salman olmak üzere, Türkiye Mahkemeleri önüne çıkarılıp yargılanmaları için gereken davranışlara ve çalışmalara acilen girişilmelidir.

Hukukçu Yoldaşlarımız, bu cinayetin suçlularının, zaten tamamı da belgeli ve kanıtlı biçimde ortada olan bu katiller sürüsünün, Türkiye Mahkemeleri önüne çıkarılıp yargılanmaları için bir suç duyurusunda bulunabilirler, diye düşünüyorum…

Tabiî mahkemeler de, savcılar da Tayyipgiller’in ağır terörizesi altında bulundukları için, özgür iradeleriyle ve vicdanlarının sesiyle, görevlerinin kendilerine verdiği sorumluluğu yerine getirmekten çekineceklerdir.

Ama en azından biz, şu aşamada, insanlığımızın bize emrettiğini yapmış ve Tarihe not düşmüş oluruz, böyle davranmakla…

Unutmayalım ki Suudi Arabistan gibi, onların efendisi, yapımcısı İngiliz Emperyalistleri gibi, ABD Emperyalstleri gibi devletler, insan soyunun yüz karasıdırlar. Ve er geç insanlık vicdanında kesinkes mahkum edileceklerdir!..

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

22 Ekim 2018

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email