Halkı kandırmada aynı propaganda ilkelerini kullanıyorlar

Tayyipgiller İktidarı, 2002’den bu yana Nazi Propaganda Bakanı Goebbels’in propaganda tekniklerini, onlarca kat katmerleyerek kullanagelmişdir bugüne dek.

Naziler, eğitimli bir Batı Toplumu olan, sistematik düşünmenin, dolayısıyla da Felsefenin merkezini teşkil eden Almanya’da var olmuşlar ve yok olmuşlardır.

Tayyipgiller ise, Babil-Asur artığı bir Ortadoğu ülkesi olan, kapitalizmce geri, Burjuva Devrimini bile tam olarak gerçekleştirememiş bir Türkiye’de iktidarlarını sürdürmektedirler.

Üstelik de bu bilgi, bilim, kültür eksikliğine ilaveten; bir de 1950’den itibaren ABD Emperyalist Haydudunun icadı “Yeşil Kuşak Projesi”nin en yoğun şekilde uygulandığı ülkelerin başında gelen Türkiye’nin başına musallat edilmişlerdir, Tayyipgiller.

Yani Kur’an’ın da işaret ettiği gibi “Allah’la Aldatılma”ya çok müsait on milyonlarca insanın, Cenneti özleye özleye, açlık, işsizlik ve yoksulluk içinde ölüme hazırlandığı Türkiye’dir burası…

Böyle bir ülkede insanları Allah’la aldatmaktan daha kolay hangi siyaset olabilir ki…

İşte bu sebepten, Goebbels“Yanlışlığı bir süre sonra açık ve kesin biçimde ortaya çıkacak propaganda yalanlarından kaçınmalıyız.”, der.

Çünkü böyle durumlar, bizim kitleler nezdinde güvenilirliğimizi sarsar, bize inanmakta zorluk çeker artık insanlar, der.

Oysa Tayyipgiller, en tepelerinde bulunan Kaçak Saraylı Reis’ten başlamak üzere, yanlışlığı yüzde yüz kesinlikte ortada olan olaylarda bile, durup dinlenmeden yalan söylemekten çekinmemektedirler.

Alın, işte “Kabataş Gelini” yalanını…

Alın işte “Dolmabahçe Camii’nde Geziciler içki içti” yalanını…

Alın işte “CEHAPE camileri ahır yaptı” yalanını…

Bunların gerçeklikle zerre ilgisinin olmadığını hemen her namuslu aydın adı gibi bilmektedir. Üstelik de, Dolmabahçe Camii Yalanı konusunda, caminin İmamı ve Müezzini tek tek açıklamada bulunarak; “Ben Müslümanım, yalan söyleyemem. Gezi Eylemcileri burada ahlâka ve dine aykırı hiçbir eylemde bulunmamışlardır. Sadece yaralılar tedavi edilmiştir camimizde, doktorlar, hemşireler tarafından. Bunda da dinimizce bir sakınca yoktur.”, demiş olmasına rağmen; Tayyip, bu namuslu din adamlarını, bu İslam Ahlâkını taşıyan din adamlarını sürgünle cezalandırmış ve yalanlarını tekrarlamaya devam etmiştir…

“Kabataş Gelini” yalanı konusunda da durum aynıdır. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra, olayın görüntülü süreci ortaya çıkmış ve Tayyipgiller’in bütünüyle yalancı oldukları, kesinkes kanıtlanmıştır.

“Kabataş Gelini” diye adlandırılan, dönemin Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu’nun gelini (şu anki başkan da odur), önündeki çocuk arabasını sürerek, normal bir şekilde sahil yönünden karşı tarafa geçmekte, hiç kimse de ona herhangi bir müdahalede bulunmamaktadır.

Hatta dönüp bakmamaktadır bile…

O anda orada bulunan yüzlerce kişiden biri gibi, o da yoluna gitmektedir…

Bütün bu yalanlar yetmezmiş gibi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Abdullah Akın, katıldığı bir televizyon programında, şöyle diyor:

“Çanakkale ve Bursa’da genelev olarak kullanılan camiler var. Ahır olarak kullanılan camiler var.” (https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/bir-ilahiyatcidan-daha-skandal-sozler-camileri-genelev-yaptilar-2246129/)

Gördüğümüz gibi, o güne dek Tayyipgiller’in diğer mensuplarının söyledikleri yalanlar kesmemiş bu şahsı. O, işi, daha doğrusu yalanı daha hayâsızca bir boyuta sıçratıyor.

“CHP Camileri genelev yaptı.”, demekten bile kendini alamıyor…

Demek ki bunlarda vicdanın, dürüstlüğün, hakkaniyetin zerresi kalmamış…

Kim bilir, belki de hiç uğramamış…

Aslında açıkça suç işliyor bunlar. Milleti birbirine, din temelinde bölüp kışkırtmak, saldırtmak ve boğazlatmak istiyor. Ortaçağ’ın Din ve Mezhep Savaşları yaşatmak istiyor ülkemizde.

TCK’de bunun cezası nettir:

“Halkın (…) ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” (TCK, Madde 216)

Görüldüğü gibi; bunlar din sömürücülüğünde hiçbir ahlâki, vicdani, insani kural tanımamaktadırlar. Ve kendileri gibi “Yeşil Kuşak Projesi” ürünü olmayan, halkımızın diğer bölümünü düşman olarak görmektedirler ve göstermektedirler.

Bunlar, din sömürücülüğünde zincirleme suçlar işlemektedirler aslında. İnsanlarımızı Allah’la aldatarak kündeye getirmekte ve iktidarı böylesi bir sahtekârlıkla, dolandırıcılıkla ele geçirmektedirler.

Bunun cezası da açıktır TCK’de:

“Dolandırıcılık suçunun;

“a) Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle (…) işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” (TCK, Madde 158)

Daha önce de defaatle belirttiğimiz gibi; bunların siyasetteki tek araçları, tek argümanları din alıp satmaktır, din sömürüsüdür.

Başka türlü ABD-AB Emperyalistlerine yandaşlıklarını, vatana ve millete ihanetlerini, gözleri doymaz bir biçimde, ara vermeksizin yaptıkları kamu malı hırsızlıklarını gizleyemeyeceklerini çok iyi bilirler. Kendilerini koyu dindarlar olarak pazarlayarak, halkın gözüne kül serperler…

İşte bu sebepten de, Goebbels’in propaganda tekniklerini katmerlendirirler. Ona, yüze katlarlar. Geliştirirler iyice…

Yani yalanda, iftirada, ihanette, soygun ve vurgunda hiç sınır tanımazlar.

“Nasıl olsa halk Hanzo’dur. Biz ne doğrarsak yutar.”, diye düşünürler…

Acıdır ki, bu düşüncelerinde haksız da sayılmazlar. Halkı tekrar tekrar kandırırlar. Hiçbir hayvanın kanmayacağı, düşmeyeceği tuzaklara, handikaplara düşürürler.

Bunlar, daha önce de söylediğimiz gibi, 6 bin yıl önce Sümer’de ortaya çıkan insanlık düşmanı, asalak Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının günümüzdeki temsilcileridirler.

Bunların o çağlarda da benzerlerini görüp, içyüzlerini iyice tanıyıp iğrendiği için, namuslu din âlimi Abdullah bin Mübarek, tâ Sekizinci Yüzyıl’da, altın değerindeki şu özdeyişini ortaya koymuştu:

“İnsanların en alçağı, din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır.”

Ne yazık ki İslam ülkelerinin tamamı bu türden din adamları ve siyasilerle doludur. Hemen hepsinde de iktidarda olan, böylesi din simsarlarıdır.

Nazi Goebbels’e göre, kitleleri kendi amaçları doğrultusunda yönlendirebilmek için, ülkedeki tüm iletişim araçlarını ele geçirmek gerekir.

Nitekim, Naziler 1933 yılı sonunda Almanya’da o zamanki en aktif iletişim aracı olan Radyoyu ve yazılı medyayı ellerine geçirmiş durumdaydılar.

Tayyipgiller de iktidara gelir gelmez hızla bu işe giriştiler, bildiğimiz gibi.

Tarikatların onlarca, hatta yüzlerce gazete, radyo ve televizyonunu zaten kısa sürede kendilerine bağladılar. Muhalif yayın yapan ATV-Sabah Grubu’nu da, Halkbank ve Vakıfbank’tan üç yıl ödemesiz 750 milyon dolar tutarında kredi alarak AKP’giller yandaşı, Tayyip dostu Ahmet Çalık’ın başında bulunduğu Çalık Grubu, 1.1 milyar dolara almış oldu.

Çatlak ses çıkaran Doğan Grubu’nun Kanal D, CNN Türk, Hürriyet Gazetesi, Posta Gazetesi, Fanatik Gazetesi, D-Smart, YAY-SAT, Radyo D ve Doğan Haber Ajansı; yandaş Demirören Grubu’na 916 milyon dolara satıldı.

Bu paranın da, kuruluş amacı köylüye faizsiz ya da çok düşük faizli, uzun vadeli kredi vermek olan, yani köylüyü kalkındırmak olan Ziraat Bankası’ndan alındı, 700 milyon dolarlık kısmı.

Uzatmayalım; şu anda medyanın yüzde 95’i doğrudan ya da dolaylı biçimde Kaçak Saray’ın emri altındadır artık. Yani yandaşlaşmış durumdadır…

Böylece de dünyada olsun, ülkede olsun, olup biten her şey, yani her olay; çarpıtılıp bozularak, çoğu kez de tersine çevrilerek, Kaçak Saray’ın amaçlarına ve çıkarlarına uygun hale büründürülerek aktarılmaktadır halkımıza. Böylece de halkımızın dünya ve toplum olaylarıyla bağı tümden kesilmiş olmaktadır.

İhanetleri ve hezimetleri, hırsızlıkları ve felaketleri, halkımız hep AKP’giller’in başarılarıymış gibi algılamaktadır artık, bu yandaş medyanın tersyüz etmesi sayesinde.

Goebbels diyor ki; “Propaganda, tek bir merkez tarafından yönetilmelidir.” (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/418/4641.pdf)

Nazi Almanyası’nda bu, Goebbels’in başında bulunduğu Bakanlık tarafından yönetilmekteydi. Türkiye’de de Kaçak Saray’dan yönetilmektedir…

Ara sıra bağımsız yönetim arzusunda bulunanları, hatırlayacağımız gibi, Tayyip ayar vererek hizaya getirmektedir; “Kimse benim adıma racon kesmesin!”, diyerek…

Goebbels diyor ki; “Propagandada aydınları değil, kitleleri hedef alın.” (agy)

Tayyipgiller de, dikkat edersek; “Biz cahillerin ferasetine güveniyoruz.”, diyerek cahil ve yoksul insanlarımızı hedef almaktadırlar.

Çünkü onları Allah’la aldatmak çok kolaydır. Çocuk oyuncağı babındadır…

Okullardaki eğitimin bilimsel ve laik karakterinin yok edilmesi de, aslında hep bu amaca yönelik bir ihanettir…

Kitleler bilimden ve laiklikten kopmuş Ortaçağcı bir eğitim anlayışından geçirilerek bin yıllar öncesinin Medrese talebelerine döndürülmektedirler. Çağı, dünyayı, toplumu anlamaktan aciz, zihin hasarına uğratılmış, kafası Muaviye-Yezid Dini dogmaları ve hurafeleriyle doldurulmuş zavallılar haline dönüştürülmektedirler. Diplomaları olacak ama bilimleri, bilinçleri, görüşleri, kavrayışları olmayacak bu gençlerimizin. Yani bilim açısından hep cahil kalacaklar. Böylece de Tayyipgiller tarafından her zaman kolayca kandırılmaya müsait durumda bulunacaklar.

Goebbels der ki; “İç ve dış düşmanlar yaratın. Ve kitlelerin öfkesini, tepkisini, kinini, nefretini onlara yöneltmesini sağlayın.” (agy)

Nazi Goebbels, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Rusları, daha da açığı Bolşevikleri dış düşmanların başına yerleştirmişti.

İç düşman olarak da Yahudileri ve Komünistleri seçmişti…

Kitlelerin kin ve öfkesini bunlara yöneltmesini amaçlamıştı propagandalarının tümünde.

Dikkat edersek; Tayyipgiller de aynı yöntemi kullanmaktadırlar:

Dış düşman olarak Komünistleri, Saddam Hüseyin’i, Muammer Kaddafi’yi, Beşşar Esad’ı; iç düşman olarak da “CEHAPE Zihniyeti” dedikleri Birinci Kuvayimilliye’yi, Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve silah arkadaşlarını, Laik Cumhuriyet’i, Alevi inanca sahip halk kesimimizi ve biz devrimcileri belirlemiş bulunmaktadırlar.

İşte; “Camide Geziciler içki içtiler.”, “Kabataş’ta benim türbanlı bacıma saldırdılar.”, “CEHAPE camileri ahır yaptı, genelev yaptı.”, tarzındaki aşağılık ve iğrenç yalanlar hep bu propaganda ilkesi mucibince yapılmaktadır.

Goebbels der ki; “Kitlelerin bize bağlılıklarının ve heyecanlarının, fedakârlıklarının, savaşma azimlerinin sürmesi için hep kazanılan zaferlerden söz edin.” (agy)

Dikkat edersek; AKP’giller de dış politikadaki bütün hezimetlerini başarıymış gibi sunmaktadırlar, cahil, bilinçsiz insanlarımıza.

Goebbels der ki; “Führer=Lider olarak sadece Başkanımız Adolf Hitler’den söz edelim. Onun dışında hiç kimseye “Führer” demeyelim.” (agy)

Tayyip de ne yaptı, bugüne kadar?

Kendisine; “Dünya Lideri, Asrın Lideri, Reisimiz”, dedirtti…

24 Haziran sonrasında da; “Bana Başkan diyebilirsiniz.”, dedi medya mensuplarının; “Size nasıl hitap edelim?”, sorusuna karşılık olarak.

Yani aynı Nazi propaganda ilkesi uygulanıyor, Tayyipgiller tarafından da…

Goebbels der ki; “Propaganda, düşmanın politikasını ve eylemini etkilemelidir.” (agy)

Dikkat edersek, Türkiye’de 16 yıldan bu yana gündemi, bir iki istisna hariç, hep Tayyipgiller belirlemektedir. Yani diğer burjuva partileri AKP’giller’e karşı hiçbir etkili propaganda ve politika üretememektedir, ortaya koyamamaktadır. Buna günümüzde “gündem mühendisliği” denmektedir.

İşte o işi sadece Kaçak Saraylı Reis ve avanesi yapmaktadır, 16 yıldan bu yana Türkiye’de. Tabiî onları da yöneten, ABD Emperyalist Çakal Devleti’dir, onun CIA’sıdır, Pentagon’udur, Washington’udur.

Goebbels der ki; “Algılanması için, propaganda dinleyicinin dikkatini uyandırmalı ve dikkat çeken bir komünikasyon aracı ile yayımlanmalıdır.” (agy)

Tayyipgiller’in elinde, Türkiye’nin yukarıda da belirttiğimiz gibi, iletişim araçlarının yüzde 95’i bulunmaktadır. Bunlara ilaveten, Valilikler, Kaymakamlıklar, İmamlar, Müezzinler, Tarikatlar, Şeyhler, Müritler hep Tayyipgiller’in emrindedir ve onlar adına konuşmaktadır, davranmaktadır; özetçe çalışmaktadır.

Bir propaganda konusu ortaya attıkları anda, bunu Türkiye’nin en ücra köşesinde yaşayan insanlarımız bile anında duyabilmektedir.

Dikkat edersek; kullandıkları propaganda malzemeleriyle yani yalanlarla, iftiralarla dindar kitleleri laiklere karşı hemen savaşa yönlendirecek denli etkili şeylerdir.

Goebbels der ki bir propaganda ilkesinde; “Propagandanın çıktısının (output) gerçek veya yalan oluşu sadece kaynağın güvenilirliğine bağlıdır.” (agy)

Hep görüp tanık olduğumuz gibi, propaganda, başta Tayyip gelmek üzere, Tayyipgiller avanesinden din adamları, siyasetçiler ve devlet adamları tarafından yapılmaktadır. Allah’la aldatılarak meczuplaştırılmış, zihin hasarına uğratılmış, çağı kavramaktan aciz hale getirilmiş zavallı insanlarımız, Tayyip’e taparcasına bağlı bulunmaktadır.

Bu acı gerçeği Tayyip’in 24 Haziran sonrasında Ekonomiden ve Hazineden Sorumlu Bakan yaptığı, MGK ve YAŞ üyesi yaptığı Damat Berat Albayrak, büyük bir övünçle şöyle dile getirmektedir:

“Geçenlerde seçmen vatandaşlarımızla konuşurken, biri dedi ki, “Valla Ak Parti’ye o kadar güveniyoruz ki Sayın Bakanım. Cumhurbaşkanımız çıksa, şuradan Ay’a kadar 4 şeritli yol yapacağım dese, Vallahi inanırız.”(http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/986808/Albayrak___Cumhurbaskanimiz__Ay_a_4_seritli_yol_yapacagim__derse…_.html)

İşte, böylesine zihin hasarına uğratılmış insanların oylarıyla yapılan bir seçime “demokratik seçim” deniyor Türkiye’de…

Böylesi kitleler, Ortaçağ’ın tarikat müritleridir. Zerre farkları yoktur onlardan.

Tayyip ve avanesi de, dikkat edersek, hep bu seviyedeki kitleleri hedef almaktadır propagandalarında. 16 yıldan bu yana yapılanlar da, yoldan, köprüden, inşaattan, AVM’den başka hiçbir şey değildir.

Bir tek olsun tüten fabrika bacası yapılmamıştır, AKP’giller iktidarında. Tam tersine; var olanlar da elden çıkarılmış, yerli-yabancı Parababalarına yok yere peşkeş çekilmiştir. Tarımın, hayvancılığın kökü kurutularak köyler boşaltılmıştır. Nohuttan mercimeğe, fasulyeden baharata, ekmeklik undan-buğdaydan kırmızı ete kadar dışarıdan alınır duruma getirilmiştir Türkiye.

Yollar, köprüler de hep yandaş havuz Parababalarının, “Milletin a…’na koyacağız” diyen ahlâksız vurgunculardan derleşik Parababalarının, yabancı tekellerle el ele vererek katmerli soygun yaptıkları vurgun ve talan icraatları olmuştur hep. Bu yollar ve köprüler aracılığıyla kanını soğurmaktaktadır yoksul halkın.

Üstelik de bunlar yapılırken şehirlerimiz, Tarihimiz, doğamız katledilmiştir hep. Tarihimizi ve vatan topraklarını da talan ettirerek ihanet üzerine ihanet gerçekleştirmektedir, AKP’giller.

Goebbels, ilkelerinden birinde aynen şunu ortaya koyar:

“Düşman propagandasının amaç, muhteva ve etkenliği; bir mesaj sunumunun kuvveti ve etkileri, ve o andaki propaganda kampanyasının doğası, düşman propagandasının görmezlikten mi gelineceğini, yoksa red mi edileceğini belirler.” (agy)

Dikkat edersek, arkadaşlar; Patagonya’daki bir gazeteciye bile anında laf yetiştiren Tayyip Erdoğan, efendisi olan ABD ve AB Emperyalist Haydutlarının emri doğrultusunda Ege’de Yunanistan’a 2004 ve 2008 yılları arasında peşkeş çektiği 18 Adamız konusunda hiç tık dememektedir. Bu konuda bizim eleştiri ve suç duyurularımız olsun, namuslu asker, Milli Savunma Bakanlığı Eski Müsteşarı Ümit Yalım’ın ortaya koyduğu belgeli eleştirileri olsun; bugüne dek Tayyip’in ağzından konuya ilişkin bir tek sözcük çıkaramamıştır.

Ölü numarasına yatmaktadır Tayyip bu konuda…

Bunun sebebi, Goebbels’in yukarıda aktarmış olduğumuz propaganda ilkesidir. Adı gibi bilmektedir ki, bu konuda yapacağı her savunma, onun vatan topraklarının bir bölümünü, iktidarını sürdürebilmek uğruna, Yunanistan’a satarak işlemiş olduğu “Vatana İhanet” suçunu örtmeye yetmeyecektir. Tam tersine; o suçun kitleler nezdinde daha da görülmesine, bilinmesine yol açacaktır.

Goebbels bir propaganda ilkesinde de şunu ortaya koyar:

“Düşmanın prestijini kıracağı zaman veya propagandacının kendi amaçları için yararlı bir destek olacağı zaman düşman propagandasından elde edilen materyaller kullanılabilirler.” (agy)

Tayyip de yüzde yüz değerinde gerçeklik taşıyan 17-25 Aralık Geriz Patlaması belgelerini, Man Adası belgelerini kullandı, dikkat edersek.

17-25 Aralık tapeleri için “sahte” dedi.

Yeni CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu Man Adası Belgeleri için “iftira” dedi. Üstelik de Kılıçdaroğlu’na bir buçuk milyon liralık tazminat davası açtırdı.

Tayyip’in bu tutumu da bütünüyle Goebbels’in yukarıda ortaya koyduğu propaganda ilkesi doğrultusundadır.

Goebbels, bir ilkesinde de şöyle der:

“Kaynağı daha az güvenilirlik taşıyan veya istenmeyen etkiler yaratacağa benzeyen ‘beyaz’ propaganda yerine ‘kara’ propaganda kullanılmalıdır.” (agy)

Bu ilkeyi de olduğu gibi benimser AKP’giller. Belde, mahalle ve köy çalışmalarında şöyle dedirtirler, meczuplaştırılmış taraftarlarına:

“Kemal Kılıçdaroğlu Alevidir. Bunlar gusül abdesti bilmez. Cenabet gezerler.”

“Muharrem İnce her gün içki içen bir içkicidir. Dolayısıyla da bunlara oy mu verilir?..”

Zavallı bilinçsiz insanlarımızı böyle iğrenç yalanlarla avlayarak onları kendi saflarına çekmeyi, çekilmiş olanlarını ise sağlam bir şekilde orada tutmayı amaçlarlar.

Goebbels şunu der, bir ilkesinde de:

“Propaganda sahibi liderler propagandanın işini kolaylaştırabilirler.” (agy)

Tayyipgiller, aynen kullanırlar bu ilkeyi de. İşte bu sebeple Tayyip’e kutsallık atfederler. Onu Peygamber’le ve hatta Allah’ın sıfatlarına sahip olduğunu iddia ederek, Allah’la eş tutma sapkınlığına kadar götürürler işi.

Böylece de, AKP’giller’i ve Reis’ini savunmaya yönelik her yalan, bu zavallılaştırılmış, Allah’la aldatılmış kitleler nazarında gerçeğin tâ kendisi olarak görülür.

Bir yerde de şöyle der, Goebbels:

“Propaganda her olaya ve kişiye belirli bir ifade veya slogan takarak işlemelidir.” (agy)

Kaçak Saraylı Reis ve avanesi, Goebbels’in bu ilkesinde de sadakatle bağlıdır.

Ne der Suriye’nin Antiemperyalist, Vatansever ve Türkiye Dostu Devlet Beşşar Esad’a?

“Zalim Esed!”

10 küsur yıl boyu ortaklık edip yan yana çalışarak Laik Cumhuriyet’i birlikte yıktıkları Pensilvanyalı Feto’yla Ganimet Paylaşım Savaşı’na tutuştuklarından sonra ne demişti ona karşı?

“Paralel Devlet Yapılanması, FETÖ, Haşhaşiler…”

Yeni CHP’nin Başkanına ne der Tayyip?

“Bay Kemal.”

Muharren İnce’ye “Bay Muharrem.”

Birinci Kuvayimilliye’nin Önderleri Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’ye “İki Ayyaş.”

Ve Mustafa Kemal ve İnönü’nün Gerçek CHP’sine “CEHAPE Zihniyeti.”

Ve şöyle der, Goebbels bir ilkesinde:

“Yurt içine yöneltilecek olan propaganda, hayal ve umut kırıklığıyla karşılaşan kitlelerde, hayal kırıklığının etkilerini azaltmalıdır.” (agy)

İşte Tayyipgiller de propagandalarında bu ilkeyi de sadakatle uygulamaktadırlar. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, dış politikaları baştan sona hezimetlerle doludur. Diz çökmelerle doludur. Nedamet getirmelerle doludur.

Hâlbuki onlar, ellerindeki medya gücüne güvenerek, olayları tersyüz edip aktarmaktadırlar ve onları büyük başarılar gibi sunmaktadırlar insanlarımıza.

Yanlışlığı hiçbir şekilde gizlenemeyecek, örtülemeyecek olan durumlarda da; “Aldatıldık. FETÖ bizi aldattı. PKK bizi aldattı. Amerika bizi aldattı.”, diyerek mağduru oynama yoluna girmektedirler. Bu şekilde de kitlelerin acıma duygularını sömürmeye çalışmaktadırlar.

İsterseniz daha fazla uzatmayalım bu örneklemeleri.

Kaçak Saraylı Reis ve avanesi, Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in ortaya koyduğu ilkeleri, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ona, yüze katlayarak kullanagelmiştir, bugüne dek. Dolayısıyla da Goebbels bile bunların yanında ağzı süt kokan bebe gibi kalmıştır.

Kaldı ki Goebbels’in zamanında en etkili iletişim aracı Radyoydu. Onun ardından da günlük yazılı basındı. Ara sıra başvurdukları bildiri, broşür yayınıydı.

Oysa Tayyipgiller’in elinde yüzlerce televizyon, radyo ve gazete bulunmaktadır. Ayrıca da tarikatlar, camiler, Kur’an kursları, İmam Hatip Okulları, hep Tayyipgiller’in birer propaganda yuvası olarak çalışmaktadır.

Arkalarında da ABD Emperyalist Çakal Devleti ve onun casus örgütleriyle birlikte Avrupa Birliği Emperyalistleri bulunmaktadır.

İşte bu sınırsız propaganda imkân ve olanakları, güçleri sayesinde, insanlarımızı Allah’la aldatabilmekte, zihin hasarına uğratabilmekte, sürekli psikolojik harekât altında tutabilmektedirler.

Fakat unutulmamalıdır ki, nasıl Nazilerin, Musollini’lerin, Franco’ların, Pinochet’lerin, Videla’ların, Suharto’ların, Şah Rıza’ların, Enver Sedat’ların sonu geldiyse; bunların da mutlak surette sonları gelecektir!

Acıklı sonlarıyla karşılaşacaktır bunlar da, er veya geç!

Bundan kimsenin kuşkusu olmasın…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

17 Temmuz 2018

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

Print Friendly, PDF & Email