27 Mayıs 1960 Politik Devrimini 51. yıldönümünde kutladık

YAŞASIN 27 MAYIS POLİTİK DEVRİMİ

27 Mayıs 1960 Politik Devrimi‘ni 51. Yıldönümünde HKP İl Örgütleri olarak İZMİR‘de Karşıyaka Çarşı girişinde, ANKARA‘da Sakarya Meydanında, BURSA‘da Kent Meydanında, İstanbul‘da Taksim’de yaptığımız eylemlerle kutladık. Halkın Kurtuluş Partisi; AB-D Emperyalizmi ve yerli satılmışlar cephesi ile  tüm gerici, işbirlikçi, gafil ve hainlere inat 27 Mayıs Politik Devrimi’ne her zaman sahip çıkacaktır. Gün gelecek AB-D Emperyalistleri ve yerli işbirlikçileri  tüm Halkımıza yaptıklarının hesabını verecektir.

Okunan Basın Açıklaması:

27 MAYIS; DEVRİMCİ GELENEKLİ ORDU GENÇLİĞİ’NİN “ANAYASA VE HUKUK DIŞI TUTUM VE DAVRANIŞLARIYLA MEŞRULUĞUNU KAYBETMİŞ BİR İKTİDARA KARŞI DİRENME HAKKINI KULLANARAK” GERÇEKLEŞTİRDİĞİ POLİTİK BİR DEVRİMDİR

 

12 Mart ve 12 Eylül ise fosilleşmiş generallerin “emir komuta zinciri içinde ve emirle” yaptıkları AB-D ve dolayısıyla CIA destekli faşist darbelerdir.

Bu her üç hareketin de Ordu tarafından gerçekleştirilmiş olması, özellikle son yıllarda, hepsinin eşitlenmesine ve hatta “darbelerin başlatıcısı, darbelerin anası” denerek, 27 Mayıs’a daha çok küfredilmesine yol açmaktadır. Kendisine “sosyalistim” diyen bazı gafillerin dahi 27 Mayıs’a saldırdığını, 27 Mayıs’ın devirdiği Amerikancı Bayar-Menderes’i “demokrasi kahramanı” ilan ettiklerini görmekteyiz.

Öyle ki, CIA, MOSSAD ve Fethullah operasyonuyla CHP’nin Genel Başkanlık koltuğuna oturtulan K. Kılıçdaroğlu bile 27 Mayıs 2010’da yaptığı açıklamada; “27 Mayıs’ı yapanlar bugün utanıyorlar.” diyebilmiştir.

Bir zamanlar herkesin göğsünü gere gere savunduğu, “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutladığı 27 Mayıs’a, O’nun topluma kazandırdıklarına sahip çıkmak günümüzde neredeyse kahramanlık yapmakla eş anlamla hale gelmiştir. Geçmişte 27 Mayıs’ı sahiplenen bazı Kemalist çevreler dahi bugün bu sahiplenmeyi bırakmış durumdadırlar. Bütün bunlara karşın Partimiz 27 Mayıs’a sahip çıkmaya devam etmektedir, edecektir de…

27 Mayıs’a gelmeden önce ülkemizde halk düşmanı bir iktidar vardı: Demokrat Parti (DP). Bu iktidar; Bakanlarını dahi ABD’nin onayını almadan atayamazdı…  Meclis kararı almadan, Kore’ye ABD’li generaller komutasında savaştırılmak üzere asker gönderdi ve ABD Emperyalizminin pis çıkarları için 1350 gencimizin hayatını kaybetmesine neden oldu. 1952’de Türkiye’yi NATO’ya sokarak Türk Ordusu’nu yine ABD’li generallerin komutasına verdi… Türk parasının değerini yüzde 320 oranında düşürdü. Parababalarının sömürüsü ve talanları akıl almaz boyutlara ulaştı.

Milletvekillerinden oluşan “Tahkikat Komisyonu” eliyle her türden muhalefeti susturmaya, direnenleri hapislere doldurmaya başladı… ‘‘Vatan Cephesi’’ adlı uyduruk bir sözde “cephe” kurarak toplumu Demokrat Partililer ve diğerleri diye ikiye böldü… Dönemin Başbakanı A. Menderes, meydanlarda; “ben odunu aday göstersem o da seçilir”, Meclis Grubunda da; “Siz isterseniz Hilafeti bile getirebilirsiniz” diyerek nutuklar atıyordu. Kısacası bu iktidar, halkla hiçbir ilgisi olmayan, tamamen bir avuç yerli yabancı Parababası ile Antika Tefeci-Bezirgânın çıkarlarını savunan ABD kuklası ve Ortaçağ özlemcisi bir iktidardı…

Bayar-Menderes iktidarının bu halk düşmanı saldırılarına karşı başta Asker-Sivil Gençliğimiz olmak üzere yurtsever-namuslu aydınların direnişleri yaşanıyordu. Bu direnişlere de azgınca saldırıyorlar, Turan Emeksiz, Nedim Özpolat gibi devrimci gençlerimiz şehit ediliyordu. Ankara’da iktidarı protesto eden Harbiye Öğrencileri ise okuldan atılmak ve zindanlara tıkılmak isteniyordu. En küçük bir demokratik tepki dahi zulümle bastırılıyordu. Artık bu zulme daha fazla sabredilemezdi…

Devrimci Gelenekli Ordu Gençliği’miz, 27 Mayıs gecesi bir vuruşta, Amerikancı Parababaları iktidarını kendini en güçlü zannettiği bir günde alaşağı etti… Bir gecede bütün “Vatan Cephe”leri, “Tahkikat Komisyon”ları, “isterlerse hilafeti dahi getirecek olan” milletvekilleri, bakanları tuzla buz oldular. Başta İşçi Sınıfımız gelmek üzere geniş halk kitleleri ise derin bir nefes aldı. Ülkeye sınırlı da olsa Demokrasi ve Özgürlük ortamı geliverdi.

61 Anayasası ile Düşünce ve Örgütlenmenin önündeki engeller kaldırıldı. Bu Anayasa ile ilk kez iktidarların kanunsuzluklarını, keyfi davranışlarını yasal kılıfa büründürme girişimlerini engellemek için Anayasa Mahkemesi kuruldu… 1963’te yeni bir İş Kanunu ile buna uygun Sendikalar Kanunu, Toplusözleşme ve Grev Kanunları kabul edildi. Gerçek Sınıf Sendikacılığının yolu açıldı. İşçi Sınıfımız örgütlenme ve hak arama özgürlüğüne kavuştu.

Sosyalizm serbest bırakıldı. Marksist klasikler Türkçeye çevrildi, geniş kitlelerce okundu, benimsendi…  Sosyalist Gençlik, sosyalist aydınlar, işçiler yetişti. 1967’de DİSK kuruldu. İşçi Sınıfımız içinde hızla örgütlendi. DİSK öncülüğünde İşçi Sınıfımız grevler, direnişler yapıyor, patronlara karşı kıran kırana hak mücadelesi yürütüyordu.

27 Mayıs’ın getirdiği özgürlük ortamında eğitim emekçileri de kendi örgütlerini, Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)’ü kurdu. Ülke çapında grevler yaptı. Köylüler de yer yer ayaklanarak ağa zulmüne başkaldırıyor, ürününün hakkını almak için fındık, tütün mitingleri, toprak işgalleri yapıyordu.

İşte bunları hazmedemedikleri için AB-D Emperyalistleri, 12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbelerini yaptırttı. Bu darbeler CIA’nın ”Bizim Oğlanlar” adını verdiği Amerikancı generaller eliyle ve yine CIA’nın yönetiminde gerçekleştirildi.

Peki, 12 Mart ve 12 Eylül ne getirdi?

12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbeleriyle, 27 Mayıs’ın getirdiği tüm özgürlükler ortadan kaldırıldı. 61 Anayasası 12 Mart’ta kolları kanatları kesilerek budandı, 12 Eylül Faşist Darbesinde de tamamen ortadan kaldırıldı.

12 Mart Faşizmi ile Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i idam sehpasında katledildiler, Mahir’le birlikte On devrimci genç de Kızıldere’de…

Ki onlar (Denizler ve Mahirler), son sözlerinde bile 27 Mayıs’a ve onun getirdiği Anayasaya sahip çıktılar. 27 Mayıs’ı “Politik Devrim” olarak niteliyor ve selamlıyordu Mahirler “THKP-C Savunmaları”nda. Savunuyorlardı Denizler “THKO Savunmaları”nda…

Yüz binlerce devrimci-demokrat zindanlara tıkıldı, işkencelerden geçirildi. Ziverbey Köşkü 12 Mart’ın işkencehanesi olarak ünlendi. İşçi Sınıfımızın ve emekçi halkımızın örgütlenme özgürlüğü elinden alındı, devrimci sendikalar kapatılmak istendi. Şanlı 15-16 Haziran Direnişi 100 bin işçinin ekonomik haklarına sahip çıktığı ve DİSK’i kapatmak isteyen Parababaları iktidarını dize getirdiği eylemdir.

Ancak AB-D Emperyalistleri ve yerli satılmışlar cephesi 12 Mart’ta yarım bıraktıklarını 12 Eylül’de tamamladılar. Bu kez darbeye zemin hazırlamak için 5 binin üzerinde masum insanı katlettirdiler. Sözde “can güvenliğini ve huzuru sağlama” amacıyla faşist darbelerini oturtunca yine devrimci avına çıktılar. Bu kez Mamak, Metris, Diyarbakır Cezaevleri başta olmak üzere ülkenin her yeri işkencehaneye çevrildi.

Hikmet Kıvılcımlı kırk yıl önce, “Finans- Kapital kanlı bir öç almak istiyor. 27 Mayıs’ı yaralayanlar onu öldürmek istiyor.” demişti. Bu öngörüsü gerçekleşti ne yazık ki…

Günümüzde ise Sosyalist Kamp’ın çökmesinden bu yana dünyanın dengesi değişti. AB-D Emperyalistleri, ezilen halklara Project Democracy’sini dayatıyor artık. Dünyayı 1000 parçalı eyalet devletçikler şekline bölerek daha kolay yutulur lokma haline getirmek istiyorlar. Bu amaçları doğrultusunda her geçen gün yol almaktalar. Başta Ortadoğu olmak üzere Dünya’nın birçok yerinde açık işgaller yaparak, kukla devletler kurmaktalar. Her iki Körfez Savaşı’nda da masum Irak Halkını çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden katlettikleri yetmiyormuş gibi, Arap Halkının kukla iktidarlara karşı başlattığı programsız halk hareketlerinin de başını bağlamaktalar.

AB-D Emperyalistleri, ülkemizde tezgâhladıkları bu her iki faşist darbeyle gelişip güçlendirdikleri “Siyasal İslam” eliyle toplumumuzu Ortaçağın karanlıklarına götürmek istemektedir. Hain, işbirlikçi iktidarlar eliyle Birinci Kuvayimilliye’nin kazanımlarının neredeyse tamamı ortadan kaldırılmakta, kamu malları yerli-yabancı Parababalarına peşkeş çekilmektedir. Ekonomik, siyasi, askeri, hukuki, kültürel ve sanatsal vb. alanlarında tam bir emperyalist işgalle karşı karşıyız.

Bu işgale karşı çıkan, tam bağımsızlıkçı, yurtsever, laik, ilerici, demokrat, devrimci kim varsa zindanlara tıkılmakta… Yani, AB-D Emperyalistleri tarafından iktidara getirilmiş olan Tayyipgiller Hükümeti efendilerine kusur etmeden hizmete devam etmektedir.

AB-D uşağı yerli satılmışlar cephesinin vurgun ve talanına karşı İkinci Kuvayimilliye (Kurtuluş Savaşı) seferberliği 27 Mayıs 1960’ta olduğu gibi bugünün de meselesidir. Emperyalizm aynı emperyalizmdir ve dünün Bayar’ı-Menderes’i bugünün Tayyipgiller’idir. Bu nedenle 27 Mayıs Politik Devrimi ile 12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbelerini birbirine karıştırmadan, karşıdevrim cephesi ile devrim cephesinin sınırlarını bulanıklaştırmadan inançlıca, kararlıca, yılmadan mücadele etmeliyiz.

Hikmet Kıvılcımlı’nın Milli Birlik Komitesi’ne yazdığı Açık Mektup’ta belirttiği şekilde görevimiz; Birinci Kuvayimilliye seferberliğinde olduğu gibi: yedisinden yetmişine, çobanından mareşaline kadar, demir çarık, demir asa: Ucuz Devlet – Bilinçli Ticaret – Toprak Reformu uğruna, İkinci Kuvayimilliye seferberliğine çıkmaktır.

Halkın Kurtuluş Partisi, Partimiz; işte bu kutsal İkinci Kuvayimilliye Hareketi’nin Partisidir. Er ya da geç bu kutsal insanlık davası başarı kazanacaktır. 27 Mayıs 2011

 

HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ

GENEL MERKEZİ  

Print Friendly, PDF & Email