Yeni CHP’nin Sorosçu Kemal’i yine yaptı klasiğini…

Yeni CHP’nin Sorosçu Kemal’i yine yaptı klasiğini

Maltepe’de toplanan içtenlikli, saf, CHP’ye gönül vermiş insanlarımızı satıp geçti…

Tabiî burjuva politikacıları hiçbir zaman maskesiz dolaşamazlar. Oldukları gibi görünemezler. Hep ikili oynarlar, hep maskelidirler, hep hak, hukuk, adalet, demokrasi, özgürlük gibi soyut, kutsal kavramları kullanırlar.

Dikkat edin; insan soyunun başdüşmanı emperyalist çakal ABD de, Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya, Suriye’ye hep özgürlük ve demokrasi getirme masallarıyla daldı, cehenneme çevirdi Ortadoğu Halklarının coğrafyasını.

Kılıçdaroğlu ve avanesi de, hemen herkesin bildiği gibi, CIA, MOSSAD ve Feto üçlüsünün gerçekleştirdiği bir kaset operasyonuyla CHP’nin başına getirilmişti. Yani bu yönetim, apaçık bir biçimde bir CIA operasyonuyla işbaşına getirilen bir yönetimdir. Geldikten sonra da giriştiği tasfiyeler ve oluşturduğu yönetim kadrosuyla CHP’yi tam bir proje partisi haline getirdi. TR 705’ler, Ekmek için Ekmeleddin’ler, Mustafa Kemal’e “Kefere Kemal” diye saldırmaktan kendini alamayan Pontusçu Bekaroğluları, Mustafa Kemal’i de Ermeni Soykırımcısı olmakla suçlayan ve bu emperyalist yalanla kafayı bozmuş Selina Doğan’lar, Finans-Kapital ajanı Sencer Ayata’lar vb… Bunların tamamı da Birinci Kuvayimilliye ve Mustafa Kemal düşmanıdır. Sorosçu Kemal dahil, Türkiye’yi soykırımcılıkla suçlayan emperyalist hizmetkârlarıdır. Laiklik filan da umurlarında değildir hiç.

Bunlar adları gibi bilirler; Türkiye’de iktidarları kimin getirdiğini, kimin götürdüğünü. Ve her 4 ya da 5 yılda bir seçim sandıklarından hangi partinin ne kadar oya sahip olarak çıkarılmış olacağını kimin belirlediğini…

Tabiî bu kurşunî, karanlık güç de hep CIA’dır, Pentagon’dur, Washington’dur. O yüzden de onlara hizmetten ve onların her buyruğunu büyük bir heveskârlıkla yerine getirmekten asla geri durmazlar. Hiç kusur etmezler bu konuda. Hatta zevk alırlar, bu utanç verici işlerinden.

Meclisteki diğer Amerikancı üç burjuva partisi de aynı kategoridendir. Toparlarsak konuyu; yukarıda da söylediğimiz gibi, ülkemizin de içinde bulunduğu İslam Dünyası cehennemi yaşamaktadır, 1990’dan bu yana. Bu cehennemin harareti ve üzerinde yükselen kara dumanlar da günbegün yoğunlaşarak artmaktadır. Yani gün günden kara gelmektedir.

İşte 16 Nisan’dan bu yana, tam 73 şehit verdik. Gencecik, hayatlarının baharındaki vatan evlatları düştü bir bir kara toprağa.

Kim yönetmektedir bu savaşı?

Herkesin bildiği gibi Amerika. CIA, Pentagon, Washington…

Fakat dikkat edin; Meclisteki bu Amerikancı Dörtlü Çetenin bir tek sözcüsü olsun Amerika’ya bugüne dek yaptığı bu katliamlardan dolayı, bu İslam kanı içiciliğinden dolayı bir tek laf olsun edebilmişler midir?

Hayır.

Sorosçu Kemal, 15 Temmuz ve 16 Nisan sonrası ABD’nin ve CIA’nın onu kısa süreliğine de olsa pusulasız bırakmasından dolayı fena yalpaladı. Kaçak Saray önünde tam bir teslimiyet ve diz çöküş sergiledi. Bundan dolayı da liderliği, kredibilitesi yerlerde sürünür hale geldi. İşte fena halde bozulmuş imajını düzeltmek ve devrilmek üzere olan koltuğunu sağlamlaştırmak için yürüyüşe geçti. Adını da “Adalet” koydu, yürüyüşünün.

Adalet, yukarıda da belirttiğimiz gibi, olumlu, soyut kavramlardandır.

Sınıflı Toplumlar dünyasında her sınıf, tabaka ve zümrenin kendine göre-kendi sınıf çıkarlarının gözetimine göre bir adalet anlayışı olur. Hepsi kendi dünya görüşü çerçevesinde tanımlar ya da içini doldurur, anlamlandırır, adalet sözcüğünü.

Mesela; Tayyip’in bir adalet anlayışı vardır. Onun ideolojisine göre Türkiye Halkının yüzde 99’u Müslümandır, bundan dolayı da Türkiye’yi açıktan Müslüman kimliğiyle ön plana çıkmış kişilerden oluşan iktidarlar yönetmelidir. Devlet de dini esaslara göre oluşturulmalıdır. Yani bir Muaviye-Yezid Dini devleti olmalıdır. Ancak bu gerçekleşince adalet sağlanmış olur. Laiklikse, ona göre dinsizliktir.

Parababalarının bir adalet anlayışı vardır. Onlara göre ekonomiyi döndüren çark sermayedir. Dolayısıyla da sermayedarlar, ekonomi dünyasının kanunlarını belirleyenler olmalıdır. İşçiler, onların belirledikleri kanunlara, kurallara kesinkes uymalıdırlar. Ancak bu sayede ekonomik hayatın adaleti sağlanmış olur.

Mesela ne dedi geçenlerde TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, Tayyip’e hitaben?

“Çalışmaları devam eden esnek çalışma sistemi ve Kıdem Tazminatıyla ilgili düzenlemeler, hem işveren hem de çalışanlar için çok önemli bir fırsattır.” (17 Haziran 2017, http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-tim-odul-torenine-katild-40493406)

Demek istiyor ki bu Parababası; Kıdem Tazminatı yok edilsin. Kapitalistler, işçiyi bir mal gibi istedikleri miktarda ve sürede kullanır olsunlar. Yani işi gerektirdiğinde 3 gün, 5 gün, 5 ay, 6 ay çalıştırsın; gerektirmediğinde de kapının önüne koyuversin işçiyi. Hani tıpkı bir araç gibi… Diyelim bir çekiciniz var, bir tornavidanız var, onu lazım olduğunda kullanırsınız, olmadığında da malzeme çantasına atıverirsiniz…

TİM Başkanı’nın adalet anlayışı bu. Tüm Parababalarınınki de aynıdır. Çünkü onların sınıf çıkarı, en büyük miktarda sömürü yapabilmeleri neyi gerektiriyorsa onun adaletli olduğunu emreder.

İşçi Sınıfınınkiyse, kuşkusuz, tam tersini gerekli kılar. İşçinin de herkes gibi, her şeyden önce bir insan olduğunu, vazgeçilmez hakları olduğunu ve yarattığı değerin karşılığının bütünüyle eline geçmesini emreder, öngörür. Herkes emeğine göre pay alsın, der. Kimse kimsenin emeğini, karşılığını ödemeden gasp etmesin, der. Bu bakımdan, İşçi Sınıfıyla Kapitalistler arasında uzlaşmaz bir sınıf karşıtlığı vardır. Yani çıkarları arasında, dünya görüşleri arasında kesinkes bir karşıtlık, zıtlık vardır. Dünya görüşleri de bu zıtlıklara göre oluşur. Muhteviyat (İçerik) ve şekil kazanır… İşte bu doğrultuda da adalet anlayışları birbirinin tam karşıtıdır.

Kılıçdaroğlu, harcıâlem, içi boş bir Kabuktan ibaret olan “adalet” sözcüğüyle çıktı yola. Sadece onun yazılı olduğu dövizin taşınmasını şart koştu.

Böylece de, aslında hiçbir şey dememiş oldu. Yani yürüyüşünü anlamlandırmamış oldu. Ortaya stratejik bir hedef koymamış oldu.

Ne dedi bir de?

“Adalet herkese lazım.”

Şimdi bu da aslında bir şey söylememiş olmaktır. Çünkü buna karşı çıkan, dünyada akıl sağlığı yerinde olmak kaydıyla hiç kimse olamaz. O bakımdan, bu türden, yani herkesin bildiği şeyleri, yeni bir bilgi veriyormuşçasına söyleyenlere, Lapalis’in Hakikatini tekrarlamış oluyor denir.

Bu şu demektir:

Bir kimse, öldüğü zaman ölmüş olur…

Yani böylesine apaçık ve kesinkes, herkesçe bilinen bir şeyi, bir kez de tekrarlayan söylemiş olur.

Onun bu boş konuşması, burjuva yazarçizerler tarafından da eleştiri konusu yapıldı. Avanesi de bunun üzerine yürüyüş sonunda Maltepe Meydanı’nda yapacağı mitingdeki konuşmasına ilişkin bir talepler listesi hazırlamışlar, 10 maddelik. Ama baktığımız zaman, bunların da sade suya tirit, kuru gürültüden başka bir ciddiyeti olmadığını gördük.

Genelini değerlendirdiğimiz zaman, onun asla ezilen ve sömürülen kitlelerin safında ve yanında olmadığı net biçimde ortaya çıkar, anlaşılır.

Burada önemli yön; Kılıçdaroğlu, bu taleplerini Tayyipgiller’in karşılamasını ister. Böylece de onların meşruiyetini ve Laik Cumhuriyet’i yıkarak yerine geçirdikleri gayrimeşru çete devletini ve çete hukukunu kabul etmiş olur.

Oysa biz ne diyoruz?

Ortada meşru bir siyasi iktidar yok. Ortada bir Anayasa yok, bir Yargı yok, meşru bir devlet yok. AKP’giller; 15 yıldan bu yana Pensilvanyalı İmam’ın cemaatiyle el ele vererek ve tüm tarikat yuvalarıyla, din derebeylikleriyle el ele vererek Laik Cuhmuriyet’i yıkmışlardır. Onun yerine dinci bir çete devleti kurmuşlardır. Uluslararası hukuk açısından zerre kadar bir değeri yoktur, bunların hukukunun. Eğer evrensel hukukun azıcığı olmuş olsaydı Türkiye’de; AKP’giller’in kadrolarının tamamının, işledikleri binbir suçtan dolayı, onlarca, yüzlerce kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış olarak cezaevlerinde yatıyor olmaları gerekirdi.

Kılıçdaroğlu, bizce çok net görülen bu Türkiye gerçeğinin zerre miktarını olsun görür değildir. Ve onun konuşmasında da, yer almaz böyle bir tespit. Çünkü onlar, aynı yolun yolcusudurlar, aynı efendinin hizmetkârıdırlar. Açıkçası, bunların tamamı ABD yapımıdır, ABD projesidir ve ABD işbirlikçisidir. Dolayısıyla da, aralarındaki iktidar muhalefet kavgası tümüyle düzen içi, sistem içi, kapalı devre bir kavgadan ibarettir. Bir oyun, bir hiledir, onların kavgası aslında. Halkı kandırmaya, avlamaya, ABD yörüngesinde tutmaya yönelik bir düzendir, bir dolaptır…

Gelelim meselenin bir diğer çok önemli yönüne:

Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının tamamında ABD’ye ilişkin, AB’ye ilişkin, Siyonist İsrail’e ilişkin tek bir sözcük bile geçmez. Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi, bölgemizin ve ülkemizin temel gerçeği, bu emperyalist haydutların, bu insanlığın başbelası çakalların BOP çerçevesinde, o halk düşmanı CIA projesini hayata geçirmek için tüm Ortadoğu coğrafyasını ölüm tarlalarına, üzerinde cehennemin en koyu dumanları tüten yangın yerine çevirmiş olmalarıdır.

Bunu görmezlikten geldiğiniz anda, ya da bu can alıcı gerçeğe sırtınızı döndüğünüz anda sizin tüm yapıp ettikleriniz bir sahtekârlıktan başka hiçbir şey değildir. Ve siz, bir Amerikan işbirlikçisinden, Amerikan hizmetkârından, bir vatan millet, halk düşmanından başka hiçbir şey değilsinizdir.

Kılıçdaroğlu, bırakalım bu gerçeklerden söz etmeyi; o başka havadadır. O, yürüyüşü anında bir kez daha efendilerine mesaj göndererek selam çakmayı ihmal etmez. Guardian’a ve New York Times’a gönderdiği yazılarında, kendilerinin “liberal demokrasi” savunucuları olduklarını bir kez daha altını çizerek belirtir.

Liberal demokrasi…

Emperyalist sistemin çarklarından biri içinde yer almayı kabul ederek ona hizmet etme, onunla bütünleşme anlamını taşır bu terim.

“Efendiliğini sizin yaptığınız dünya sömürü sistemi-emperyalist dünya sömürü sistemi, sömürü çarkı içinde biz de yer almak istiyoruz. Bizi görün. Biz hizmete amadeyiz.” mesajı vermektir bu.

Dün Odatv’de yer alan bir değerlendirmesinde Barış Zeren’in de açıkça belirttiği gibi CHP, uzun yıllardan beri “sosyal demokrasi”den vazgeçip vahşi kapitalist sistem içinde oynamayı seçmiş bulunmaktadır. Şöyle dile getirir, Barış Zeren bu tespitini:

“(…) bütün dünyada yükselen “illiberal” yani –CHP çevirisiyle– “özgürlük düşmanı” popülistlere karşı “liberal” yani “özgürlükçü demokratlar” yeni demokratik araçlar geliştirmeli” ve “bunları uluslararası düzeyde paylaşmalı” diyor. Bu sözlerde, liberalizme uzun süredir kaymış CHP’nin Batı ile aynı frekanstan konuşma, bütün dünyadaki gündemle Türkiye’yi ortaklaştırma kaygısı olduğu çok açık.” (http://odatv.com/yazar/baris-zeren/kilicdaroglu-dis-mudahale-cagrisinda-bulundu-mu-0907171200.html)

Kılıçdaroğlu, bizde sizi rahatsız edecek hiçbir anlayış yok. Tam tersine; biz de sizin ekonomik sisteminizi benimsiyor ve savunuyoruz. Dolayısıyla da size hizmete hazırız, demiş oluyor bir kez daha.

Bunlar böyle işte, arkadaşlar…

Tüm Amerikan uşaklarına olduğu gibi, Yeni CHP’nin tepesine tünetilmiş Sorosçu Kemal ve avanesine de bu sebepten düşmanız işte biz.

Burada çağrışım oldu:

Namuslu, yiğit ozanımız Mahsuni Şerif o güzel türküsünde ne diyordu?

Defol git benim yurdumdan 

Amerika katil katil 

Yıllardır bizi bitirdin 

Amerika katil katil

 

Devleti devlete çatar 

İt gibi pusuda yatar 

Kan döktürür silah satar 

Amerika katil katil

 

Japonya’yı yiyen velet 

Dünyadaki tek nedamet 

İki yüzlü kahpe millet 

Amerika katil katil 

 

Su diye yutturur buzu

Gafil düştük kuzu kuzu 

Dünyanın en namussuzu 

Amerika katil katil 

 

İnsanlıkta ırk sarısı 

Küstü dünyanın yarısı 

Vietnam’ın pis karısı 

Amerika katil katil

 

Mahzuni şerif uyuma 

Gün geldi çattı akşama 

Bizden selam Vietnam’a 

Amerika katil katil… 

 

İşte biz bu sebepten, yıllardan beri hep ne diyoruz?

“Katil ABD Ortadoğu’dan defol diyemeyen her siyasi ya gafildir, ya hain!”

Bunlarınki tabiî ki gafillik değil artık. Çünkü bunların tamamı ABD devşirmesidir. Partileri de, geldikleri durum itibariyle birer proje partisidir. Dolayısıyla da bunların yapıp ettikleri düpedüz ihanettir, katmerlisinden.

Tabiî böyle olunca da adalet kavramı bunların ağzında diğer olumlu değer taşıyan tüm soyut kavramlar gibi; demokrasi, özgürlük, hak, hukuk gibi, birer kandırmacadır, boş lakırdıdır. Aynı zamanda da kirletilmiş olur, bunların kullanmasıyla bu kavramlar.

Daha önce de söylediğimiz gibi, ABD Haydut Devleti ve müttefikleri, 1990’dan bu yana 10 milyon civarında masum Müslümanın kanını içecekler; sen de ona bu canavarlıklarında yerli piyon olarak yardımcı olacaksın, müttefik olacaksın; ondan ikbal, makam, iktidar bekleyeceksin: onun bir dediğini iki etmeyeceksin; ve sonra da büyük bir utanmazlıkla adaletten bahsedeceksin. Hadi be!..

Ne diyordu yiğit ozanımız Âşık İhsani, her bir dizesi bir tüfek gibi patlayan türkülerinde?

Dedim hak adalet

Tuu dedi yere

Arkasından baltasını biledi

Yeni CHP’nin Sorosçu Kemal’i 442 km yol tepti. Ama karşılığını da aldı. Sallanıp çatırdayan, her an çökebilecek olan koltuğunu sapasağlam hale getirdi. Onun için amaç hâsıl olmuş oldu. Gerisinin hiçbir önemi yoktu artık.

Bu yüzden de, dün Maltepe Meydanı’nı dolduran, Özgür Özel’in açıklamasına göre 1 milyon 6 yüz bin civarındaki içtenlikli, saf, temiz, CHP’ye umut bağlamış insanımızı bir kez daha gözünü kırpmadan ve duraksamadan satıp geçti…

Biz boşuna feryat etmemiştik, 2015’teki TRT Konuşmalarımızda:

“Saygıdeğer Halkımız!

“Bunların yalanlarına kanma. Peşlerine düşme. Bunlara bin defa inansan bin defa harcarlar, satarlar seni. Kuşlar gibi tuzağa gitme. Bize kulak ver. Bizi anlamazsan bunların binbir yalanıyla nasıl başa çıkabilirsin?”

 

Evet, Saygıdeğer Halkımız;

Bizi tam anlamıyla anlamadığın sürece bunların yalanlarıyla başa çıkamazsın. Bize kulak ver. Araştır, sorgula dediklerimizi. Medrese öğrencileri gibi inanç düzeyine getirdiğin kanaatlerinle bakma meselelere. Olaylar durup dinlenmeden akar, gelişir ve değişir. Sürekli araştır, sebepleri bulmaya çalış. Yoksa yanılırsın, kanarsın kandırılırsın…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

10 Temmuz 2017

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı

 

Print Friendly, PDF & Email